Teoman’a: Seni sevenler var burada hâlâ…
Posted by gülenay börekçi on August 5, 2011 · 1 Comment
Herkes bilir, ben Teoman’ı severim. Şarkılarını da, kendisini de… Bir de uğuruna inanırım, yaptığım her yeni işte bulunsun isterim…
Çok üzüldüm müziği bıraktığını duyunca. Ama ne yalan söyleyeyim, bir yandan da sevindim, artık kendini mutlu hissetmediği bir yerde durmayabilecek gücü olduğu için…
Fakat hastayım ya kaç gündür, o yüzden yeni bir yazı yazacak gücüm yoktu; ben de tuttum yıllar önce, birtakım soytarıların şimdi kimsenin hatırlamadığı aptal bir hadise yüzünden ona saldırdığı bir dönemde yazdığım yazıyı alıp koydum Egoist Okur’a. Belki okumamışsınızdır diye. Daha da mühimi belki Teoman burda hâlâ onu sevenler olduğunu hatırlar da kalır diye… Ya da kalmaz belki, gene de bilir diye… Tıpkı şarkısında söylediği gibi… “Uyumadan uyandım/ Yine aynı dünyaya/ Karar verdim kalmaya/ Baktım dedim ki aynaya/ Acelen ne? Olacaklar olacak bir gün nasılsa/ Yaşa, yaşa, yaşa/ Seni sevenler var burda/ Yaşa, yaşa, yaşa/ Sevdiklerin var burda hâlâ…”
Seni sevenler var burada hâlâ…
Uyanmak, işitmeye başlamak demek benim için. Görmeden önce duyanlardan olduğum, seslerin hayatı anlamlandırmakta yazıdan daha etkili olduğuna inandığım için belki.
Lakin albümü, kitabı ve ‘skandalıyla’ gündeme oturan Teoman’ı kelimelerinden, müziğini sözlerinden ayrı tutamıyorum. Ve şahsi tarihini arşivlediği şarkılarını, benim hayata dair algılarımı genişlettiği, belleğimi tazelediği için de önemsiyorum.
Oysa daha genç ve küstahken, ‘kimseyi ilgilendirmeyecek bir iç döküşler silsilesi’ demiştim şarkıları için. Bireysel tökezleyişlere methiyeler düzüyor, dinleyeni ‘özel hayatın pornografisi’ni yaparak tahrik ediyordu…
Yıllar Teoman’ı değil, beni değiştirdi. Aşkın, kimse birbirine hakikaten dokunmuyor diye emniyetli zannedilen büyük şehir kalabalığında ‘yalnızlıktan sağ çıkmanın’ tek yolu olduğunu biliyorum artık. Bu yüzden aşkta zafer kazandığımızda, kendimizi ölümsüz hissediyoruz. Bu yüzden yenilgilerimiz küçük kıyametlerimiz haline geliyor. Âşık olup ölüyor, sonra yeniden âşık olup diriliyoruz. O anlardan öncesi belirsiz, sonrası zaten yok. Ve tam da bu yüzden, nüfuz edilemez yalnızlığımızla savaşırken ruhumuzu üzmenin yollarını arıyoruz. Yasakları sevişerek ihlâl ediyor, başka türlü kabul edilemeyeceğimiz kuytu hayat köşelerini âşık olarak keşfediyoruz. Haz almak adına, kendini bize vermeyene dokunmaya çalışıyoruz. Kilitli odaların anahtar deliklerinden süzülüyor, yersiz yurtsuzluğumuzu yok saymak için kendimize iki kişilik evrenler yaratıyoruz. Fethetmenin, hüküm sürmenin tek yolu O’nu kendimize aşık etmek; savaşçı ruhumuzun elinden gelen bu kadar. Direnen ruhumuzsa, başkalarının tanıklık etmeyeceği hatta umursamayacağı gözyaşları dökerek ayakta kalabiliyor. Yaşıyor olduklarını hissetmek için kollarına küçük kesikler atan insanlar gibiyiz: Acı çekiyorum, o halde varım! Biliyorum, bu acı sürmeyecek sonsuza dek, yaralarım eninde sonunda iyileşecek. Öldüğümde küçük bir kesikle yeniden dirilebilirim.
Teoman sonu olmayan hikayeler anlatıyor şarkılarında; hikayeler anlatan bir adamın hikayelerini… “Yalanlarımız güzel, inanması zevkli” diyor. “Yalan olsa bile bazen bir rüya yeter. Kendimi kandırabilirim, ikimiz de görürsek eğer” diye özetliyor peşine düştüğü mutluluk simyasını. “Bir şey sevmeye değerse, ölmeye de değer mi” diye soruyor. Özgürlüğü seçmekten, başka vücutlar sevmekten, bir şehri tam kalbinden, beyninden vurup gitmekten söz ediyor.
Daha da mühimi aşka dair sesleri kelimelere döküyor. Bedeninin başka bir bedene değmesini, spermlerinin bir kadının bacağından süzülerek ölmesini, terinin bir başkasının teninde kurumasını, öpüşlerinin güneşte eriyen kar taneleri kadar kısa ömürlü olduğunu anlatıyor. Arzu, düşkırıklığı ya da keder mırıltılarını, sert porno yankılarını, çarpılan kapıları, barlardaki uğultuyu, her yerde olduğu için hiçbir yerde olamayan bir adamın ıssızlığını dinletiyor…
Cüretkâr ayrıca. Her anını şarkılarındaki gibi yaşadığını gözümüze sokuyor. Kulaklarımızı bedenlerimizin sesine kapatarak korunabileceğimiz yanılsamamızı yıkıyor; her seferinde ölmesek, bu kadar delice tırsmasak, ne büyük aşklar yaşayabileceğimizi hatırlatıyor. Bize kendimizi; olduğumuz, olabileceğimiz, olmaya cesaret edemeyeceğimiz şeyleri unutturmuyor.
Sözünü, sesini, duruşunu engellemeyi, zihnimizdeki varlığını öldürmeyi, hata yapma özgürlüğünü elinden alabilmeyi nasıl isterdik!
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Gitgide ölüyor bir şeyler. Hayaller, zaman, içimizdeki o canlı çekirdek. Islak omuzlarımızda bize ait olan saçlara bile katlanamaz hale geldik. Oysa o ıslaklık bizimdi. Fakat hayatın ortalığı silip süpüren baskıları, saçmasapan fikirlerin üzerimize zorla giydirilmeye çalışılması bizi daima vurdu. Vurmaya da devam ediyor. Kimilerimiz içimizdeki o canlı çekirdek adına direniyor ve olan biten her şeye karşı da diretiyor. Bu dünyada yediğimiz yemekler, dinlediğimiz müzikler, seviştiğimiz kadın ve erkekler, belki de en derinimizdeki “tat” kaybolmaya başlıyor. Evet, her biri bir bakış açısına göre sonsuz da olabilir. Hiç tükenmeyecek gibi de durabilir ama işte “sanatçı”nın bir yazarın, müzisyenin dünyası her adımda törpülendiği… Read more »