Şantaj, gözdağı ve dolandırıcılıkla var olan bir cemaat
Kendini “Kilise” olarak anan Scientology bazılarına göre 50 bin üyeli bir tarikat, bazılarına göreyse dünyanın bir numaralı dolandırıcılık tezgâhı… Geçtiğimiz günlerde “Going Clear” adlı belgesel HBO’da yayınlanınca yeniden gündeme geldi. Üstelik ilk kez Tom Cruise’un ayrılma ihtimalinden söz ediliyordu…
Araştırdıkça çok şey öğrendim.
138 dandik bilim kurgu yazmış bir adamın sonunda kendi kitaplarının büyüsüne kapılarak bir din kurup köşeyi dönebileceğini…
Bugün bize kişisel gelişim şemsiyesi altında pazarlanan bir sürü yeni çağ öğretisinin basbayağı bu öğretinin mirasçısı olduğunu…
Mutluluğu ve huzuru bulmak için üye olan şahısların bugün resmen dünyanın bütün büyük metropollerinde şubesi bulunan totaliter bir organizasyonun boyunduruğunda yaşadığını…
Cemaatin ayrılmaya niyetlenen üyelerini elde tutmak için şantaja, dışarıdan gelen eleştirileri bertaraf etmek için tehdite başvurduğunu.
(Eh, bildik numaralar aslında. Mesela Time’da bir eleştiri yazısı çıkınca, büyük gazetelere söz konusu derginin bir zamanlar Hitler destekçisi olduğunu öne süren ilanlar vermişler.)
Kendi özel haber alma birimi bile bulunan tarikatın geçmişte kendisine karşı soruşturma açan Amerikan hükümetine engel olmak için bankalara, vergi dairesine, hazineye, Washington Post gibi ulusal gazetelere, 30 ülkedeki ABD konsolosluklarına sızıp birçok belgeyi tahrif ettiğini ya da çaldığını… (Yazının sonundaki Scientology Savaşları bölümü okuyun, şaşıracaksınız.)
İşte Scientology denen bu garip ama güçlü tarikat hakkında bilinmeyenler…
Scientology’nin kirli işleri
Şahsen girmesi de terk etmesi de zor bir tarikat olan Scientology hakkında üyelerinin zengin ve ünlü oluşu dışında hiçbir şey bilmiyordum. Bana sorarsanız, buralardaki kimse de bilmiyordu. “Mission: Impossible”ın gösterimi yaklaşırken, tam zamanı diyerek araştırmaya koyuldum. Okudukça da neler öğrendim neler. Resmen ağzım bir karış açık kaldı, nutkum tutuldu…
İyi de oldu. Zira garip elektronik cihazlar icat ederek domateslerin doğranırken bizim duyamadığımız çığlıklar attığını falan öne süren beceriksiz bilimkurgucu L. Ron Hubbard’ın 1952’de kendi yazdığı bir kitabın büyüsüne kapılarak, üstelik kurallarını da o kitaptan alan bir tarikat kurması ve devamında çok zengin olması fazlasıyla ilginçti. (Öğrendiklerimden biri de şu: Meğer Hubbard ilk karısına “Kelimesi bir cent’e hikâye yazmak saçmalığın dikâlâsı. 1 milyon dolar kazanmak istiyorsam, kendi dinimi kurmalıyım” demiş.)
Kilise’nin üyesi 50.000 kişiye gelince; onlar bence insanoğlunun ahmaklığının en muhteşem kanıtı. Tom Cruise ve John Travolta’dan neredeyse tüm “Mad Men” dizisi kadrosuna birçok Hollywood ünlüsü sonsuz gençlik ve sağlık vaatlerine kanıp paralarını bu yolda harcadığına göre de ahmaklığın merkezi California olmalı. (Gerçi Scientology’nin Paris’ten Londra’ya, St. Petersburg’dan Atina’ya dünyanın her yerinde merkezleri var.)
Hubbard domateslerin çektiği acıyı ölçerken.
Bebeklere anne sütü değil mısır şurubu
Biraz daha ayrıntı isterseniz; L. Ron Hubbard 138 dandik bilimkurgu romanı yazdıktan sonra bu janrı kişisel gelişimle harmanlamaya karar veriyor ve “Dianetics” adlı kitabı yazıyor. Hubbard’in icadı olan Dianetics güya bir şifa yöntemiymiş ve şizofreniden renk körlüğüne, gastritten romatizmaya her sağlık sorununu iyileştiriyormuş. Zaten bütün hastalıkların ayrı ayrı psikolojik sebepleri varmış. Diyabetliyseniz yaşama arzunuz eksikmiş, mesela.
Nasıl, tanıdık mı geldi? Ben de bu noktadan sonra artık neredeyse herkesin alay ettiği Scientolog’lara haksızlık ettiğimi düşüneceğim. Bugün etrafımızdaki “kişisel gelişim uzmanları”nın söyledikleri belli ki hep ondan apartma. Ama Hubbard’ın bebeklere anne sütü değil mısır şurubu katılmış inek sütü içirmek gerektiğini iddiasını okuduğum noktada kendime geliyor ve eski alaycılığıma kavuşuyorum.
Hubbard’a göre, insan beyni hata yapma kapasitesinden yoksunmuş. “Aman ne güzel” diyeceğim ama diyemiyorum: Beynimizin hata yapması ve hem kendimize hem başkalarına yıkıcı davranmamız tek koşulda mümkünmüş, “bilinçsiz” olduğumuzda, yani öfkeliyken, korktuğumuzda yahut acı çektiğimizde… Beyni bilinçsizleştiren hadiselerin en mühimi de doğummuş, daha baştan hasarlı geliyormuşuz dünyaya. Bu yüzden hamile kadınların yanında dikkatli olmalıymışız. “Diyelim, sokakta yürürken bir kadının düştüğünü fark ettiniz ve yardım etmek için elinizi uzattınız” diyor Hubbard. “Bunu yaparken tek kelime etmeyin. Çünkü kadın hamileyse karnındaki fetus sizin negatif bir durumdan bahsettiğinizi hisseder.”
Gerçi ben bütün bunları sizi esas acayipliğe hazırlamak anlattım: Hubbard’a göre bundan 75 milyon yıl önce galaktik konfederasyonun derebeyi Xenu, evrenin iflah olmaz suçlularını toplayarak dünyamıza göndermiş ve nükleer silahlarla hepsini “patlatmış”. Böylece uzaylı psikopatların ruh parçacıkları, yani Scientoloji jargonuna göre thetan’ları yeryüzünün dört bir yanına dağılıp insan bedenlerini mesken tutmuş. Sonuç? Bütün mutsuzluğumuzun, öfkemizin hatta başarısızlığımızın sebebi aslında buymuş. Üyelerin Kilise’ye kabul edildikten sonra bir tür exorcism’den geçmeleri de bundanmış. Haliyle epeyce de para harcanıyormuş.
Philip Seymour Hoffman’ın oynadığı “The Master” adlı film, gerçekte L. Ron Hubbard’ı anlatıyordu.
Eleştiriye tahammülsüz suç örgütü
Geçtiğimiz günlerde HBO’da yayınlanan “Going Clear” belgeselinde bütün bunlar var. Filmini Lawrence Wright’ın aynı adlı kitabından uyarlayan yönetmen Alex Gibney’a göre Scientology, üyelerinin bir kısmına fiziksel ya da psikolojik işkence uygulayan ve eleştiriye tahammül edemeyen bir suç örgütü. Eski üyelerden Oscar ödüllü yönetmen Paul Haggis, “Bu berbat topluluğa 30 yılımı verdiğime bakılırsa, aptalın teki olmalıyım” diyor. “Ama kelepçeleri gönüllü takmış, nahoş ayrıntıları görmezden gelmeyi tercih etmiştim.”
Haggis “temizlenmeye” çok gençken, Scientology’nin özgürlükçü fikirlerinden etkilenerek başlamış; seans başına 50 dolar ödeyerek. Siz de resmi sitelerindeki yazılara göz attığınızda “Bunlar baskıcı dinleri nasıl güzel eleştiriyorlar, ah ne şeker, ne harika insanlar” diye düşünebilirsiniz. Ama belgeselin devamında öğrendiklerimiz hakikaten fena. Bir kere seminer ve eğitim ücretleri katlanarak artıyor ve bir noktada astronomik boyutlara erişiyor. Kritik noktaysa şu: Güvene dayalı bu seanslarda insanlar farkında bile olmadan en büyük sırlarını ifşa ediyorlar. Sonradan topluluktan ayrılmalarını zorlaştıran şey de bu. Çünkü tüm o medeni görüntüsüne rağmen Scientology’nin yönetici kadrosu gerektiğinde şantaja başvurmaktan çekinmiyor. Zaten “Going Clear”ın yayınlandığı HBO kanalı da bugünlerde Scientology’nin gerektiğinde gözdağı ve şantaj başvurmaktan çekinmeyen 160 kişilik avukatlar ordusuyla mücadele etmek zorunda.
“Büyük” ne kadar büyük olabilir?
1986’da ölen L. Ron Hubbard Scientolog’lara göre gelmiş geçmiş en büyük insan, karşıtları içinse gelmiş geçmiş en büyük dolandırıcı. “Büyük” olduğu kesin yani. Eski karısının anlattıklarına göre kendini “tanrı” sayacak kadar deli, yatağının altında casus sürüngenler bulunduğuna inanacak kadar paranoidmiş. Müritlerine 200 yıl yaşayabileceklerini söylüyor, “Korkmayın, hiçbir kadın yataktaki performansınızı yetersiz bulamayacak, efendi sizsiniz” diyormuş. 1968’den beri mürit olan ünlü caz piyanisti Chick Corea onun bir dahi bir piyanist ve besteci olduğunu iddia ediyor ve 80’lerin başında çıkardığı “Space Jazz” albümünü hararetle tavsiye ediyor.
L. Ron Hubbard’ın garip müziği
L. Ron Hubbard’ın Space Jazz albümünden bir parça. Bayağı garip. Öte yandan bu gariplikte, yani şu at kişnemeleri ve nal seslerinde cüretkar bir güzellik var bence, adama sinir olmama rağmen müziği sevdim. Eminim Commodore 64 tutkunları beni anlar.
Pamuk Prenses Operasyonu
“Going Clear”a göre Scientology totaliter bir organizasyon. Mesela yetersiz üyeler hapishane benzeri bir yerde tedavi altına alınıyor ve burada sadece paçavra giyip çer çöp yiyorlar. Ayrıca onlara diş fırçasıyla tuvalet temizlemek gibi berbat işler yaptırılıyor.
Bir de Pamuk Prenses Operasyonu’ndan söz ediliyor. 1970’te, 137 ülkede faaliyet gösteren hatta Gardiyanlar Bürosu adı altında kendi haber alma birimi bile bulunan Kilise’nin adını temizlemek için yapılan bir operasyon bu. O tarihte hükümet ilk kez Scientology’e karşı bir soruşturma başlatmıştı ve topluluk bunu önlemek için vergi dairesine, hazineye, tüketici hakları koruma birimine, Washington Post gibi ulusal gazetelere, 30 ülkedeki ABD konsolosluklarına sızıp birçok belgeyi tahrif etmiş ya da çalmıştı. “ABD tarihinde bu operasyonla kıyaslanabilecek büyüklükte başka casusluk olayı yok” deniyor.
Hubbard, kendini tanrı ilan etmeden önce yazdığı öyküler ve kısa romanlar, Astounding Stories tarzı dergilerde yayınlanıyordu. Bildiniz, kelimesi üç sente.
Tom Cruise ayrılacak mı?
“Altın yumurtlayan tavuk” Tom Cruise’un topluluktan soğuduğu haberleri ortalıkta dolaşmaya başladı. Yani Scientolog’larla şöhretlerin ilişkisini ele almanın tam zamanı.
L. Ron Hubbard 1954’de hem para kazanmak hem de kamuoyunda prestij kazanmak için Marlene Dietrich, Walt Disney, John Ford ve Howard Hughes gibi dev isimlere gitmiş. Onları tuzağa düşürememiş ama zamanla Chick Corea, Kirstie Alley gibi birçok ünlü müridi olmuş. Scientology’nin finansal başarısında onların varlığı çok etkili.
Fakat “Going Clear” filmine bakılırsa ünlülerin Scientology’ye bağlılığı artık daha çok mecburiyetten. Terapilerde bütün kirli çamaşırlarını ortaya dökmüşler. Haliyle şimdi bunların açığa çıkmasını göze alamıyorlar. Gerçi über-şöhretlerin durumu farklı. Mesela Tom Cruise’unki bir nevi iş sözleşmesi. Diğer üyelerin ödediklerinin belirli bir yüzdesi ona ara sıra lüks bir limuzin ya da kallavi bir özel uçak şeklinde “hediye” ediliyor. Yani “Tom Cruise hayatta ayrılmaz” diyenlerin sayısı epey fazla. Travolta’ya gelince; kendisi “Scientology, bana sadece güzel şeyler düşündürüyor” diyecek kadar saf.
Bir not: Cruise’un eski karısı Nicole Kidman Kilise’yi 1998’de, Stanley Kubrick’in “Eyes Wide Shut” filminde oynadıktan sonra terk etmiş. Zaten “Eyes Wide Shut”daki gizli örgüt, sanıldığı gibi illüminatiye değil Scientology Kilisesi’ne epeyce serbest bir göndermeymiş.
Scientology savaşları
13 yılda biten mücadele
1972’de Paulette Cooper, “The Scandal of Scientology” adlı bir kitap yazdı. Sonrasında Scientolog’lar kendi kendilerine tehdit mektupları gönderip yetkilileri genç yazarın suçlu olduğuna ikna etmeye çalıştılar. Zaten mektuplar Cooper’ın daktilosunda, üzerinde onun parmak izleri bulunan kâğıtlara yazılmıştı. Cooper defalarca göz altına alındı ama ancak FBI, Kilise’nin merkez ofisinde operasyonla ilgili kanıtlar bulduktan sonra rahata erebildi. Dava 13 yıl sonra Cooper lehine sonuçlandı.
Time’a Hitler destekçisi suçlaması
1991’de Time’da “Açgözlü Hırs ve Güç Tarikatı” başlıklı bir makale çıktı. Ve daha ilk gün Scientology merkezinden 10 avukat, 6 özel dedektif gelip editör Richard Behar’ı tehdit etti. İnanılmaz bir hızla Behar’ın kredi raporları ve kart ekstrelerine, ayrıntılı banka bilgilerine hatta mortgage makbuzlarına da ulaşmışlardı. Ardından USA Today’de toplam 3 milyon dolarlık ilanlar yayınladılar. Bir tanesinde Time’ın Adolf Hitler’i ve Nazi rejimini desteklediği belirtiliyordu.
Şehir morgundan gelen zarflar
Joel Sappell ve Robert Welkos’un yazı dizisi 1990’da Los Angeles Times’da çıktı. Cevap olarak Scientology’nin alt birimlerden Sea Org, Los Angeles’ta 120 billboard ve 1000 otobüs reklam alanı kiralayıp yazı dizisinden parça parça alıntılar yayınladı. Bağlamdan kopartıldıkları için alıntılar övgü gibi duruyordu. Bu arada Welkos’un evine şehir morgu antetli zarflar gelmeye başladı. İçlerinde insanın kendi cenazesini planlamasının avantajlarından söz eden broşürler vardı. Welkos morgu aradı ama kimsenin bir şeyden haberi yoktu.
Şantajlar, yalanlar, tehditler
Oklahoma’da çıkan Newkirk Herald Journal’da arka arkaya Scientology’yi eleştiren yazılar çıktı. Kilise’nin dedektifleri bu kez editör Robert W. Lobsinger’in kapısını çalmakta gecikmediler. Lobsinger şöyle diyor: “Karım ve çocuklarıma yaptığım korkunç şeyleri polise bildireceklerini söylediler; boş atıp dolu tutmayı deniyorlardı. Ayrıca gazeteme tam sayfa ilan vermeye çalıştılar. İlanda bir uyuşturucu sattığım ve buna benzer korkunç yalanlar vardı. Gazetem ilanı kabul etmedi. Scientolog’lar da 15 mil ötedeki bir kasabada çıkan başka bir gazeteye giderek Newkirk’teki bütün evlerin kapısına ilanın çıktığı nüshadan birer kopya bıraktılar.”
“South Park”ta hadise var!
“South Park”ın 2005’te yayınlanan “Trapped in a Closet” bölümünde bu konular ele alınmıştı. Scientology merkezi anında harekete geçti ve internette ekiple ilgili intihal ya da vergi kaçırma söylentileri dolaştırmaya başladı. Derken Chef’i seslendiren Isaac Hayes diziden ayrıldı. Gerekçesi şuydu: “Mizah başkalarının dini inançlarına hoşgörüsüz veya alaycı olmamalı. Bir insan hakları aktivisti olarak çalıştığım dizinin kendi inancıma saldırmasını kabul edemem.” Dizinin yaratıcıları çözümü Chef’i “hunharca” öldürmekte buldu.
Açık saçık telefonlar
1988’de Stephen Koff, Florida’da çıkan St. Petersburg Times’da Scientology’i yazdı ve daha makale yayınlanmadan kredi kartı firmalarından garip telefonlar almaya başladı. Ayrıca geceleri karısına açık saçık telefon çağrıları geliyordu. Derken Scientology’nin bir avukatı gazeteye dava açıldığını belirten tehditkâr bir dilekçe yolladı. Gazete makaleyi yayınladı, hem de gerçek bir cesaret gösterisiyle, yanına avukatın dilekçesini ekleyerek…
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest