Egoist okur

Roboski utancı: Unutmamak için…

“Ülkemizde adalet maalesef prangalarla bağlıdır. Önce idrak, ikrar, daha sonra tövbe ve özür olmadığı sürece de bu prangalar çözülmeyecektir. Roboski katliamının acılı ailelerine ve gözümüzün önünden hiç gitmeyecek o cenaze konvoyundaki bütün canlara sonsuz sevgi ve saygıyla.” (Rakel Dink’in yazısından)

28 Aralık 2011’de, Türkiye’ye ait savaş uçakları, Şırnak/Uludere’de Roboski (Ortasu) ve Bejuh (Gülyazı) köylerinin sınıra sıfır noktasında, “kaçağa gitmiş” 34 köylüyü ve katırlarını bombalayarak öldürdü…

Antropolog Müge Tuzcuoğlu’nun Roboski için hazırladığı ve hem Türkçe hem Kürtçe basılan İstenmeyen Çocuklar derlemesine Rakel Dink’in yanı sıra Ümit Kıvanç, Haydar Karataş, Zeynep Altıok Akatlı, Selma Alma, Kadir Bal, Banu Güven, Ehmed Hüseyni, Canan ve Ali Naki Kaftancıoğlu,  Hüda Kaya, Özgür Mumcu, Neşe Özgen, Fahreddin Hacı Selim, İbrahim Yaylalı da katkıda bulunuyorlar. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabın altbaşlığı, “Roboski Katliamı’nı Hatırlamak ve Hatırlatmak”…

34’ü kimse unutmasın: “Ağlama anne, güzel yerdeyim”

roboski egoistokur iletisim yayınlari istenmeyen cocuklar 1

Roboski utancı: “Türklerin bizi bu kadar sevebileceğini bilmezdim”

Hatırlamak ve hatırlatmak; katliamlarla yüzleşmenin, adalet talebinin, ikiyüzlü sistemi rahatsız etmenin ilk adımıdır fakat tarihi o kadar katliamlarla, suikastlerle dolu bir ülkede yaşıyoruz ki, bazen aynı güne iki anma düştüğü bile oluyor: Devletin fiziksel ve sözel şiddetine maruz kalanlar olarak hiçbir şeyi unutmuyoruz, unutamıyoruz. İmkânı yok.

İsrail’in her Gazze saldırısında bu ülkenin milletvekilleri Hitler’e övgüler yağdırıyorsa Yahudilerin 6-7 Eylül’ü, Trakya pogromunu, Aşkale’yi unutmalarının imkânı var mı? Evleri işaretlendiğinde “Çoluk çocuk işidir” diyerek geçiştirilen, Maraş’ta ve Sivas’ta anma yapmaları engellenen, “Cemevleri terör yuvasıdır” diye iktidar gazetelerinin başhedefi olan Alevilerin yürek burukluğu geçer mi? Soykırımın 100. yılına girmişken, Hrant Dink cinayetinde esas katiller yargılanmamış, sorumlular terfiler alıp el üstünde tutulmuşken Ermeniler müsterih midir? Coplu kasklı çevik kuvveti geçtim, sıradan bir trafik polisi görünce bile Berkin’in, Ali İsmail’in, Ethem’in ailesi ve yakınları ne hissediyordur?

Dedim ya, devlet şiddetine o veya bu şekilde maruz kalanlar olarak unutamıyoruz. Devlet ceberrut yüzünü hatırlatacak bir yol her zaman buluyor: Bazen İstiklal Caddesi’nde ya da Bahariye’de çirkin bir TOMA olarak, bazen sapa kalmış bir Kürt köyünün tepesinde dev bir kalekol olarak. Bazen manşetlerden, bazen demeçlerden, çokçası evde otururken ansızın biber gazına boğulduğumuzda…

Antropolog Müge Tuzcuoğlu, Roboski için derlediği, hem Türkçe hem Kürtçe basılan İstenmeyen Çocuklar (İletişim Yay.) kitabına “Roboski Katliamı’nı Hatırlamak ve Hatırlatmak” alt başlığını seçmiş.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait savaş uçaklarının bombalaması sonucu parçalanarak can veren 34 köylünün yaşadığı Roboski’yle ilgili üç yılda o kadar çok yazı okuduk ki… Köye giden sosyologlar, pedagoglar, yazarlar, sanatçılar oradaki hayatın işleyişini, sınır yaşamının zorluklarını, insanların üzüntülerini, devletten kuru bir af bekleyen halkın “Tazminatsa tazminat, daha ne istiyorlar!” vicdansızlığıyla uğradıkları yıkımı dillerinin döndüğünce anlattılar. Paneller, yürüyüşler, anmalar yapıldı, üniversite kampüslerinde temsili mezarlıklar oluşturuldu, Roboskili aileler kanallarda, gazetelerde meramlarını anlattı. Hepsini çok önemsiyorum; kendince Roboski’yi anlatan bu kitabı da toplumsal hafıza ve yüzleşme açısından çok yararlı buluyorum.

Sahi, bir parça vicdan muhasebesi yapan herhangi birinin Roboski sürecinde yaşananları unutması mümkün mü? Kendi “vatandaşına” bir özrü çok görüp, ona “terörist”, “kaçakçı”, “isyancı” diyerek katliamı meşrulaştıran devlet erkânını… “O kadar yükseklikten Ahmet’i Mehmet’i nasıl ayıralım yahu” pişkinliklerini… Bunu sürekli gündemde tutanlara “Yatıp kalkıp Uludere diyorsunuz, her kürtaj bir Uludere’dir” aymazlıklarını… Şimdiye kadar hiçbir sorumlunun yargılanmadığını söyleyen gazetecilere “tasmalı”, araştırma komisyonu kurup katliamın örtbas edilmesine izin vermeyen vekillere “nekrofil” diyen zehirli dilleri… Unutmadık. Dersim için “gerekirse” dilenen özrün mevzu Madımak olduğunda nasıl “hayırlı olsun”a dönüştüğünü, referandum döneminde 12 Eylül kayıpları için kürsülerden akıtılan gözyaşlarının, Roboski dendiğinde yerini TOMA’lı, biber gazlı saldırıların aldığını; dev bir riyakârlık çukurunda debelendiğimizi de unutmadık.

Yazar Mine Söğüt, katliam haftası boyunca Roboski izlenimlerini Cumhuriyet’e yazdı. Roboski denilince aklıma o yılankâvi yoldan arka arkaya 34 tabutun indiği meşhur fotoğraf gelirdi, şimdiyse onunla birlikte bir Kürt kızının Mine Söğüt’e söylediği şu cümle de geliyor: “Türklerin bizi bu kadar sevebileceğini bilmezdim.”

Roboski utancı her geçen gün daha da perçinleniyor.

Semih Büyü

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Ercan Berberoğlu
8 years ago

Sanırım bütün kimliklerimizden soyutlanarak, önce “olmayı” öğrenmemiz gerek. Başkalarının acılarını hissedebilmek için. Ve kalbimizdeki nefret yükünden kurtulmak, sevmeyi öğrenebilmek için.