Egoist okur

Sezen Aksu Don Corleone mi, Nubar Terziyan mı?

“Sezen Aksu benim için bir yıldızdan öte, bir tanrıçadır. Duvara Karşı’nın Türkiye’deki başarısı sayesinde kapısını çalabildim. Bunu hiç unutmayacağım. Bir konserinden sonra sahne arkasındaki bölümde bizi beş dakikalığına kabul etti. Bir kanepeye oturmuş viskisini yudumluyordu. Tüm heyecanım ve bozuk Türkçemle filmi nasıl tanıtacaktım? Onu daha iyi görebilmek için çömeldim ve müziğinin benim için ne anlama geldiğini, eskiden, kara sevdaya tutulmuşken walkman’de onun şarkılarını nasıl dinlediğimi anlattım. Kendisine filmimde yer vermeyi çok istediğimi söyledim. O da ‘Ben bu işte varım’ diye karşılık verdi. Bugün bu tanrıçayla arkadaş olduğumuzu söyleyebilirim. Sezen benim için bir tür Don Corleone’dir. Ciddi bir tavsiyeye ihtiyacım olduğunda ona başvururum. Sanki ona ‘Don Corleone, benim bi’ derdim var’ demem, onun da bana ‘Merak etme, hemen Luca Brasi’yi gönderirim’ diye karşılık vermesi gibidir bu.”

Fatih Akın, Sinema Benim Memleketim adlı kitabında bunları söylüyordu. Benim de aklıma Sezen Aksu’yu Nubar Terziyan’a benzettiğim eski bir yazım geldi, okuyun istedim.

Sahi Sizin Sezen Aksu’nuz kime benziyor?

Alper Görmüş: Ahmet Hamdi Tanpınar olarak Sezen Aksu 

Nubar Terziyan olarak Sezen Aksu

Babaannemin ölüm haberi geldiğinde, sebepler bende kalsın, biz görüşmeyeli 20 yıl olmuştu. Babamı dünyaya getirmesi dışında, bir yabancı sayılırdı benim için. Üzülememiştim bile. Bölük pörçük birkaç çocukluk hatırası dışında hakkında pek az şey biliyordum, yani onu sevmek için yeterince sebebim yoktu.

Aylar sonra İzmir’e gidip bütün bir günü babaannemin evinde geçirdim. Sararmış fotoğraflara baktım, el işi yatak örtülerine, sedef kakmalı mobilyalarına dokundum. Sonra yine işlemeli bir bohçada, onun Rodos’ta, gemiye binmeden hemen önce çektirdiği fotoğrafını, üzerinde Osmanlıca-Rumca yazılar olan pasaportunu ve gelinliğini buldum. İnsan eski pasaportunu niye saklar diye düşündüm. Demek ki hep dönmek istemişti. Boğazımda bir ağrı hissettim. Toz pembe gelinliği annemin eline tutuşturup soyundum. Tuhaf, kozmik bir andı… Gelinlik yıllardır orada benim onu bulmam için bekliyordu sanki ve nihayet görevinin bittiğine kanaat getirmişti, zira onu üzerime geçirdiğim an, bir toz bulutu halinde, parça parça yere döküldü.

İşte o zaman ağlamaya başladım. Tanısam sevebileceğimi hissettiğim babaannem için. Ailemin bir bölümünün mazisini artık öğrenemeyeceğimi idrak ettiğim için. O unutulmuş mazinin benim hayatımda açtığı boşluk bundan sonra hiç kapanmayacağı için. Rodoslu babaannemin fotoğraflarıyla işlemeli yatak örtüsünü alıp çıktım o evden. ‘Kalbim Ege’de Kaldı’ diyen Sezen Aksu teskin etti ruhumu.

Müziğin böyle şifalı bir etkisi var, evet. Burası tıpkı benim ailem gibi patchwork misali parçalardan oluşmuş bir ülke ve bizler, her biri farklı topraklardan gelen, kederi de sevinci de ayrı şekillerde yaşayan bir insanlar topluluğuyuz ya; müziklerimiz dertlerimizi, mutluluklarımızı paylaşmamızı; birbirimizi anlamamızı sağlıyor. Puzzle’ın eksik parçaları usul usul tamamlanıyor, tutunacak bir dalımız oluyor. Dinlerken hissettiklerimizin adını koyamasak da, bu böyle.

Şimdi mesela Sezen Aksu’nun ‘Deniz Yıldızı’ albümünü dinliyorum. Zihinlerin karışık, geçmişin bulanık, geleceğin belirsiz olduğu bir zamanda yapılmış cüretkâr bir albüm… Aksu hayatla, tarihle, düzenle meselesini hiç olmadığı kadar açık seçik ortaya koyuyor. Geçmişe ve geleceğe bakıyor, başta Onno Tunç olmak üzere yitirdiklerini hatırlayarak karanlıkta yolunu bulmaya çalışıyor, toz haline gelmiş hatıraları rüzgara soruyor, başka bir dünyanın mümkünlerini arıyor… Şık şıkıdım ‘Menajer’ bile ağır şeyler söylüyor. “Herkes helak, bize yeni menajer lazım” sözü eski menajeriyle arasındaki şahsi dargınlıktan fazla bir şeymiş, ortada hepimizi ilgilendiren daha geniş kapsamlı bir beğenmezlik varmış gibi geliyor bana… “Her insan meyillidir ihanete, cinayete, her insan merhametli ve zalimdir ve gücün suç ortaklığında vicdan ilahi bir takiptir” diyen Aksu bireysel mücadelenin gücünü hatırlatıyor öte yandan: “Deniz yıldızının hikayesidir hayat, ne kadar kurtarırsan kâr…” Yeryüzünde kendimi ait hissettiğim tek yerin, yani bu coğrafyanın müzikal simgesi olan Sezen Aksu müziğiyle birbirimizi daha çok sevmemiz için bir sebep teşkil ederken ben dahil bir sürü deniz yıldızının da ruhunu kurtarıyor.

Öyle ya; Kırık Vals şarkısında dendiği gibi, şefkatle sırtımızı okşayacak bir Nubar Terziyan’ımız yok belki artık ama nefes alıp verirken elimizi tutacak bir Sezen Aksu’muz var, neyse ki.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
10 years ago

Tabii yazıdaki gibi özel anlarda, bu sorunun cevabına ulaşmadık. Sezen Aksu özellikle ergenliğe geçiş ve sonrasında hayatımızda yer alan biri. İlk karşılaşmamız “Belalım” şarkısı ile idi. Yeni yetme çağlarımızda etrafımızdaki arkadaşlarımız büyük bir tutku ile bu şarkıyı dinlerken, bizler ergenliğe tam erememiş olmamızdan kaynaklı olacak, pek bir şey anlamazdık. Bir de o dönemlerde, “Hadi git”,”Hadi Gel” gibi kesin emir kipi içeren birbirine zıt komutlardan hangisinin geçerli olacağı konusunda pek bir kararsızdık. Ne ilginçtir ki bizi derinden etkileyen ilk şarkısı “Kaybolan yılları” bir arkadaş partisinde ilk “Kibariye’den dinlemiştik. Tam anlamı ile kendisini tanıdığımız ve neredeyse o albümdeki tüm şarkılara hayran kaldığımız… Read more »