“Sana gitme demeyeceğim ama… gitme LAVİNİA”
‘Lavinia’ edebiyatımızın en ünlü şiirlerinden biri.
Peki kimin için yazılmıştı? Özdemir Asaf’a “gitmek+durmak+bilmek+susmak” denklemini kim çözdürmüştü? “Sana gitme demeyeceğim, ama gitme Lavinia. Adını gizleyeceğim. Sen de bilme Lavinia” derken kime sesleniyordu?
İşte hem Marilyn, hem Gilda olabilen müthiş bir kadının hayatı.
“Sana gitme demeyeceğim ama… gitme LAVİNİA”
Bir erkeğin günün en güzel saatlerini, gün batımından sonrasını geçirmek istediği kadındı, gitmesin, hep kalsın istenendi Lavinia.
İnceydi, kırılgandı, küçücük bir esintide bile üşürdü, onu korumak, kollamak, bir ceketi usulca omuzlarına sarmak gerekirdi.
Öyle nazlıydı ki; güzel yalanlarla geçirmek isterdi ömrünü. Yalanların insanı en sert hakikatlerden bile daha çok inciteceğini unutarak…
Bir büyük sırdı. Adı gizlenen ama hiç unutulmayan. Erkeğin ve şairin sırrı…
Özdemir Asaf’ın meşhur şiiri sayesinde bildiğimiz en güzel hayallerden biri oldu Lavinia ve hiç gitmedi bir daha, kaldı.
Liseli genç kızların anket defterlerinden popüler şarkılara kadar uzanan bir varoluş macerası oldu. Feridun Düzağaç’ın şarkısı hâlâ hafızalarda…
Gizemli Lavinia’nın kim olduğuysa hep merak edildi. Bilen biliyordu elbette ama herkesin öğrenmesi için ‘edebiyat arkeoloğu’ Haluk Oral’ın ‘Şiir Hikayeleri’ adlı bir kitap yazarak bildiğimiz, sevdiğimiz, hayran olduğumuz şiirlerin hikayelerini ağız sulandıran leziz ayrıntılarla anlatması, adeta onların ‘sırlarını’ aydınlatması gerekti. Matematikçi ve edebiyat detektifi Haluk Oral kitaplarında hem kendi dedektiflik zevkini tatmin ediyor, hem okurun merak duygusunu kışkırtıyor, hem de edebiyatın hayatla iç içeliğini vurguluyor. ‘Şiir Hikayeleri’ de öyle…
Özdemir Asaf’ın şiirinde hayali bir suret gibi beliriveren, ne gözlerini ne bedenini seçebildiğimiz, gülüşünü bile göremediğimiz ama yıllardır bir şekilde zihnimizde yer etmiş olan Lavinia bir düş değil; etten kandan bir kadınmış, kitaptan onu öğreniyoruz bir kere.
Sonra biz de peşine düşüyoruz Lavinia’nın…
“Fırtınalı bir ilişkinin tensel teri”
Lavinia gerçekte Mevhibe Beyat adlı olağanüstü cazibeli bir kadınmış. Yaşadığı dönemin entelektüelleri ve sanatçıları arasında çok gezmiş, epey kalp çalıp can yakmış.
1950’lerden söz ediyoruz. Her yerde onun güzelliği, tatlılığı, zekası konuşuluyor, herkes onun kahkahasının peşinden koşuyormuş. Şiirlere ve hikayelere girecek kadar etkilemiş genç yazar ve şairleri; önce kendisine umutsuzca aşık olan Oktay Akbal’ın Hisya’sı, daha sonra Özdemir Asaf’ın Lavinia’sı olmuş.
Oysa genç yazar ve şairlerin ilham perisi olarak nam salan bu güzeller güzelinin kalbi bir başkası, İlhan Selçuk için çarpıyormuş. Fırtınalı bir beraberliğin sonunda evlenmişler.
Çok sonraları, ismini vermeden de olsa onun hakkında birkaç yazı yazan Selçuk şu hararetli sözlerle anlatıyor genç kadını: “Fırtınalı bir ilişkinin tensel terinde köpüklenen dalgasını yaşarken, gönüllerde dolaşmanın çekiminden de vazgeçemiyordu; ileride bunun hesabını acıyla vereceğinden habersizdi.”
Bu ürpertici ve hâlâ, her şeye rağmen tutkulu yazının tarihini de verelim, tam olsun: 14 Şubat 1999. Yani Sevgililer Günü…
Ama işte öğreniyoruz ki; Mevhibe Beyat tam da bu yüzden, ‘gönüllerde dolaşmanın çekimine kolayca kapılabildiği için’ büyük aşkından ayrılıp ikinci kez evlenmiş. Bu kez çok şaşırtıcı biriyle, o yıllarda sahnelerin ve beyazperdenin yeni parlayan yıldızı olarak nam salan Öztürk Serengil’le…
Beyat Serengil’le tiyatrocu Mücap Ofluoğlu vasıtasıyla tanışmış. Lakin evlilik uzun sürmemiş. Ardından ayrılık ve yeni bir evlilik gelmiş… Bu kez fotoğraf sanatçısı Muhlis Hasa’yla…
Sonrası? İlham periliğinden sade, sakin bir rutine doğru usul usul ilerleyiş ve 2007’de son bulan bir hayat…
İki büyük aşkı oldu
Hayattaki en yakın arkadaşı olan Melda Kaptana’yı buluyoruz.
‘Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm’ adlı anı kitabının bir yerinde şöyle anlatıyor Lavinia’yı: “İlhan Selçuk’a 14 Şubat Sevgililer Günü yazısı yazdıran Lavinia ona uzaktan uzağa aşık olan Oktay Akbal’ın bir hikayesindeki Hisya’ydı aynı zamanda. Laleli’de Harikzadegan Apartmanlarının kapısında buluşup konuşan delikanlıların Violetta’sıydı. O sıralarda ünlü olan bir tangonun adıydı bu ve delikanlılar, Mevhibe onlara gülümseyerek geçerken ıslıkla bu melodiyi çalardı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken mimar arkadaşları ona Gilda diye seslenirdi. Rita Hayworth’un o yıllarda gösterimde olan ve büyük beğeni kazanan ‘Gilda’ filminden mülhem… Kızılkahve rengi, iri dalgalı, parlak ve çok güzel saçları vardı. Adalet Cimcoz da Marilyn Monroe’ya benzettiği için onu ‘Marlin’ diye çağırırdı. Güzelliğini hiç önemsemezdi. Zaten insan sıcaklığı, insanlara anlayarak yaklaşması ve sezgisi, güzelliğinin üstündeydi.”
Kaptana kısa sohbetimizde ondan “Güzel, güzelliğinden öte sıcacık bir dost” olarak söz etti: “Öylesine özel ve farklı bir kadındı ki, anlatmak için hakkında kitaplar yazmanız gerekir…”
Mevhibe Beyat 2 Mayıs 1925’de doğmuş. Tek işi, ilham periliği değilmiş elbette. Uzun yıllar Neyir firmasının baş stilisti olarak çalışmış. Bu yüzden sık sık Avrupa’ya gider, defileleri izler, butikleri gezermiş. Oradaki modelleri görür, aralarından beğendiklerini alır ama sonra onları bir kenara bırakıp kendi tasarımlarını yaratırmış. Memlekete, koşullara, bizim ruhumuza uydurarak…
Edebiyat dünyasıyla hep ilgili miydi diye soruyorum… “Mevhibe çok iyi bir sanat izleyicisiydi” diyor Kaptana. “Hayatı boyunca çok okudu. Yaşlanıncaya kadar tüm filmlere, konserlere, tiyatro oyunlarına gitti. Hiçbir şeyi kaçırmamak, es geçmemek istedi. Öylesine sıcak bir kalbi vardı ki, halkla iç içe yaşamayı ihmal etmedi. Gazanfer Özcan tiyatrosunu da Shakespeare tiyatrosu kadar önemsedi; ikisinin de hayatı anlamak konusunda eşit derecede faydalı olduğuna inandı.”
“Yüzünüze bakar bakmaz, sizi tanır, anlar, ruhunuzun en derin köşelerine kadar kavrardı”
Kaptana’ya esas sorum şuydu: Niçin bütün erkekler aşık oluyordu Mevhibe Beyat’a; sırf güzelliği, albenisi yüzünden mi?
Cevap şu oldu: “Korkunç bir sezgi gücü vardı Mevhibe’nin. Yüzünüze bakar bakmaz, sizi tanır, anlar, ruhunuzun en derin köşelerine kadar kavrardı. Küçücük bir bakıştan, mimikten, jestten tüm karakter haritanızı çıkarabilirdi. Özdemir Asaf bu yüzden bir keresinde ona “Öldürmekten daha beter anlıyorsun insanı” demişti. Çok keskin gözleri vardı.”
Öte yandan herkesin aşık olduğu Mevhibe Beyat sadece iki kişiyi çok sevdiğini söylemiş son günlerinde. Hem de Melda Kaptana’nın oğlu Ahmet Koman’a yazdığı bir mektupta: “Hayatımın iki büyük aşkından biri ressam Edib Hakkı Köseoğlu, diğeri malumunuz, İlhan Selçuk!”
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments