Tanpınar’ın bir sinema tutkunu olarak portresi
Sinema dergisi Rabarba’nın Ekim sayısı okurları büyük romancımız Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yayınlanmamış senaryolarıyla buluşturuyor. Dergiyi edinmenizi hararetle tavsiye ederim ama öncesinde Tanpınar’ın araştırmacı yazar Handan İnci ve ekibi tarafından gün ışığına çıkarılan senaryolarına, film eleştirilerine kısaca bir göz atmaya ne dersiniz?
Martin Riker: “Tanpınar, Batı dünyası için heyecan verici bir keşif”
Bu sayısıyla arşivinizde bulunması gereken Rabarba Dergisi’ne teşekkürler.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın film eleştirilerinden
Korkunç Ivan, Sergei M. Eisenstein, 1945
“Çok uzun. Üç saat sürüyor. Barbar, zengin hatta aç gözlü, hiçbir ekonomisi olmayan, romantik bir eser. İhtilal nazariyesi, tarih hatası, iyi niyet, hesaplı romantizm, hakiki deha ve buluş gırla gidiyor. Teferruatının hemen hepsi güzel başka film bilmem var mıdır? Fakat Ivan’ın şahsiyetinin mübalağası ve o romantik jestler hepsini mahvediyor. Sanki herif ‘Queen Christina’nın Garbo’suna imrenmiş.
Orfe’nin Vasiyetnamesi, Jean Cocteau, 1950
“Bu geceyi ‘Orfee’de geçirdim. Film tam manasıyla Cocteau idi. Picasso ve Stravinsky müziği, bir İspanyol takımı. Hülasa fantastik bir yığın sabun köpüğü, asır başı modernizmi, kendi havası, kendi deseni. Komik sahnelerine, insicamsızlığına, irreel taraflarına rağmen insanı yakalıyor. Cocteau’nun kitapları gibi, her an bırakabilirsiniz. Fakat bırakmıyorsunuz. Sonunda da Cocteau’nun yalan ve hakikati tek probleminiz oluyor. Ne reddedilecek tarafı, ne kabul imkanı var. Elma gibi, herhangi bir şey gibi.”
Serseri Aşıklar, Jean-Luc Godard, 1960
“Modern bir ‘Romeo ve Juliet’. Fena değil hatta belkemiği çarpık olmasa harikulade tarafları var. Camus’nün ‘Etranger’sinin başka türlüsü. Belki de hiç benzemiyor. Fakat entelektüeller modern hayatı bu gözle görmeyi tercih ediyorlar. İlla ki bütün değerleri iflas etmiş olsun! Mamafih dediğim gibi fena değildi.”
Tanpınar’dan bir Boğaziçi polisiyesi
Haberi, sinema dergisi Rabarba ekibinden Kürşat Saygılı ile konuşurken aldım: İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nde yıllardır bekleyen Tanpınar arşivleri, bir süredir Handan İnci ve ekibi tarafından sayfa sayfa, satır satır okunup dijital ortama aktarılıyordu. Bir nevi arkeolojik kazı diyebileceğimiz bu çalışmanın ekip için en sürprizli kısmıysa, arada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sinema yazıları ve senaryolarının da çıkması oldu.
Defterlerinden, günlüklerinden, notlarından da anlaşıldığı üzere Tanpınar sinemaya seyirci olarak da ilgi duyuyordu. Ayrıca bu sanat dalı üzerine fazlasıyla düşünmüş, fikir üretmiş; Sergei M. Eisenstein, Charles Chaplin, Ingmar Bergman, Jean-Luc Godard gibi yönetmenlerin filmleri üzerine zaman zaman sivri dilli olmaktan çekinmeyen özgün eleştiriler kaleme almış, dahası üç de senaryo yazmıştı. İlki, kendi romanı “Sahnenin Dışındakiler”i uyarladığı “İki Ateş Arasında”, ikincisi Nabizade Nazım’ın romanı “Zehra”yı uyarladığı “İki Sevgi Arasında”, üçüncüsüyse daha baştan sinema için yazılmış orijinal bir polisiye hikaye olan “Yüzük”tü. Gelin şimdi biraz Rabarba dergisine ve Tanpınar’ın senaryolarına bakalım.
İlk yazı Handan İnci’den. Araştırma ekibini yöneten İnci, şu cümlelerle başlıyor Tanpınar’ın sinemayla olan ilişkisini anlatmaya: “Onun kadar gözleriyle yaşayan, dış dünyayı büyük bir iştahla seyreden, resim sanatıyla yakından ilgilenen, romanlarında, hikayelerinde manzara duygusunu kuvvetle hissettiren bir yazarın önünde sonunda sinema alanına girmesi kaçınılmazdı.” Ve devam ediyor: “Günlüğünü, mektuplarını dolduran notlardan da anlaşıldığı gibi sinemayı seven, ciddi ve dikkatli bir seyirci var karşımızda. Ömrünün sonuna doğru gerçekleştirebildiği Avrupa seyahatlerinden sonra sinemaya duyduğu ilginin artması, fotoğraf makinesinin sunduğu imkanlardan etkilenmesi, görselleştirmenin büyüsüne kapılması, derslerinde sık sık sinemanın büyük örneklerinden söz etmesi, Tanpınar’ın sanatında izlenmesi gereken bir süreçtir.”
(Tanpınar’ın “gecikmiş” Avrupa seyahatlerinden söz edilmesi boşuna değil, zira seyahatlerinden birinde amacının Paris’teki Filmoloji Kongresi’ni izlemek olduğunu öğreniyoruz.)
Gelelim yazarın senaryo taslaklarına… Söylediğim gibi, ilki “İki Ateş Arasında”. İkincisi, Nabizade Nazım uyarlaması “İki Sevgi Arasında”. Üçüncüsüyse “Yüzük”. (Bu mükerrer “arasında”lar Tanpınar’ın zihninin arafla, alacakaranlıkla, yersiz yurtsuzlukla, arada kalmışlıkla fazlasıyla alakadar olduğunun göstergesi olmalı. Hem zaten kendi de hayat boyu çekmemiş mi bu arada kalmışlık illetinden!)
Handan İnci’ye göre “Nabizade Nazım’ın romanı, birini erotik tutkuyla, diğerini psikolojik saiklerle sevdiği iki kadın arasında savrulan iyi yetişmiş bir erkeğin bir sokak serserisine dönüşmesini anlatıyor. “Derslerde, senaristlerin aşk, tutku, intikam, cinayet temalı bu romana neden ilgi göstermediğini şakayla karışık hep konuşurduk” diyor İnci. “Tanpınar da bizim gibi düşünmüş olmalı ki muhtemelen para kazanmak için yaptığı senaryo uyarlamasında, ‘aşkın bir çeşit sadizm olduğu’ bu elverişli hikayeden yararlanmak istemiş.”
“Yüzük” daha heyecan verici bir çalışma. Tanpınar’a bir polisiye senaryo sipariş edildiğini, onun da çok önceden başladığı bir taslağı geliştirmeye karar verdiğini günlüğünün 21 Kasım 1961 tarihli sayfasından öğreniyoruz. Handan İnci, “Tanpınar sadece bir hikaye anlatmakla yetinmemiş, kameranın atmosfer yaratmak için hangi açılarda hareket edeceğine, kişilerin yüzünde hangi psikolojilerin yakalanması gerektiğine, gerilimi yönlendirecek melodinin devreye nasıl gireceğine dair ayrıntılı notlar da almış” diyor.
“Bir Boğaziçi polisiyesi” diyebileceğimiz senaryodaki esas karakter, fotoğraf çeken, sinemaya, tarihe ilgi duyan İbrahim Görgeç. Beylerbeyi’nde oturuyor ve Tanpınar’ın deyişiyle, “sakin, biraz romanesk, balığa düşkün, etrafında olup bitene meraklı biri.” En önemlisi, senaryo yazarak geçinmeyi aklına koymuş. İbrahim, bir sonbahar akşamı Beylerbeyi’ne dönmek için bindiği Boğaz vapurunda oturacak yer ararken, çalıştığı kütüphanelerde sık sık karşılaştığı “durgun ve kibar adam” Sezai Bey’in yanında boş yer olduğunu fark ediyor. Oturmadan önce de trençkotunu çıkarıyor ve fark etmeden hemen hemen aynı renkte iki trençkotun arasına asıyor. Karşısında ise biraz korkmuşa, üzülmüşe benzeyen Ümran oturmakta. “Çok hırpalanmış, güzel kadın” diyor Tanpınar onun için. “Ömrünün meselelerinden hiç çıkamamış bir insan. Onlardan kurtulduğu zaman hayatı adeta yeni bir şey gibi keşfedecektir. Bunu bilir, özler. Asıl güzelliği de belki bu hasretten gelir.” İbrahim, “her bekar gibi sevebileceğini sandığı bir kadını gördüğü için mesut ve hülyalı” görünüyor, bir yandan da Ümran’ın, yazmakta olduğu korku senaryosuna ne kadar uygun olduğunu geçiriyor aklından. Devamı Rabarba’da…
Handan İnci’nin bu ayrıntılı yazısıyla birlikte dergide adeta yutarak okuduğum bir başka bölümse, Kürşat Saygılı’nın sinemamızın çağdaş ustası Derviş Zaim’le röportajı oldu. Zaim, “Tanpınar’ı anlayıp onun sinemaya tercüme edilmesini sağlayacak bir dilin peşine düşmek lazım” diyordu. “Kitabını alıp motamot bir şekilde filme çekerseniz ne et olur ne de balık. Üstelik düzyazı lezzeti de uçup gideceği için, hiçbir şeye benzemeyen, büyüsü kaçmış bir ürün çıkar ortaya. O zihni sinemaya tercüme edecek bir metodoloji bulmalıyız.” Katılmamak ne mümkün! Mehmet Samsakçı, Fatih Özgüven, Tomris Giritlioğlu, Murat Gülsoy ve Beşir Ayvazoğlu gibi yazarların makalelerini de kaçırmamanızı tavsiye ederim.
Tanpınar’ın film eleştirilerine gelince, aşağıda parçalarını okuyacaksınız, işte onlar bence hepsinin en şahanesi, pastanın kreması.
“Yüzük” senaryosundan bir sayfa. Kendi el yazısı.
“Yüzük” senaryosundan
“Üsküdar ve Kuzguncuk iskelelerinde kamera vapurun içinde girenler, çıkanlar üzerinde çalışacak, Beylerbeyi iskelesinde bu çalışma daha geniş tutulacaktır. Yolcular: Memurlar, küçük esnaf, daktilolar, bir-iki düşkün kadın, genç talebeler, fakir insanlar. Kamera vapurun salonunda ve iskelede ayrı ayrı çalışacak; tipik çehre, yorgunluk, eve girmek korkusu, evine erişmek saadeti gibi ifadeler arayacaktır. Bir küçük çocuk tespit edilir. Rejisör ve operatör bu iskelede karanlık sudan bir manzara yakalamağa çalışacaktır. Bu manzara sembol gibi filmin jeneriğinde de kullanılacaktır. Bu manzaranın ifadesi, bilinmez dediğimiz şey ve onun emrindeki insan kaderidir. İskelenin iki yanında Beylerbeyi kahvesinin önünde birkaç sandal. Rıhtımda bir yerde balık ağları.”
Merhaba yazınızı çok beğendim. Facebook Sayfamda adresinizi paylaşmak istiyorum izin verirseniz. Sayfa adresim https://suyaanlat.com/ruyada-yilan-gormek/