Egoist okur

İnce alayın büyük ustası Saki’nin yarattığı alternatif alemler

Kurt çocuklar, konuşan kediler, hain susamurları, aksi geyikler, zavallı kaplancıklar, hınzır çocuklar, zeki genç kadınlar ve sivri dilli delikanlılar Saki’nin öykülerinde status quo’nun temsilcisi olarak karşımıza çıkan eskiye sıkı sıkıya bağlı aristokratlara ve sonradan görme zenginlere dünyayı dar ediyor.

Tanıştırayım; Saki en sağda duran, asık suratlı adam.

Saki’nin yarattığı alternatif aleme hoş geldiniz!

Hector Hugh Munro ya da Ömer Hayyam’ın “Rubaiyat”ından esinlenerek aldığı takma isimle Saki, 1870’te Burma’da doğdu. Annesinin ölümü üzerine İngiltere’de, “kırbaç kullanmayı eğitimin gereklerinden sayan” halası tarafından büyütüldü. 1902’de Rudyard Kipling’in “Just-So-Stories”ine gönderme yapan “Not-So-Stories” adlı kitabı yayımladı. Ardından siyasi taşlama türündeki “The Westminster Alice” ve diğerleri çıktı. 1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı’nda orduya katılan Saki, 1916’da Fransa’da Beaumont-Hamel cephesinde öldü. Bazı kaynaklara göre, 14 Kasım günü şafak sökerken vaziyet aldığı siperde yanındakine “Söndür şu uğursuz sigarayı” diye bağırmış. Bir saniye geçmeden de başına yediği kurşunla cansız yere yığılmış. Ölümünden sonra kız kardeşi Ethel yazdıklarının tümünü yakmış.

Yakılmadan günümüze kalanlar bile müthiş. “Bir Saki öyküsü okuyan, bir tane daha okur” diyen yazar Tom Sharpe’ın mükemmel tarifini alıntılayacağım: “Kıs kıs gülen, kezzap gibi bir mizah, çok eğlenceli öyküler. Saki’nin hicvi, I. Dünya Savaşı öncesi İngiliz toplumunun kaymak tabakasına bıçak gibi dalıyor… Saki’de İngiliz evlerinin korunaklı dünyasından çıktınız mı, keçi ayaklı tanrı Pan’ın ülkesinde bulursunuz kendinizi; onun dünyasında zafer, zeki hayvanlarındır… Kurt-çocuklar, konuşan kediler, hain susamurları, aksi geyikler, zavallı kaplancıklar, hınzır çocuklar, zeki genç kadınlar, sivri dilli delikanlılar; çimleri özenle kırpılmış bahçelerinde Çin çaylarını yudumlayan düşeslere dünyayı dar ediyor, burnu büyüklüklerini misliyle ödetiyor.”

Kendi adıma e sevdiğim öyküsünün “Tobermory” olduğunu söyleyebilirim. Fatih Özgüven çevirisiyle yayımlanan “İnsanlar, Hayvanlar ve Yırtıcı Hayvanlar” adlı kitapta okuyabilirdiniz. Kahramanı, epeyce çatlak bir dilbilimcinin insan diliyle konuşmayı öğrettiği bir kedi… Ancak kabul edersiniz ki, evin her köşesine girip çıkan, dolayısıyla en gizli odalarda olup bitenleri bile öğrenebilen, yetmiyormuş gibi bir de konuşup öğrendiklerini uluorta başkalarıs anlatan bir kedi bilhassa İngiliz taşra hayatında çok tehlikeli olabilir. (Hem bir kediye ağzını sıkı tutması gerektiğini söylemenin ya da rüşvet teklif etmenin boşuna olacağını herkes bilir.)

Notos’tan çıkan kitapta yer alan bir diğer sevdiğim öykü “Laura” adını taşıyor; kahramanıysa ölümcül bir hastalığa yakalanmış genç bir kadın. Ölen her canlının dünyaya ikinci kez ama daha aşağı türden bir canlı olarak geleceğine inanıyor. “Bir hayvan olacağım. Öte yandan kendimce iyi bir insan olduğum da söylenebilir, o halde iyi bir hayvan olacağımı da kestirebiliyorum, zarif, fıkır fıkır bir şey, eğlenceye bayılan bir şey; belki bir susamuru.” Öldükten sonra dünyaya gerçekten de bir susamuru olarak dönüyor. Sonrasını söylemeyeyim, okuyun.

İthaki etiketli bir diğer kitabıysa, “Hayatın Sınır Çizgileri” adını taşıyor. Şu cümleye baksanıza, hâlâ ne kadar doğru ve taze: “Kendi kendimizi kandırma yönündeki üstün güçlerimiz sürekli devrede… Sahte ve aptal küçük hayatlarımızı yaşıyor; makul bir çevrede makul hayatlar süren, kısıtlamalardan azade kadınlar ve adamlar olduğumuza kendi kendimizi ikna edebiliyoruz.”

Öte yandan sessiz sakin bir adammış Saki; “seveni çok olmakla birlikte kendini pek ciddiye aldığı söylenemezdi” deniyor onun için. Öykülerini “ilgi çekici denebilecek kadar gerçek ama rahatsız edici olamayacak kadar da gerçek dışı” diye tanımlıyormuş. Büyük hayranlarından Jorge Luis Borges “Bir tür alçakgönüllülükle en acımasız ve acıklı öykülerine bile önemsizmiş havası verir. Bu incelik, hafiflik ve vurgu eksikliği bana Oscar Wilde’ın tadına doyulmaz komedilerini anımsatıyor” demiş. Ama bence en büyük iltifat, “I. Dünya Savaşı’nda bütün askerler siperlerde Saki okuyordu” diyen William Drake’ten gelmiş. Hayatı katlanılır kılan, savaşın acılarını bir biçimde hafifleten öyküler fikri bana şahane geliyor. Pembe masallarla da değil üstelik; “çivi çiviyi söker” yöntemiyle…

‘Hapşırtan öyküler’

“Saki’nin en yetenekli olduğu alan ince alaydı. Onun taşlama anlayışı her şeyden önce yerleşik bir toplumsal ‘status quo’nun öngörülmesini gerektirir. Bu status quo Saki’nin öykülerini yazdığı sırada belki biraz sallantıdaydı, ama en azından görünürde, çok yakında yıkılacağına ilişkin belirtiler yoktu. Saki’nin kusursuz bahçelerde Çin çaylarını yudumlayan çenesi düşük düşesleriyle Clovis Sangrail gibi sivri dilli, genç dekadan kahramanları, 1914’ün barut dumanları arasında kaybolup gitti. Çağdaş ideolojilerin estetizme tahammülü yok. Dünya demokrasileri yeşil karanfillerin boy atmasına yarayacak zemini sağlamaktan çok uzak, ama bugün çoktan solup giden o yeşil karanfiller pek kısa süren saltanatlı devirlerinde, çoğunluğu hapşırtsa da, incelmiş bir azınlığa çok büyük zevkler veren hoş bir koku yaymışlardı. Bu ikinci grupta har zaman anısını canlı tutmaya yetecek kadar hayranı olacaktır Saki’nin. Onun gözünün de daha yükseklerde olduğunu hiç sanmıyorum.” Noel Coward

‘Nefis birer fantezi’

“Saki’nin öykülerindeki tipler, bu öykülerin sadece bir tarihsel dönemi taşlamaktan da öte düşsel, bazen de ürkünç prototipler içeren nefis birer fantezi boyutuna erişmelerini mümkün kılar. Konuşan kediler, kurt çocuklar, düpedüz hain kurtlar, aksi geyikler, yumuşak başlı kaplancıklar, hınzır susamurları ve hayal güçleri gelişmiş küçük çocuklar bizde sahte değerlerle dolu bir dünyanın karşısına çıkarılan bir çeşit ‘alternatif’ dünya izlenimi uyandırırlar.” Fatih Özgüven

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments