SİBER ÂLEM: Daha büyük, daha derin bir yalnızlık…
Demokrasi bütün görüşlerin açıkça ifade edilebildiği bir yönetim biçimi ya, dünya üzerinde de henüz bu tür bir sistemi eksiksiz bir biçimde oluşturup sürdürebilen bir ülke yok. En azından şimdilik. Bir ülke yok ama bir gezegen var, adına “Blogosfer” deniyor. Bizde kimsenin haberi olmasa da, blogosfer dünyanın şimdilik en büyük ve en kapsamlı medya gücü.
Konuya nereden geldiğimi soracak olursanız… Hayatında cep telefonu ve e-posta bile kullanmamış bir sosyolog yazar, Hal Niedzviecki bir insanın siber âlemde kaç çeşit yüzle ve hangi ortamlarda, ne şekillerde varolabileceğini öğrenmek istediği için çok acayip bir internet deneyi gerçekleştirdi. Önce mahremiyetini tüm dünyaya açtı, sonra başkalarının hayatlarını dikizlemeye başladı. Tanık olduklarını da hem kitap haline getirdi, hem de The Peep Diaries adlı belgeseli çekti. Bize de blogosferde tanık olduklarını öğrenmek kaldı…
SİBER ÂLEM: Daha büyük, daha derin bir yalnızlık…
Farkında olmayanları uyarıyorum: Mahremiyet, bireysellik, güvenlik hatta insanlık gibi kavramlara ilişkin algımızı toptan değiştirecek dikizleme kültürü hareketi çoktan başladı. Abarttığımı düşünüyorsanız size günlük hayatımızın parçası olmuş birkaç kelimeyi hatırlatmak istiyorum: Reality TV, YouTube, Myspace, Facebook, Twitter, bloglar, chat odaları, casus yazılımlar, internette dolanan ve milyonlarca kişinin gözdesi haline gelen amatör porno aktiviteleri, tep telefonlarıyla çekilmiş mahrem fotoğraflar… Birileri bizi dikizlerken, biz de birilerini dikizliyoruz sürekli. Dikizleme Çağı’nda bir zamanlar inandığımız, savunduğumuz tüm temel değerler sarsılabilir, sorgulanabilir, değiştirebilir hale geliyor. Hem de biz farkına bile varmadan..
Kitapları Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Kanadalı medya ve kültür eleştirmeni sosyolog Hal Niedzviecki bu yükselen yeni kültürün insanlığın hayatında neleri değiştireceğini merak ettiği için dijital dünyaya hızlı bir geçiş yaptı. Ve bir yıl boyunca internette yaşadıklarını önce kitap, daha sonra bir belgesel film haline getirdi. Anlayacağınız 2009’a kadar e-posta bile kullanmayan internet beceriksizi Niedzviecki kısa sürede tam bir internet canavarı oldu. Kendine bir blog açarak en derin sırlarını açıkladı, en azından herkesin öyle sanmasına yol açacak kadar çok şey anlattı. (Başlangıçta blogu pek az okunuyordu ama zamanla çok okunmanın sırlarını”işin uzmanlarından” yani öteki blogger’lardan öğrendi.) Bulabildiği her sosyal ağa katıldı, evde karısıyla yaptıklarını webcam aracılığıyla yayınladı, küçük kızının güvenliği için evdeki dadıyı, hırsızlardan korunmak için arka bahçesini gözetlemeye başladı. Babasının özel hayatını araştırsın diye bir özel detektiflik sitesiyle anlaştı, komşularını gözetledi hatta web’de yayın yapan bir reality televizyon şirketine başvurdu. (Reality Show başvurularının hiçbiri kabul edilmedi, o ayrı.) Hatta internette tanıştığı amatör pornoyla meşgul birkaç çiftle içmeye bile gitti.
Ama tabii kitabı hafif, yüzeysel bir eğlencelik değil, tam aksine epeyce karanlık ve umutsuz. Niedzviecki internet deneyimlerini derin bir sosyolojik analize tabi tutar ve blog yazarlarından reality show yıldızlarına kadar birçok kişiyle sohbet ederken, aslında hayati bir soru soruyor: Biz neyiz; bu ağın üzerindeki örümcek mi, yoksa ağa yakalanmış sinek mi?
Dijital medyanın sadece eğlence dünyasını değil günlük hayatımızı, cinselliğe bakışımızı ve politik tavrımızı da değiştirmeye aday sırlarını anlattığı The Peep Diaries adlı kitabı bu yüzden kısa sürede bir fenomene dönüştü. Oprah Winfrey bile geçen yazın kitabı olarak Peep Diaries’i seçti. Bu başarı çok geçmeden yapımcıların da ilgisini çekti ve Sally Blake ile Jeannette Loakman, kameramanlarını, ışıkçılarını ve ses teknisyenlerini alıp Niedzviecki’nin evine yerleşti. Yazarın renkli siber hayatını bu kez dünyayla bir film çerçevesinde paylaşacaklardı.
Hal Niedzviecki bu “kirli” teklifi belki boş bir anına geldiğinden, belki başladığı işi tamamlamayı uygun gördüğünden kabul etmiş olmalı. Kanada’nın Oscar’ı sayılan Gemini Ödülü’yle mükafatlandırılan The Peep Diaries adlı belgesel sonuç olarak kendimizi ve çevremizdekileri gözetlemekten ne büyük haz aldığımızı ortaya koymayı başardı. Niedzviecki ise bu kadar yoğun gözetleme aktivitesinin karşılığında ne elde ettiğimiz sorusuna “biraz daha büyük, biraz daha derin bir yalnızlık” cevabını veriyor.
Hal Niedzviecki: “İnternette ne iletişim kalıcı, ne şöhret”
The Peep Diaries adlı filmde görünmeyi niçin kabul ettiniz?
Facebook listemdeki 800 kişi için bir parti vermiştim ama partiye sadece tek bir “arkadaş” geldi. İşin kötüsü bunu okuyunca inanmayarak “atıyorsun” diyen çok kişi oldu. İnternette geçen her gün benim için ayrı bir maceraydı. Başkaları tarafından 7/24 seyredilmek açıkçası biraz rahatsız edici, huzur kaçırıcı. Öte yandan bağımlılık yapan bir yanı da var.”
Banyodan, yatak odasından insanlarla canlı sohbetler yapmak nasıl bir histi?
Manasız ama bazıları bundan zevk alıyor.
Evliliğiniz bundan etkilendi mi?
Birkaç sarsıntılı dönem geçirdik. Zaten dijital kültürün yoğun hissedildiği her evde bu tür fırtınalar yaşanıyor sanırım.
Dijital kültürün irili ufaklı starları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tanıştıklarımdan bazıları herhangi bir iletişim kırıntısı uğruna hayatlarını verebilecek tipler. Özellikle Kuzey Amerika’da insanlar gerçekten çok yalnız, üstelik yalnızlık bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılıyor. Kitabımda sözünü ettiğim Malloreigh gibi çıplak fotoğraflarını internetten yayınlayarak ünlü olmayı isteyenler gerçekten çok ama çok yalnız insanlar. Takipçilerinden birinin onları kurtaracağını umuyorlar. Malloreigh her gün binlerce e-posta alıyor ama hiçbiri yalnızlığını, mutsuzluğunu dindiremiyor. İletişim arzusuyla şohret arzusunun böyle iç içe geçmesi üzücü, çünkü internette ne iletişim kalıcı, ne şöhret… Orada kimse ünlü değil aslında, ünlü olan sadece internetin kendisi. Bir de Facebook ve Twitter gibi markalar. Geri kalan herkes kağıt mendil gibi kullanılıp atılabilen birer ticari ürün.
Simi Valley’deki Reality TV Yayın Kampı’na giderek başvuru yaptınız? Orada karşılaştığınız insanları anlatır mısınız?
Reality show’larda yaşanan hiçbir duygu gerçek değil. Rol yapmadıklarını sanıyorlar ama aslında öğretilmiş davranış kalıplarına ve yapımcıların manipülasyonlarına uygun davranıyorlar. Fakat reality show’lara katılanlar ne kadar çok rol yaparsa, sonuç gerçeğe o kadar yakın oluyor ve insanoğlunun karanlık yüzü çok net bir biçimde görülebiliyor… Bu programları, özellikle internetten yayınlananları bir süredir kaçırmadan izliyorum. Ne kadar kötüyse, o kadar tatmin olmuş kapatıyorum televizyonu ya da bilgisayarı. Yanlış sebeple izliyor olabilir miyim? Hmmm, bu show’ları izlemenin doğru bir sebebi yok ki zaten.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest