Egoist okur

Siyaset varken ölümsüzlük için uğraşmaya DEĞMEZ

İsmail Güzelsoy, “Fennî Sihirler” adıyla yayımlanacak romanların ilki olan “Değmez”de var oluşa ilişkin büyüleri şimdiye kadar tam anlamıyla çözülememiş fakat birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde oldukları hep sezilmiş iki büyük sırrı iç içe işliyor: Aşk ve ölüm. Ayrıca bize “kendisine benzemeyen hiçbir şeye yaşam hakkı tanımayan öfkeli kalabalığın çocukları” olduğumuzu hatırlatırken, aşkın ve ölümün yarattığı büyünün bileşenlerine siyaseti de ekliyor. Mutlaka okunmalı…

ismail guzelsoy egoistokur tolga meric

İsmail Güzelsoy’dan yeni roman: DEĞMEZ!

İsmail Güzelsoy, “Fennî Sihirler” üst başlığıyla yayımlayacağı kitapların ilki olan “Değmez”de, var oluşa ilişkin büyüleri şimdiye kadar tam anlamıyla çözülememiş fakat birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde oldukları hep sezilmiş iki büyük sırrı iç içe işliyor: Aşk ve ölüm.

Bu iki büyük var oluş sırrının hemen yanı başına koyduğu ya da karşısına çıkardığı siyaset ise, bazen aşkın ve ölümün yarattığı büyülerin ayrıştırılması imkânsız bileşenlerinden birine, bazen de onların karanlık yüzlerini aydınlatan spot ışığına dönüşüyor romanda.

Hatta siyasetin, romanın çoğu yerinde bu açıklayıcı rolün üstüne çıkarak, aşkın ve ölümün yanına eklenmiş, ikisinden de ayrı tutulamayacak üçüncü bir sırra dönüştüğü bile söylenebilir.

Zayıf insanın mutluluğu için

“Değmez”, karakterlerin kendi sesleriyle var olduğu, geniş kadrolu romanlardan.

“Sunuş” kısmında, İsmail Güzelsoy’un bir önceki romanından tanıdığımız Meddah Değil Efendi’nin adıyla karşılaşıyoruz. Değil Efendi’nin arzusu üzerine, yamağı ve evlatlığı Yamalak tarafından teybe kaydedilmiş tanıklıkların, az sonra okumaya başlayacağımız kitabın ana malzemesini oluşturduğunu öğreniyoruz.

Meddah Değil Efendi, romanın karakterlerinden biri değil. 370 sayfa içinde adına bir iki yerde rastlıyoruz sadece. Fakat bu bilgi, olası bir edebi tuzağın yazar tarafından önceden görülerek önleminin alındığını gösteriyor bize. Yaygın hata, karakterlerin, başlarından geçenleri doğrudan okura aktarmasıdır. Oysa roman karakterleri okuru hesaba katarak anlatamazlar. Eğer Güzelsoy, okuyacaklarımızın bir teybe anlatıldığını söylemeseydi, karakterler, yaşadıklarını doğrudan okura anlatma hatasına düşebilirlerdi.

“Sunuş” bölümünün ikinci cümlesi, kitabın edebi tekniğinden içeriğe sıçrayıp, siyasi bir okumaya davetiye çıkartıyor: “Değil Efendi’nin Anadolu kasabalarında anlattığı ‘mesel’lerin gerçek kahramanlarıyla yapılan bu sohbetler, okurun da birazdan fark edebileceği gibi, yakın dönem Türkiye tarihini anlamak açısından önemli malzemeler içermektedir.”

“Sunuş” kısmının sonunda yer alan bir başka cümle ise, romanın siyasetin neresinde duracağını, insana siyasetin neresinden bakacağının ipucunu veriyor: Kitap, “Değil Efendi’nin değerli anısına ve bu dünyada zayıf insanların da mutlu olma hakkı için mücadele eden yiğit insanlara” adanıyor.

Öfkeli kalabalığın çocukları

Roman, Nevirmor adlı tek gözü oyulmuş erkek kargayla aslında rengi bembeyaz olan Simsiyah adlı dişi karganın aşka doğru kanat çırpacağı hissedilen tanışmalarıyla başlıyor. Tanışmanın odağındaysa, Aras Nehri’nin ortasındaki buzulun içinde salınıp duran ve ölü mü diri mi olduğu anlaşılamayan, edip Faruk Ferzan var. Kendisi bile “Ne oldu bana? Öldüm mü?” diye soruyor kendine. Ölüp ölmediğini bir türlü anlayamıyor.

Faruk Ferzan’ın büyüleyici hikâyesinin içine girmeden önce, kendisini civardaki Doslar kasabasından kurtarmaya gelecek, hepsi birbirinden gizemli, tuhaf kişilerle tanışmaya başlıyoruz. Onların çekim alanlarına kapıldıkça, önce bildiğimiz bu dünyadan kopuyor, sonra da içine çekildiğimiz dünyanın yine aynı dünya olduğunu fakat romanın yarattığı illüzyon sayesinde kendimize ve hayata başka bir gözle bakmaya başladığımızı kavrıyoruz. Kargaların kendi aralarındaki konuşmalarının ya da Ninno adlı tatlı küfürbaz karakterin ayazdan toprağa kadar doğadaki canlı cansız her şeyle sözlü iletişimde olmasının içerdiği fantastik dünyanın etkisi değil burada söz konusu olan. Çünkü yazar, fantastik bir dünya kurmaktan ziyade, dünyanın sade görünüşündeki fantastiği göstermekte başarılı. Fantastik öğeleri kullanışı da, daha çok, bilinenin, apaçık ortada olanın fantastiğini göstermek için sanki.

Faruk Ferzan’ın, uzaklardaki kaptan babasını ve tuhaf okuma alışkanlıkları içindeki annesini betimleyerek çocukluğunu anlatmaya başladığı bölüm, resim sanatının gizlerini de fısıldayışıyla, okuma hazzının doruğa çıktığı bölüm romanda. Sonrasında, kitap bitene kadar, okuma hazzı aynı dorukta sürüp gidiyor. Sihirbaz Mandereyke’yle tanışması, onun “Fenni Sihirler ve Hileli Aletler Dükkânı” için resim çizmeye başlaması, Mandereyke’nin tuhaf gönül ilişkisinin sonunda bir arabanın altında kalması, annesinin babası yüzünden kendini asması, ilerleyen yıllarda Serbeste gazetesine tefrika roman yazıp çizmeye başlaması ve aykırılığına rağmen hücrelerimize tanıdık gelen bir aşka kapılması, günümüzde artık yakalanması zor bir edebi özgünlüğün yarattığı hazlarla okutuyorlar kendilerini.

Aşkın içine karışıp ona yön verense siyaset oluyor. Serbeste gazetesinin sahiplerinden Süreyya’ya duyduğu tuhaf yakınlık, önce komünizmin Faruk Ferzan tarafından keşfine, sonra da gazetenin kudurmuş halk tarafından talanına ve zorunlu ayrılığa evriliyor.

İsmail Güzelsoy, röportajlarından birinde, bu gazete talanını, “Tan Olayı” diye tarihe geçen, sol eğilimli Tan gazetesinin 1945’teki yağmalanmasından esinlendiğini belirtirken, tarihe birebir bağlı kalmadığını, onu asıl ilgilendirenin “kendisine benzemeyen hiçbir şeye yaşam hakkı tanımayan öfkeli kalabalık” olduğunun da altını çiziyor. “Hepimiz o dizginlenemez öfkenin çocuğuyuz bir bakıma,” diyor. Böylece, romanında siyasetin nerede durduğunu, insana, hayata, aşka ve ölüme siyasetin neresinden baktığını da açıklamış oluyor.

Ölüm bile siyasi bir baskı

Romanda Faruk Ferzan’dan sonra sahneye çıkan ve onun hikâyesini bazen aşa aşa romanın hikâyelerini birbirine bağlayan bir başka önemli karakterin adı Sadere.

Annesini büyük ihtimalle kendisini doğururken öldürmüş bir Avcı’yla başlayan hayatı, şifacılıktan tıbbın en karanlık alanlarına doğru ilerlerken, okur gerçekten de şoke oluyor. “İnsan yaratan”ından “İnsan Çiftliği” kuranına dek, hekimliğin ve tıbbın olası yüzlerine inanarak yer altına iniyor ve orada siyasetin ta kendisini görüyor. Ölüm, siyasi bir baskıya, siyasi bir karara dönüşüyor. Buna itiraz edip başkaldırmaksa yine kanlı bir siyaseti şart koşuyor…

Ve bütün bunlara verilebilecek tek bir yanıt var: “Değmez…”

İsmail Güzelsoy, burada sadece birkaç tanesine yoğunlaştığımız çok sayıdaki hikâyeyi ana hikâyeye bağlaya bağlaya ve her çözdüğü düğümde okuru şaşırta şaşırta yazıyor.

Belki yan hikâyelerinin sayısı biraz fazla. Belki asıl hikâyenin başlaması için biraz sabretmek de gerekiyor okurken. Ama bütün bunların sonunda farkına vardığımız ve bir daha unutamayacağımız şey hepsine değiyor…

Tolga Meriç

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments