Oya Baydar kitabı, Zeki Müren sergisi
Posted by gülenay börekçi on December 7, 2014 · 1 Comment
“Üç çeyrek asra yayılmış hüzün, acı, keder, heves, mutluluk, heyecan, haz anlarının şahitliğini; darbelere, kıyımlara, zorunlu göçlere, sürgünlere maruz kalmanın yorgunluğunu; bireysel ve toplumsal değişimlerde yaşanan hayal ve umut kırıklıklarını okumak, ince bir keder barındırmasının yanında insana kendi geçmişini de çağrıştırıyor.”
Semih Büyü bu kez Oya Baydar’ın Can Yayınları’ndan çıkan “an’lar kitabını”, Yetim Kalacak Küçük Şeyler’i yazdı. Biriciğimiz Zeki Müren eşliğinde…
1 sergi + 1 kitap
Evde pinekleyerek geçirmeyi düşündüğüm tek izin günümde son anda karar değiştirip kendimi sokağa atıyorum: Beyoğlu’ndaki “İşte Benim Zeki Müren” sergisine gideceğim. Yağmur çiseliyor, Bostancı’dan Taksim’e giden erguvan renkli otobüse son duraktan biniyorum. Elimdeki kitabı okumaya niyetlenmişken, otobüste onca boş yer olmasına rağmen yaşlı bir adam gelip yanıma kuruluyor. Gözlerimi devirip ters ters bakıyorum, oralı olmuyor.
Oya Baydar’ın Can Yayınları’ndan çıkan Yetim Kalacak Küçük Şeyler kitabı bir haftadır elimde, her boş ânımda okuyorum. Birkaç ay önce “O Muhteşem Hayatınız’ın üstünden iki yıl geçti, bu kış kesin yeni bir roman gelir,” diyordum; “an’lar kitabı” geldi. İyi de oldu.
Başta her Oya Baydar kitabına olduğu gibi biraz serinkanlı yaklaştım; Oya Baydar’ın metinle okur arasına tanımlayamadığım mesafeler koyan, istesek de o mesafeyi aşamadığımız bir dili var. Kendini çok rahat okutan, hemen içine alan, yormayan, sıkmayan ama bir gizlilik, sakınma, esirgeme payı da olan bir dil. Yine alıştığımız gibi…
Otobüs Kadıköy ve Üsküdar’ın caddelerinde, ara sokaklarında gezindikçe dolmaya başlıyor, camlar buğulanıyor, sıcaklık artıyor. Dışarısıyla ilişkimi kesip Yetim Kalacak Küçük Şeyler’in son sayfalarına gömülüyorum.
Üç çeyrek asra yayılmış hüzün, acı, keder, heves, mutluluk, heyecan, haz anlarının şahitliğini; darbelere, kıyımlara, zorunlu göçlere, sürgünlere maruz kalmanın yorgunluğunu; bireysel ve toplumsal değişimlerde yaşanan hayal ve umut kırıklıklarını okumak, ince bir keder barındırmasının yanında insana kendi geçmişini de çağrıştırıyor.
Çamlıca sırtlarından inip Boğaz Köprüsü’ne girerken trafik tıkanıyor. Okuduğum kitaptan kafamı kaldırıp sisler arasında belli belirsiz görünen boğaz kıyılarına bakıyorum. Altı yıl önce küçük bir şehirden İstanbul’a geldiğim o bunaltıcı eylül sabahını hatırlıyorum. Labirente benzeyen Esenler otogarında ürkekçe etrafı seyredişim, boğazımı tıkayıp gözlerimi dolduran bir yumru, yeni bir şehre, okula, insanlara alışacak olmanın dirençsizliği, çabuk vazgeçmeye meyilli olduğumu fark ettiğim an…
Yetim Kalacak Küçük Şeyler’le ilgili söyleyebileceğim en net iki şey: Cesur ve sahici. Çünkü yazılan her şey insana dair, insanî, insanca. Daha önce bu tarz bir kitap yayınlandı mı bilmiyorum fakat cesaret, içtenlik ve yalınlık; edebiyatın, an’ları edebî bir dille aktarmanın bahşettiği hazla birleşince unutulmayacak bir kitap çıkmış ortaya.
Kitabı kapatıyorum. Meydandan çok, beton bir ovayı andıran Taksim’i hızla geçip sergiye ulaşıyorum: Zeki Müren’in sahnedeki, askerdeki, okuldaki siyah beyaz fotoğraflarına, notlarına, mektuplarına, ışıltılı kıyafetlerine, topuklu ayakkabılarına; sevgilerine, özlemlerine, koca bir ülkenin ikiyüzlülüğüne meydan okuyuşuna birkaç santim uzaklıktayım.
Sevinmekle üzülmek arası, zıt, tarifi güç duygularla geziyorum sergiyi… Büyülenmiş bir şekilde ayrılıyorum salondan. Tünel’den Karaköy’e inip ilk vapura biniyorum.
Semih Büyü
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Oya Baydar ve erguvanlar… Tabii ki erguvan renkli bir otobüste okunacaktı bu kitap… Tıpkı, benim kucağımda kediyle okuduğum gibi…