Reşat Ekrem Koçu’nun peşinde: İstanbul hiç bitmez!
Çayı bitirip kubbenin üstüne çıkıyorum, önümde alabildiğine geniş bir Haliç manzarası. İstanbul’a bir daha aşık oluyorum. Yetim Ahmet sevdiğine kavuşmanın hayalini nasıl kurmuştur, onu düşünüyorum. Aşk İstanbul’da başka, Haliç kıyısında bambaşka… Tarihin içinde geziyorsun Haliç’te. İşte hamamın hemen aşağısı Blakherna Kilisesi. Meryem Ana’nın siluetinin İstanbul’u koruduğuna inanılan yer. İstanbul hep aşk, İstanbul hep tevatür, İstanbul hep gizem, İstanbul hiç bitmez.
Okuma tavsiyeleri
Reşat Ekrem Koçu’nun bütün eserleri
İstanbul hiç bitmez!
Masal Balat’ın çarşısında başlıyor. Ben akşamüstü olduğunu hayal ediyorum. Günün hafiflediği bir saatte, esnafın, taburelerini dükkanların önüne atıp birbiriyle şakalaştığı bir saat mesela. Eskici Güzeli Yetim Ahmet ilk görüşte aşık olur Şalcı Buhuraçi’nin kızı Musevi Güzeli Buhurika Hanım’a. Sonra da kalbinde o aşk ateşiyle çalıştığı Hançerli Hamam’a gider ve kapısında oturup kara kara düşünmeye başlar. Yetim Ahmet bu sevdayla yediği kuru ekmekten de kesilir ve eskici sandığı başında elinden iş çıkaramaz olur.
Aşk, insanın aklını başından alan. Aşk, insanın aklını başına getiren. Bir sultanın da bir eskicinin de hayatını değiştiren.
Yetim Ahmed’in ağlamaklı olduğunu gören Bekri Mustafa “Gözünün yaşını sil de yemenilerimi dik” der. “Yıkanıp çıkayım, ben sana o kızı alırım.”
Başımı İstanbul Ansiklopedisi’nden kaldırıyorum. Arka sokağımın adının da Bekri Mustafa olduğu geliyor aklıma. Daha bir ete kemiğe bürünüyor masal. Zaten Reşad Ekrem Koçu öyle anlatıyor ki gözünüzde canlandırmamanız imkansız.
“Yetim Ahmet 15-16 yaşlarında bir taze civan, yalın ayaklı, yalın ayağı yarım pabuçlu, şalvarı kırk yamalı, gömleğinin yırtığından eti görünür bir garip oğlandı. Fakat dilberlikten yana bir içim su, kaşları alnına güzellik beratının turası gibi çekilmiş, saçları telli turna misali, esmer derisi müzehheb, bakışında naz, dilinde cilve, vücut yapısı tığ gibi elhak Eskici Güzeli’ydi.”
Ahmet’in bu güzelliğine yüzündeki hüzün de etkilenince Bekri Mustafa gibi benim de meselem oluyor Eskici Güzeli Yetim Ahmet ile Musevi Güzeli Buhurika Hanım’ın kavuşması. Merakla okumaya devam ediyorum.
“Yüzme biliyor musun?” diye sorar Bekri Mustafa Ahmet’e. Ondan olumlu cevap alınca da hemen planını uygulamaya başlar.
O gece Buhurika Hanım’ın yaşadığı Erguvanlı Yalı’nın tam önünden, Haliç’in derinliklerinden bir ses yükselir. “Buhurika Hanım! Buhurika Hanım! Hançerli Hamam’da Eskici Yetim Ahmet’ten bir oğlun olacak, dünyaya sultan olacak” der. İkinci seslenişte yalının pencere kepenkleri açılır ama denizde yüzerek kaçan Yetim Ahmet’in yakamozlarından başka bir şey göremezler.
Yetim Ahmet’i kayıkta bekleyen Bekri Mustafa “Aman oğlum” der, “Dikkat et, yarın hamama Yahudiler gelecek, sakın renk verme” Beraberce sabah namazını Yavedud Mescidi’nde kıldıktan sonra ayrılırlar.
Ertesi gün aynen Bekri Mustafa’nın dediği gibi olayın aslını merak eden birkaç Yahudi hamama gelir ve Ahmet’e sorular sorarlar. Ahmet ise tembihli olduğu için adamların şüphelenmeyeceği cevaplar verir.
Üçüncü gece de denizden sesler yükselince Şalcı Buhuraçi ne yapacağını şaşırır. Bu bir külhaninin oyunu mudur yoksa hakikaten gaipten bir haber midir? Bir hamamda eskicilik yapan yalınayaklı oğlanla altın kafes içinde büyüttükleri biricik kızlarının ne münasebeti olabilir ki?
Vaka bütün Balat’a yayılır. Hançerli Hamam Musevi müşterilerin akınına uğrar. Görenlerin güzelliğini anlata anlata bitiremedikleri Yetim Ahmet artık Buhurika Hanım’ın rüyalarına girmektedir. “Alnı kâküllü, yanağı gamzeli, ağzı gülbeşeker, dudağı yakut, gazal gözlerinde kirpikleri oya” diye tarif ettikleri Ahmet aklından çıkmıyordur. “Babam bu delikanlıyı yalıya almakta neden tereddüt ediyor. Alsın da dünyaya sultan olacak oğlanı bir an önce doğurayım” demeye başlamıştır.
Nihayet bir hafta sonra denizden son ihtar gelir… “Buhurika Hanım, devlet kuşu uçuyor. Bunun üzerine Şalcı Buhuraçi’nin ailesi toplanırlar ve “Bize lazım olan eskici değil, hanım kızımızın ondan doğuracağı oğlandır ki dünyaya sultan olacaktır. Döl aldıktan sonra zifafın haftasında boğup laşesini denize atarız” derler.
Seçilen heyet hamam kapısında Bekri Mustafa’yı bulup Yetim Ahmet’i sorar. Bekri Mustafa “yok, olmaz” der. “Oğlan başkasına sevdalı.”
“Dayı gel etme, eyleme, al sana yüz altın oğlanı vazgeçir” derler. Yüz altın, beş yüz altın, bin altın derken Bekri Mustafa on bin altına Yetim Ahmet’i razı edeceğini söyler. Buhurika Hanım, Yetim Ahmet’in şartı üzerine İslam dinini de kabul edince nikah kıyılır. Eskici Güzeli de Bekri Mustafa sayesinde dildadesine kavuşur. Oğlan kıza aşık, kız oğlanın divanesi, o gece tâbesabah muhabbet ederler. Kız; “Ey benim helalimden erim Yetim Ahmet’im, bana dünyaya sultan olacak çocuk ne lüzum, bana sen lazımsın” deyip ailesinin planladığı suikastı anlatır. Kaçacaklardır ama nasıl? Ahmet yine olanı biteni Bekri Mustafa’ya anlatır. “Gam etmeyin” der Bekri Mustafa, “Buhurika Hanım mücevharatını koynuna doldursun, akşama doğru Bostancıbaşı’yı bekleyin.”
Akşam olup da ortalık kararınca çok geçmeden kırk nefes ejder misali Bostancı’yla Bostancıbaşı Ağa yalıya gelirler. “Eskici dedikleri kanlı oğlan kandedir?” diye gürlerler. “Kimseye zararımız yoktur, Keşan’da bir cana kıyıp İstanbul’a kaçan o delikanlıyı isteriz ki kısas lazımdır.”
Buhuraçi bunu nimet bilip odalarını gösterir. Yetim Ahmed Bostancıbaşı’nın ayağına düşüp “Gençliğime, güzelliğime acı, bana siyaset etme, bir günlük güveyim” diye yalvarır. Bostancıbaşı da “Seni padişahımıza götüreyim, ola ki o haline acır da seni nigarına bağışlar” der. Bunu işiten Buhurika Hanım da “Beni de götür ki padişahımıza, erimin halâsı için beraber yalvaralım” der.
Bostancıbaşı neferlerine emir verir, “Bu civanla bu nigarı kayığa bindirin” der. Kancabaşa kayık yalıdan ayrılınca görürler ki Bostancıbaşı Ağa tebdili kıyafet eylemiş Bekri Mustafa’dan başkası değildir.
“Yetim Ahmet… Oğlum” der. “Sana olan hizmetim artık tamam oldu. Varın bir yastıkta safayı hatır ile kocayın!”
Masalın mutlu sonla bitmesi sanki sevdiğine kavuşan benmişim gibi içimi aydınlattı. Masalla dünya arası bir yerde, tam da Balat’ta, acaba ne kaldı bu masaldan geriye merak ettim. Yetim Ahmet ile Bekri Mustafa’nın namaz kıldığı Yavedud Mescidi’ni biliyordum. Hatta Evliya Çelebi, İstanbul’un fethi sırasında Yavedud Sultan’ın şehrin içinde olduğu ve muhasaranın elli üç gün sürmesine onun sebep olduğunu, Türk ordusunun ancak onun ölümünden sonra şehri zaptettiğini söyler.
Ayvansaray’daki güller içerisindeki türbe Eskici Güzeli Yetim Ahmet’ten başka kim bilir kimlerin aşk dualarını dinlemişti. Peki Hançerli Hamam duruyor muydu acaba? Masala o kadar inanmıştım ki mescidden biraz yukarı doğru yürüsem hamamı elimle koymuş gibi bulacağımdan emindim.
İstanbul Ansiklopedisi’nin içinden çıktım, elime Ahmet Faik Özbilge’nin <i>Fener Balat Ayvansaray</i> kitabını alıp dışarı çıktım. Balat’tan Eğrikapı’ya doğru yürürken bir yandan da nasıl olup da hamamı hiç görmediğimi düşünüyordum. <i>Fener Balat Ayvansaray</i>’ın bu bölge üzerine yazılmış en iyi kitap olduğunu düşünüyorum. Sizi yormadan tatlı bir yürüyüş sırasında merak edebileceğiniz bütün soruların cevaplarını önünüze seren, bilgiyle sizi boğmayan ama aklınızda da şüphe bırakmayan bir kitap.
Özbilge, hamamın bir ara fırın olarak kullanıldığını yazıyordu ama bahsettiği sokağa geldiğimde ortada fırın da yoktu. Yolun ortasında elimde fotoğraf makinesiyle çaresizce dururken tam yanımdaki büyük demir kapıdan bir adam nereyi aradığımı sordu. “Buralarda bir yerde bir hamam olması gerekiyor” dedim. “Gel! Gel! Burası” dediler. Beyaz atletli, üstü başı makine yağı içinde, saçı sakalı birbirine karışmış iki adam küçük taburelerde oturmuş çay içiyorlar… “Burası gerçekten hamam mıymış?” diye soruyorum. Ortalıkta bir sürü demir yığını, ne işe yaradığını bilmediğim aletler. Bir atölye ama ne olduğuna dair bir fikrim yok. Dağınıklığın arasından kubbeyi işaret ediyor adamlardan biri. Kubbeyi görünce ikna oluyorum.
– Yukarı çıkabilir miyim?
– Otur bir çay iç, öyle çıkarsın.
Atölyeyi işleten iki adam da eski Balatlı çıkıyor. Hamam olduğu zamanı biliyorlarmış, onlar da gelirmiş. Eskiden çok iş yeri olduğu için işçiler hep buraya yıkanmaya gelirmiş. Sonra bir süre fırın olmuş, fırından sonra da demir atölyesi… Ve yine bütün eski Balatlıların dediği gibi Rumlar varken buraları daha temiz, daha yaşanılasıymış. Bir bardak çay eşliğinde kısa Balat tarihi.
Çayı bitirip kubbenin üstüne çıkıyorum, önümde alabildiğine geniş bir Haliç manzarası. İstanbul’a bir daha aşık oluyorum. Yetim Ahmet sevdiğine kavuşmanın hayalini nasıl kurmuştur, onu düşünüyorum. Aşk İstanbul’da başka, Haliç kıyısında bambaşka… Tarihin içinde geziyorsun Haliç’te. İşte hamamın hemen aşağısı Blakherna Kilisesi. Meryem Ana’nın siluetinin İstanbul’u koruduğuna inanılan yer. İstanbul hep aşk, İstanbul hep tevatür, İstanbul hep gizem, İstanbul hiç bitmez.
Adamlara teşekkür edip ayrılıyorum. Erguvanı tek tük kalan yalısı ve Yahudisi ise ne yazık ki kalmayan Balat’tan Bekri Mustafa’nın mezarına doğru yol alıyorum.
Bekri Mustafa bizim Bekri Mustafa işte. Hepimizin bildiği sarhoş fıkralarındaki hazır cevap, kalender adam. Peki mezarı nerededir dersiniz… Ben Bekri Mustafa’nın mezarını Ahi Çelebi Camii’nden çıktığımda tesadüfen görmüştüm. Ahi Çelebi Camii, Evliya Çelebi’nin o meşhur rüyasını gördüğü yer. Camiden biraz ileriye yürüyünce otoparkın arasına sıkışmış küçük bir türbe görüyorsunuz. Kapıyı çalıyorum. İki tane mezarın yanında elektrikli sobanın yanında yer sofrası kurmuş bir karı koca çay içiyorlar. Kapıda “Bekri Mustafa Hazretleri Ruhuna Fatiha” yazıyor. Anlatılana göre daha çok kocasının içkiyi bırakmasını isteyen kadınlar geliyormuş dua etmeye. “Otur bir çay iç” diyor türbedarın karısı. Oturuyorum. “Burası makam kabri değil mi?” diye soruyorum. “Böyle mübarek insanların birkaç yerde mezarı olur” diyor kadın. “Çok insana iyiliği dokunmuş.”
Benim hikayesi bol, tevatürü bol, imanı güçlü, gönlü hep açık memleketim. Sen ne güzelsin tanımadığım sofralarda, soluğumun kesildiği her anda uzatılan bir bardak çayda, sorgulamadan inandığım her güzellikte.
Siz ister inanın inanmayın ben Balat’ın bir sokağında Eskici Güzeli Yetim Ahmet ile Musevi Güzeli Buhurika Hanım’ın torunlarının yaşadığına ve onların da ilk bakışta aşkı aradıklarına eminim. Sultan İbrahim’den bu yana aşk mevzuunda değişen bir şey olmamıştır zira. Karşılıksız yardımlarda olmadığı gibi.
Arzu Akgün
Subscribe
0 Comments
oldest