Egoist okur

Erdoğan’la Obama’dan önce ben okudum

Hatırlayacaksınız, Orhan Pamuk bir süre önce New York Times’a bir röportaj vermiş ve kitaplarla ilişkisini anlatmıştı. Sorulardan birinde, ondan ABD Başkanı’yla Türkiye Başbakanı’na birer kitap tavsiye etmesi istendi. Kabul edelim; son derece zor bir soruydu. Fakat Pamuk verdiği zekice cevapla bu zor sorunun hakkından başarıyla geldi… Benim için Barrack Obama da, Recep Tayyip Erdoğan da bahane oldu aslında. Söz konusu kitapları okumamıştım, yani isimlerini biliyordum tabii ama sıra gelmemişti, sonuçta ikisini de Orhan Pamuk’un New York Times röportajı sayesinde okuyabildim. Teşekkürler :)

Recep Tayyip Erdoğan’la Barrack Obama’dan önce ben okudum

Orhan Pamuk, New York Times gazetesine verdiği son röportajda Barrack Obama’nın Babamdan Hayaller kitabını uzun yıllar önce okuyup sevdiğini belirtiyor ve onu bir yazar olarak da yetenekli bulduğunu hissettiriyordu. Ardından çoğunlukla yakın arkadaşlarına hediye ettiği bir kitabı, bilgisayar programcısı Robert Pirsig’in 1974’te yazdığı Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı’nı okumasını öneriyordu.

Pamuk’un “Olağanüstü romantik ama roman değil. Öte yandan ciddi romanların yapması gerekeni, onların çoğundan daha iyi yapıyor, yani gündelik hayatın sıradan ayrıntılarından felsefe çıkarıyor” diye tarif ettiği Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı, sahiden şaşırtıcı bir seçim. İlk çıktığı yıllarda satış rekorları kıran kitap Doğu felsefesine yakın duruyor. Guinness Rekorlar Kitabı’na girme sebebiyse başka: Yayınlanmadan önce tam 121 yayınevi tarafından reddedilmiş. Aslında cesaret verici!

“Zen’in motosiklet bakımıyla ne alakası olabilir” diye merak edenlere kitabın minik bir özetini vermeliyim belki. Yazar, oğlu Chris’le Minnesota’dan California’ya yaptığı 17 günlük motosiklet yolculuğunu anlatıyor. 9. gün aralarına yakın arkadaşları John ve Sylvia Sutherland katılıyor. Simgesel bir şekilde “hakikati” arayan bu dört kişi, yol boyunca daldan dala uçarak felsefi konuşmalar yapıyorlar. Okur bir yandan çirkinliklerin “stil” cilasıyla örtülmeye çalışıldığı Amerika’yı “içeriden” tanıyor, bir yandan da karakterlerin felsefi tartışmalarını okuyor. Bu arada yazarın Platonvari bir üslupla aktardığı geçmişini tanıyor. Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı, modern Amerika’nın eleştirisi. Ayrıca yazarın kendi şahsi geçmişiyle bugünü aracılığıyla Doğu’yla Batı’yı, coşkuyla soğukkanlılığı, duyguyla aklı, sezgiyle bilgiyi, delilikle sağduyuyu, sonunda da oğul ile babayı “barıştırma” çabası. Pirsig’in bu nevi şahsına münhasır kitabı dört yıl boyunca gündüzleri bir bilgisayar firmasındaki ağır görevini sürdürürken geceleri 2’yle 6 arasında yazdığını da söylemek gerek. Sadece öğlenleri iki saat uyuyarak idare etmiş. (Bu “uyku” meselesi önemli. Göreceksiniz, bir sonraki kitapta, yani Tayyip Erdoğan’ınkinde az uyumanın erdemlerine dair epeyce ayrıntı var.)

Orhan Pamuk daha sonra hem Başbakan Erdoğan’ın orduyu siyasetten uzaklaştırma çabasını saygıyla karşıladığını söylüyor, hem de onun bazı katı kararlarını eleştiriyordu. “Mesela bir karikatüristi kendisini kediye benzetti diye mahkemeye vermişti. Oysa şehrimize gelenlerin iyi bildiği gibi, biz İstanbul’da kedileri çok severiz.” Bu yüzden olsa gerek Erdoğan’a okuma tavsiyesi Japon yazar Natsume Soseki’nin “zeki bir kedinin ağzından yazdığı ve okuru aşırı Batılılaşmanın şeytani tehlikelerine karşı uyardığı romanı” I Am a Cat oldu. Pamuk, Başbakan’ın bu kitabı çok seveceğine emin olduğunu da söyledi. “Peki ama neden?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. O yüzden önce biraz kitaptan bahsedeyim. I Am a Cat, Natsume Soseki’nin ilk kitabı. Adına bakıp aldanmayın; kedileri değil, elbette insanları anlatıyor. Konformizmi, iktidarı herşeyden önde tutanları, sanatı ve bilimi toplumda yükselmek için kullanananları ve genel olarak insanlığı eleştirdiği söylenebilir. Yayınlanışı bir hayli maceralı. Önce 1904’te edebiyat dergisi Hototogisu’da bir kısa öykü olarak yayınlanıyor. O kadar ilgi görüyor, beğeniliyor ki tefrika şeklinde devam etmesini istiyorlar. İki yıl sonra da bütün bölümler topluca bir roman olarak basılıyor.

470 sayfalık I Am a Cat’in gördüğü ilginin birkaç sebebi var. Bir kere Soseki, zehir gibi bir zekası olan kahramanının, yani isimsiz kedinin insanlarla tanışmasını, hasbelkader akademisyen bir yazarın himayesine girmesini, daha sonra da diğer entelektüellerle tanışmasını son derece eğlenceli bir dille anlatmış. “Taşlama” türündeki kitabı tatlı tatlı okuyor, insan tabiatının kusurlarını gördükçe de acı acı düşünüyorsunuz. Kedicik insanlarla yaşamaya devam ettikçe onlara benzeyeceğini düşünerek endişeleniyor. Hele “iflah olmaz bir budala” olarak tanımladığı, kütüphanesine kapanıp çalıştığını iddia eden ama horul horul uyumaktan başka bir şey yapmayan güya bilgili ve kültürlü sahibine zerrece saygı beslemiyor. “Bir kedi olduğum halde ben bile asla bu kadar uyumam” diyor mahzun mahzun. “Keşke komşu evlerden birinin kedisi olsaydım” diye düşünüyor sonra. Zira entelektüel, zeki ve “elitist” olmayan komşuların kedileri, sanki ondan biraz daha mutlu ve rahat.

Son olarak Orhan Pamuk cevabında ne demek istedi, onu düşünelim. Bence Başbakan’ın “alınganlığını” eleştirdi ve ona bir parça hoşgörülü olmasını tavsiye etti. “Kediye benzemek o kadar da fena bir şey olmayabilir” dedi bir bakıma. Öyle ya Soseki’nin kedisi, çevresindeki bütün insanlardan daha zeki ve kavrayışlı. Üstelik herkes onun eleştiri oklarından payını alıyor. Özellikle de sanatçılar, akademisyenler ve entelektüeller… Bu konuda kediyle Başbakan kesinlikle aynı fikirde.

Erdoğan’a tavsiye

Kedilerin bizden daha çok şey bildiğini fark etmeli

“Yaşadığım evin sahibi öğlenleri eve döndüğünde çalışma odasındaki kütüphaneye kapanıyor ve oradan pek nadir dışarı çıkıyor. Evin diğer sakinleri onun inanılmayacak kadar çok ter akıttığını zannederek pek gürültü yapmamaya çabalıyorlar. İşin fenası kendisi de çok ter akıttığına iddia ediyor ve gelen konuklara durmadan bir şeylerden yakınıp duruyor. Heyhat, aslında öyle tembel, öyle üşengeç ki. Hayatı bomboş. Ara sıra kapıyı açık bulunca odasına şöyle bir giriveriyor, her seferinde de onu sedirde horul horul uyurken buluyorum. Sanırım üniversite hocalığı aslında pek kolay bir iş. Allah korusun, insan olarak doğsaydım, hiç şüpheniz olmasın ben de bu mesleği seçerdim. Düşünsenize, böyle bütün gün uyumasına rağmen onu kovmuyorlarsa, beni yere göğe koyamazlardı.” (Ben Kobo sayesinde okudum, umarım yakında Türkçe olarak da yayınlanır.)

Obama’ya tavsiye

Bir an evvel motosiklet tamirini öğrenmeli

“Yalnızlık yeni teknolojik buluşların sonucunda üretilen araç gereçlerle ilişkilendiriliyor, dolayısıyla kişisel ve toplumsal hayatımızdaki ıssızlıktan teknoloji sorumlu tutuluyor. Televizyon, jet uçakları, akıllı binalar… Suçlular listesi böylece uzayıp gidiyor. Umarım bir gün şeytaniliğin gerçekte teknolojinin yarattığı nesnelerde değil, yalnızlığımızın kabahatini bu objelerde arama ve esas meseleyi gözden kaçırma eğilimimizde yattığını görebiliriz. Kötücüllüğün müsebbibi, şeylere bakışımızdaki katı nesnellik, hatta ikiliktir. Bu yüzden ben istersek teknolojiyi tam da kötülüğü yok etmekte kullanabileceğimizi iddia ediyorum. Nasıl motosiklet tamir edeceğini bilen bir insan, hakiki bir öz, kıymetli bir nitelik taşıyor demektir. Bu yüzden, motosiklet tamirinden anlamayan birinden daha az yalnızdır çünkü haliyle daha fazla arkadaşı vardır. Ve onlar bu eşsiz adamı asla bir tür nesne olarak görmezler. Nitelik her zaman nesnelliği yok etmeyi başarır.” (Bizde Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı.)

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments