Seray Şahiner: “Olanca seksiliğiyle ‘seksi kadın’ etiketini yerin dibine sokan Tatlı Betüş”
Seray Şahiner’i tanıyorsunuz, Gelin Başı ve Hanımların Dikkatine adı kitaplarından, Egoist Okur’da yayınlanan röportajlarından.
Seray Egoist Okur için bu kez en seksi bulduğu roman kahramanını anlatmayı denedi. Sonunda da Aziz Nesin’in Tatlı Betüş’ünde karar kıldı.
“Denedi” dediysem, lafın gelişi, yazdı. Hem de şahane yazdı. Ama bunun için önce içindeki “öyle yapma, böyle giyinme, şöyle yazma” diyen ağırbaşlı bir sesle savaşması gerekti. Böylece o kuru sesin hayatımızın içine ne kadar işlediğini bana bir kez daha hatırlattı. Seray Şahiner’in kıvrak mizahının tadını çıkarın. Sonra zaten soluğu kitapçıda alacaksınız. Bir adet Tatlı Betüş edinmek için…
Gülenay Börekçi
Seray Şahiner
“Onun güzelliği de seksiliği de; zekasının, sınıfsal alt yapısından gelen kininin hizmetine sunduğu silahlardır…”
“Seksi”, “çekici”, “bakımlı”, “güzel”, “zengin”… Sıfattan ziyade marka değeri taşıyan tanımlarımız var ismimizin yanına gelip bizi etiketleyen… Biz bu imaj endüstrisine kökten karşıyız, gerçekten… Ama geçen hafta düşük bel pantolon ve topuklu çizme aldık ayıptır söylemesi… E her yere de botla gidilmiyor. Gündüz kırmızı ruj sürülmezmiş, sabah daha hafif tonlar… Cahilliğimizden aynı ruju günün her saati sürer çıkarmışız sokaklara. (O da kırmızı…) Meğer rezil oluyormuşuz da haberimiz yokmuş. Neyse bir vicdan sahibi tanıdığımız uyardı da artık gündüzleri pastel tonda makyaj yapıyoruz…
Sûr borusundan çıkan sesin remiksi yapıldı, kulağımıza suni vahiyler üfleniyor. Reklamlar, filmler, masallar… Bize en güzel, en başarılı, en seksi kadın olma formülleri verilip duruyor… Biz aklı başında kadınlar olarak bunlara kat-â gönül indirmeyiz. Hem zaman kaybıdır, hem birbirimizin çoğaltılmış kopyaları olacağız diye şekilden şekle girmek yersiz gelir. Misal saçımızı yaptırırken olduk olası sıkılmışızdır. Nerden bakılsa zaman kaybı… Televizyonda gördükleri bir sürü modeli dillerine, müşterilerinin saçlarını ellerine dolayan kuaförlerin elinde oyuncak olmanın lüzumu var mı? Son bir yıl içinde saçımızın Gülşen Bubikoğlu fönünden Bihter maşasına girmedik model kalmamasına gelince… Bir arkadaşımın ağzından aktarayım: “Erkekler, sabahları uyandıklarında da erkek, saç, sakal, bıyık… Saçını eliyle yatırıyor, dişini fırçalıyor, evden çıkıyor adam. Ama bir kadının sabah uyandıktan sonra kadın olabilmesi için, biraz uğraşması lazım. O dizilerde oluyor ancak, sabahleyin yataktan fönlü ‘full makyaj’ kalkmak.” (E o kadar alıntı yaptım, artık kimse bana kızmasın, elçiye zeval olmaz.) Spor salonu meselesiyle başka, kimse kusura bakmasın, belediyelerin parklara kurduğu spor aletlerini kullanarak herkesin içinde spor yaparız da, o camekânı caddeye bakan, yoldan gelip geçenin içindeki herkesi göreceği salona yazılmayız. Kamusal alanla vitrin arasındaki farkı anlayamayacaktık da ne diye bu kadar okuduk…
Fakat hayır, spor salonuna gitmemizin, 40’tan büyük beden numarasına sahip olmayı sosyal intihar addetmemizle alakası yok. Platon’un felsefe okulunda bile temel derslerden biri beden eğitimi değil miydi? Hem ne demişler, sağlam kafa sağlam vücutta… Ayrıca spor salonları gerçekten düşünmek için birebir. Mesela koşu bantları; sürekli adım atıyorsun ama bir yere gittiğin yok. Ah, ne kadar hayata benziyor değil mi? Evet, birkaç kilo verir vermez eşofman altı-bol tişörtten, sırtı elma yeniği kesimli atlet-tayt kombinasyonuna geçsek de biz o spor salonlarında aslında kaloriden çok metafor yakıyoruz kimsenin haberi yok. O zemin kattaki penceresiz salon uygun sanki.
Bir yandan ahlak çekiştiriyor, tüketim endüstrisine, marka imajına karşı durmaya çalışıyoruz, beri yandan sistemin girdabı bizi içine alıveriyor. Ne diyordum? Evet, biz bunlara tamamen karşıyız. O kadar mürekkep yaladık sonuçta… Bize göre “bir kadının en seksi yanı” zekasıdır. “Kadın dediğin” giyindiklerine ve pozlarına değil, verdiği cevaplara borçludur tüm cazibesini. Markalara, modalara ihtiyacımız yok. Haydi hep birlikte John Berger’in ‘Görme Biçimleri’ni okuyalım…
Hal böyleyken, bana “en seksi bulduğum roman kahramanı” sorulduğunda, aklıma ilk Aziz Nesin’in ‘Tatlı Betüş’ü geldi. Şöyle bir paragrafla başlayacaktım yazıya:
“Aziz Nesin, Tatlı Betüş’te çok ‘seksi’ bir kadın karakter yaratarak, yakından bakınca seksi kadın imajını ve bu etiketin sağladığı gücü; geniş perspektifle ele alındığında ise tüm marka-imaj endüstrisini yerin dibine sokmuş.”
Ama can alıcı paragrafım şu olacaktı:
“Betüş’ün benim için en kıymetli özelliği, Aziz Nesin’in ‘haince alaycılık’ diye tanımladığı mizah gücüdür. Tatlı Betüş’ün esas karakteri, çevresindekilerin, kadın- erkek, ona hayran olduğunu bilir, hepsiyle yalnızca kendisinin zevk alacağı şekilde, ‘haincesine’ alay eder. Onun için karşısındakinin iğnelendiğini anlayıp anlamaması ehemmiyetsizdir… Zaten genelde anlamazlar. Betüş’ün zekasının muhattabı, yalnızca kendisidir. Dünyaya ironiden mizah çıkararak kafa tutar…”
Ben böyle “imajdır, şekil şemal dertleridir, tüm bu safsatalardan azade bir insan olarak” ne yazacağımı düşünüp yazmadan önce kitabı tekrar okurken fark ettim ki aslında Betüş’ten taktik kapmaya çalışıyorum… Sadece zekasının anlatıldığı bölümleri değil, topuklu ayakkabıyla yürüme adabından bahsedilen bölümleri mesela, edebi hassasiyeti aşan bir dikkatle okudum. Sonra ‘her kadının kendine has bir parfümü olmalı’ temalı bölümde, bir yurt dışına çıksam da hava alanının ‘free shop’undan ucuza parfüm alsam diye geçirdim içimden…
Sonra bir baktım ben de romanın kahramanlarına benzemişim. Hayır, Tatlı Betüş’e değil, Tatlı Betüş’ün, bakıp içten içe dalga geçtiklerine… Şimdi gözünüzdeki itibarımı biraz toparlamam gerekirse:
“Güllü, Evlatlık Şükran, Bayan Döviz, Lokum Betül, Gülcan Keklik, Çift Motorla Mis Kampena, Prenses Feşafeş, Taş Bebek, Sarışın Bebek, Yanpiri karı lakaplarıyla da anılır Tatlı Betüş… Betül, romanda dilden dile dolanan bir hurafedir. Tanıklıkla parça parça öğreniriz onu. Bir kere çok güzeldir. Gören bütün erkekler aşık olur, kadınlar kıskanır. Bolluk içinde yaşar; bu bolluğu yüksek sosyetede edindiği zengin kocalarına borçludur. Kocaları deyince, çoğul ekinin muhtevasını tahayyül ederken nekes davranmayalım… Betüş o kadar sık eş değiştirir ki eski kocalarını sokakta gördüğünde tanımaz hale gelmiştir. Biriyle evliyken öbürünü yedekler. Kah kocaları onun peşinde, kah o kocalarının peşinde; ülke ülke, şehir şehir, meslek meslek dolaşır. Dansöz, striptizci, hanımefendi, kaçakçı, prenses, köşeyazarı gibi ilgisiz kimliklerle çıkar karşımıza. Bir giyinir, saçını ordan oraya bir atar, bir göz süzer ki bütün erkekler peşine düşer. Bir öpücüğüne nail olabilmek için parababaları servetlerini döker. Döneminin modasını başlatan odur. Kendini değiştirdikçe (her evliliğinde imajını tazeler) modayı da değiştiren kadındır… Üstelik kocalarının sosyal statülerine, eğitim durumlarına göre, kah tepeden tırnağa batılı imajdadır; kah Arap esintileriyle hurma kokuları getiren bir dilber…
Betüş’ün esas adı Güllü’dür. Çocukluğunda bir eve evlatlık verilmiş, adı evvela Şükran olarak değiştirilmiştir. Evin beyi ve oğlu tarafından tecavüze uğramış, mahalledeki sevgilisi onu kaçma vaadiyle kandırıp atlatmış, sokaklarda kalmıştır. Evden atıldığı geceden sonra, yolu türlü genelevlerden, barlardan geçer. Son durak, yüksek sosyetedir. Zengin kocalar; yüksek sosyete katına çıkan asansörlerdir, güzellik ve seksilik bu asansörün çağrı düğmesidir. Artık ekseri Tatlı Betüş diye anılmaktadır…
Aziz Nesin, hicvederken kimi durumları abartsa da hikaye bana çok gerçekçi geliyor. Hayatın Aziz Nesin’inkiyle yarışan bir kara mizah duygusu var: bütün erkeklerin peşinde olduğu, yalnızca bir gece geçirebilmek için bile kendini paraladığı Betüş, seksten zevk almaz. Evlatlıkken uğradığı tecavüzler onu her türlü cinsel hazdan soğutmuştur. Ama sonraları sürdüğü lüks yaşamı, cinsel cazibesi sayesinde elde etmiştir.
Akılları baştan almayı, akılsızlarla inceden alay etmek için kullanır. Onun güzelliği de seksiliği de; zekasının, sınıfsal alt yapısından gelen kininin hizmetine sunduğu silahlardır.
Romanın, ‘Yüksek sosyetenin kız endüstrisi’ bölümünde, Betüş, daha güzel, daha alımlı, daha cazibeli görünmek için çabalayan kadınları alaya alarak kendisine hayran olanları da ters köşeye yatırır. Taktiklerini öğrenip uygulamak isteyen kadınların da, bunlara kapılıp ona aşık olan adamların da zekasını ve ahlakını yargılar. Betüş’ün eleştiri oklarının ana hedefleri ise, evvela bu kızları ‘peşinde koşulan kadın’ olmak için güdüleyen çevreleri, sonra dergiler, gazeteler, modayı ve imajları zerk eden sistemin tamamıdır.
Evet, Betüş, olunmak istenen kadındır. Her türlü koca adayı peşinde pervanedir. O bir Truva atı olarak kaleyi içerden yıkmaya yeltenir. Erkeklerin gözünü boyamak için yapılması öğütlenen her türlü numarayı bilir ve uygular. Nerde nasıl yırtmaç verilir, topuk nasıl yere vurulur, topuklu ayakkabıyla nasıl salınarak yürünür, saç nasıl ordan oraya atılır, hangi parfümü kullanmak lazımdır, kiminle ne kadar hangi konuda konuşulsa tavlamak için kafidir, nasıl cilve yapılır, bürokrat- tüccar- okumuş gibi erkek türleri ayrı ayrı yöntemlerle nasıl tavlanır… Bu ‘geçer akçe’ addedilen bilgilerin hepsiyle donanmıştır. Hatta kendisine akıl danışmaya gelen kızlardan bunalır da toptan çözüm için bu konularda öğütler verdiği bir dergi bile çıkarır. İmaj konusunda söylevlerinde de yazılarında da çok ciddi görünse de kendisini muhattab alanlarla alttan alta dalga geçer. Betül’ü, yalnız kaldığında -çok basmakalıp olacak ama- ‘acı bir gülümseme’yle tahayyül ederim hep. Kendisine fikir danışanların Betül’ün iğnelemelerini anlayacak zekası olsa bir daha değil güzel- seksi kadın; yakışıklı-güçlü erkek imajı vermek çabasıyla davetlerde salınmak, insan içine dahi çıkmaya bile yüzleri olmaz. Her türlü moda, o sıralar pek meşhur falanca artiste benzemek için sarf edilen çabalar, dışarıya mutlu aile fotoğrafı sunmak için verilen pozların külliyatı; Betüş’ün müstehzi gülüşünden nasibini alır.
Betüş, çevresindeki herkese ya acıma ya iğrenme duygusuyla bakar. İntikam duygusu sınıfsaldır. Yüksek sosyetenin en tepesine çıkmış, kendini zaman zaman kasıtlı olarak yerin dibine sokarak, içinde bulunduğu zümreyi de küçük düşürmek ve insanların parmak ısırarak baktığı kendi dayanılmaz seksi kadın imajını da ucuzlatmak ister…”
Şöyle de bitirecektim yazıyı:
“En seksi roman kahramanı kimdir bilemem ama ‘seksi kadın’ etiketini yerin dibine en güzel sokan roman kahramanıdır Tatlı Betüş; olanca ‘seksi’liğiyle…”
Kısmet olmadı, ben de Tatlı Betüş’ün ve Aziz Nesin ustanın ‘haince alay’ından nasibimi aldım.
Güzel bir siteniz var, hazırlayanların ellerine sağlık.
http://www.tabloal.com
Teşekkür ederim :)
Harika bir yazı olmuş. Okurken çok keyif aldım.:) Farklı bir yerden yola çıkmış. İyi de olmuş.