Egoist okur

Tilkiye sormuşlar: Kurnazlık mı, yoksa bilgi mi?

Öyle yorgunum ki bugün, bilemezsiniz. İstanbul kadar yorgun sanki… O yüzden lafı uzatmayacağım… Emine Çaykara’dan dinleyin: “Bazı hikâyeler canınızı acıtır, nasıl olur diye şaşırır, inanmak istemez ve öylece kalakalırsınız. Tarihte benzeri pek çok böyle hikâye olsa da her seferinde akıl tutulması yaşarsınız. Suçlusu olmadığınız bir olayı öğrenmek çoğu zaman onunla dolaştırır sizi, yanıbaşınızdadır o hikâye, o kişi… İşte benim de başıma bu geldi. Bir kez daha…”

istanbul kurnazlik bilgi egoistokur (6)

Tilkiye sormuşlar: Kurnazlık mı, yoksa bilgi mi?

Yıllar önce onu ilk gördüğümde gözlerimi açıp, ne kadar zarif, dediğimi ve hayran hayran baktığımı hatırlıyorum. Biraz geri, biraz ileri derken uzaktan ve değişik açılardan izledim onu. Bütün oranlar bir intizam içinde insana sanki gizli bir davet gönderiyorlardı… Hemcinslerine kıyasla ufak tefek denebilirse de haşmetli ve karakterli bir duruş herkeste merak uyandırmaz mı? Bende de öyle oldu, dayanamayıp hemen ona doğru ilerledim. Bu ilk karşılaşmaydı ve kapıda Zeynep Sultan Camii yazıyordu.

Zeynep Sultan, Zeynep Sultan… Kimdi acaba?

O zamanlar cariyeler, valide sultanlar ve şimdilik harem ağalarını temsilen Sümbül Ağa gündelik hayatımıza girmemişti; berberlerde saç keserken filanca sultanın özellikleri, Osmanlı’nın nasıl bir imparatorluk olduğu tartışılmaz, kasapta II. Murat’ın Fatih’in babası olup olmadığı üzerine soru işaretleri etlerin üzerine üzerine doğru uçuşmazken tanışmıştım onunla.

Bilirsiniz, İstanbul’da bir şekilde kadınların elinin değdiği her şey pek zariftir, dikkat çeker ve onların elinin değdiği birçok yapı vardır. Gülhane’de Divanyolu’na çıkan Alemdar Caddesi’ndeki Zeynep Sultan Camii’ndeydim işte, içeri girdim ve hemen solda, avlu içinde duran mezarlara yöneldim; bir öksüz, kimsesiz hissi veriyorlardı insana. Hani oraya yerleştirilmiş ama terk edilmiş ya da oradan buradan bir araya getirilmiş. Kopuk kopuk bir hüzün hâkimdi.

Bu mezarlar kime ait? Dedim heyecanla caminin tuvalet görevlisine. Hemen mezarların karşısınaydı tuvaletler. 50 metre bile yoktu aralarında mesafe olarak…

Bilmiyorum, dedi, böyle bir soruyu ilk kez duyuyormuşcasına. Hemen her gün bu manzaraya bakıyor ama hiç de merak etmiyordu.

O ilk karşılaşma sonrası hemen araştırmaya koyuldum. Ve sonra öğrendiklerim benimle dolaştı durdu, hemen her Gülhane’ye çıkışta da ona uğramadan edemedim.Önce camiden size geçen zarafet hissini tasarlamış mimar Mehmed Tahir Ağa’dan söz etmeliyim. Mehmed Tahir Ağa’yı, Üsküdar’da tepeye kurulu ve yine barok etkisindeki Ayazma Camii’nden biliyordum, çok etkileyici ve ilginç bir camidir. Ayrıca Fatih Camii’nin son restorasyonu da onun elinden çıkmış, Beylerbeyi Camii de… Mimar Mehmed Tahir Ağa, burada, Gülhane’de, etrafında Ayasofya, Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı gibi anıtsal ve sarayın haşmetini simgeleyen yapıların arasına bu camiyi yerleştirmiş ve bunu yaparken de hem dönemsel akımları hem de çevresel faktörleri göz önüne almış. Bu yüzden cami barok tarzda, Osmanlı’nın batılılaşma serüveni etkisinde, eskiyle yeniyi buluşturmuş, o yüzden biraz Bizans kiliselerini andırıyor. Sessiz ama çarpıcı… Etkileyici ama mütevazı. Pek çok kereler görevden alınan, yeniden göreve atanan Mimar Tahir Ağa, özellikle III. Mustafa döneminin, yani 18. Yüzyılın İstanbul imar faaliyetlerinde mimarbaşı. Biz onun camisini bozarken o yaşadığı dönemde İstanbul’u güzelleştirmekle meşgulmüş. Gördüklerim, bugüne başta merak duygusu olmak üzere kültürel süreklilik açısından pek bir şey aktaramadığımızı bir kez daha gösterdi bana.

istanbul kurnazlik bilgi egoistokur (2)

Camiye adını veren ve yapımı için para tahsis eden Zeynep Sultan, Sultan III. Ahmed’in kızı, tam adı Zeynep Azîme Sultan. Zeynep Azîme Sultan, kuzeni Sultan III. Selim döneminde iki yıldan fazla sadrazamlık yapan Damat Melek Mehmed Paşa ile evliymiş ve Ortaköy’deki yalılarında otururlarmış zamanında. Fındıklılı Süleyman Paşa’nın oğluymuş, üç kaptan-ı deryalığı da volan ve 1792-1794 arası sadrazamlık yapan Mehmed Paşa, melek gibi bir adamdı herhalde ama imparatorluğun en sorunlu dönemlerinden birinde, her yer kaynarken melek gibi olmak ne kadar iyi onu bilemiyorum. Zeynep Azîme Sultan, eşinin sadrazamlığını bile görmeden 25 Mart 1774’te vefat edince burada o zamanlar olan –hikâye biraz karmaşık, uyarıyorum–türbesine gömülüyor. Melek Mehmed Paşa’nın ölüm tarihi 19 Şubat 1802, o da caminin haziresine gömülüyor. Gelelim burada bugün avluda yatan üçüncü kişiye, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’ya -nitekim caddenin adı da Alemdar Caddesi-.

istanbul kurnazlik bilgi egoistokur (3)

Şimdi burayla bağlantılı karakterleri anlayabilmek için biraz o döneme gitmemiz lazım ama özetle… Çünkü III. Selim döneminde, yani 18. Yüzyıl sonunda, imparatorluğun eyaletlerinde bağımsız derebeyleri gibi hareket eden görevlileri, Fransa, Mısır, Almanya, Rusya ile pek çok kritik süreçler yaşanıyor. 1793’te, Melek Mehmed Paşa da sadrazamken, başta bu kendi başına hareket eden görevlileri ortadan kaldırmak ve orduda ıslahat yapmak için yeni düzen anlamına gelen Nizam-ı Cedid ilan ediliyor. Bugün de dün de, bireysel ya da toplumsal hiçbir değişim kolay olmaz, bilirsiniz. İmparatorluk toprakları içindeki ve dışındaki devletlerin hareketliliği bir yana zor bir yüzyıl bu, ki arkasından daha da zoru, daha da sancılısı gelecek. Bu yeni düzene karşı olanlar tam 14 yıl sonra bir büyük isyan çıkarıyorlar ve İstanbul’da kıyamet kopuyor. Yeniliği yapan Sultan III. Selim tahttan çekiliyor, IV. Mustafa geçiyor. Kabakçı Mustafa İsyanı diye tarihe geçen ve 1807 yılında yaşanmış bu olayda Kabakçı Mustafa öldürülüyor ama isyancılar o kadar kızgın ki Anadolufeneri Kalesi’ndeki topları kullanarak Rumelifeneri köyünü yakıyorlar. Rumelikavağı, Sarıyer, Yeniköy’ü harap ediyorlar ve dönem tarihçilerinin anlattığına göre İstanbullular kayıklarla kaçarak canlarını kurtarmaya çalışıyor.

istanbul kurnazlik bilgi egoistokur (4)

Rusçuk Beylerbeyi Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’den ve orduda yenilikten yana. Bu isyanda onun adamları da var ve yeni düzene karşı olanlar tarafından öldürülüyor. Alemdar, askerleriyle İstanbul’a gelerek sarayı basıyor, III. Selim’i tahta çıkaracağını sanırken sultan ölmüş bile. IV. Mustafa’yı indirip Sultan II. Mahmud’u tahta geçiriyor ve kendisi de sadrazam oluyor. Sadrazam oluyor ama İstanbul hâlâ kaynıyor. Alemdar’ın konağı da o zamanlar bu caminin yanında. Sadrazamlığının üzerinden dört ay geçtikten sonra İstanbul’da bir büyük ayaklanma daha oluyor ve yeni orduya karşı çıkan yeniçeriler bu defa onun konağını ablukaya alıyor, sarayın ve Bab-ı Ali’nin hemen dibindeki konağı ateş altında kalıyor. Kurtuluşunun olmadığını gören Alemdar Mustafa Paşa konağın barut deposunu havaya uçurarak bir tür intihar ediyor, hem kendi ölüyor hem isyan halindeki yeniçerileri öldürüyor. Patlama ve Alemdar’ın ölümü sonrası isyan ve kızgınlığın önü alınamıyor, cesedini bulup önce Etmeydanı’ndaki bir ağaca asıyorlar, sonra da Yedikule’de bir kuyuya atıyorlar. Bu olayların tarihi 1808. Aradan yüz yıl geçiyor, II. Meşrutiyet ilan ediliyor, cesedi kuyudan çıkarılıyor ve bu camiye gömülüyor…

istanbul kurnazlik bilgi egoistokur (5)

Bitmiyor… 1912’de Cemil Topuzlu, yani o zamanki İstanbul Belediye Başkanı Cemil Paşa atlı tramvay yolu yapmak için Zeynep Azîme Sultan türbesini ortadan kaldırıyor ve mezarlar caminin bodrumuna indiriliyor (Bu arada bu proje için caminin karşısındaki Mimar Sinan eseri Caferağa Medresesi’nin çeşme ve sebil de yıkılıyor!) 38 yıl sonra, yani 1950’de bodrumdan şimdiki yerine yerleştiriliyor Zeynep Azîme Sultan’ın, eşinin ve de Alemdar’ın kabri…

istanbul kurnazlik bilgi egoistokur (7)

Diyelim ki camiyi ziyarete gittiniz, e buradaki çeşme ve sebil ne, derseniz, onlar bir zamanlar Sirkeci’de duran Sultan I. Abdülhamit Kabrine ait… Yani sonradan buraya taşınıyorlar. Bugün bu çeşme ve sebil büfe/depo olarak kullanılıyor; Cheetos, meşrubat, su, sigara, bisküvi, ne isterseniz var! Camii içinde harap haldeki kırık dökük üç mezardan birinde, mezar taşı çiçekli ve bitkisel motiflerle süslü olanda Zeynep Sultan yatıyor (yani isimsiz ama mezar taşı bir kadını işaret ediyor). Camii ne kadar davetkâr ve mütevazı olsa da ruhu zedelenmiş bir kere, ben o yüzden doğrudan içeri girmek yerine her seferinde Zeynep Sultan Camii’ne uzaktan şöyle bir bakıyorum ve kapıdan içeri öyle giriyorum. Bu bir ritüel gibi, bilirsiniz, çok konuşarak, gürültüyle, gerilimle ruha inilmez; kişinin ya da mekânların ruhu olsun fark etmez… Camii içi zaten sessiz. İlginç olan şu ki o trafik hengâmesini duymaz oluyorsunuz içeride (Üsküdar’da Valide Camii diye bilinen babaannesi, Gülnuş Emetullah Valide Sultan Camii’nin içinde olduğu gibi). Tık… Başka bir aleme kapı açılıyor… O korkunç yeni dönem saldırılarını, pespaye eklentileri, saygısızlığı, kadir bilmezliği, mirasyediliği unutturmaya, sizi tüm bunlardan uzaklaştırmaya çalışan sihirli bir perde iniyor sanki.

istanbul kurnazlik bilgi egoistokur

İstanbullu tilkiye sormuşlar; kurnazlık mı bilgi mi diye… Ne cevap vermiş dersiniz… “Ben de karnımı doyurmak için kurnazlığımı maskeledim evet ve aynen bu şehirdeki insanlar gibi karşımdakini de aptal yerine koydum ama hiçbir zaman hem kazanıp hem de mağduru oynamadım, o yüzden bilgiyi tercih ederim.”

(İstanbul’daki kırık dökük sahipsiz gibi görülen mezar taşları inceleniyor, kitaplar hazırlanıyor neyse ki. Rizeli Tarih Araştırmacısı İshak Güven Güvelioğlu da, ‘Osmanlı Mezar Taşları ve Zeynep Sultan Haziresi’ isimli bir kitap çıkarmış, meraklılara duyurulur.)

Emine Çaykara

www.eminecaykara.com

Subscribe
Notify of

3 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Dilek V.T.
13 years ago

Yaşasın tilki yine gayet kurnaz bir laf etmiş !

Mekanın hazin hikayesini bizlerle paylaştığın için teşekkürler, hakikaten enteresan bilgiler öğreniyoruz yazılarınla Eminecim…

Emine
13 years ago
Reply to  Dilek V.T.

Sağ ol Dilekcim, ben de editörümün giriş cümlesini çok sevdim: ‘Öyle yorgunum ki bugün, bilemezsiniz… İstanbul kadar yorgun sanki…’

10 years ago

Cami’yle ilgli hem tarihi hem de hislerinizi bir arada işlemeniz çok hoş olmuş. Sanırım, tüm yazılarınızı okudum; ama, bu başkaydı. Selamlar.