Ülker İnce: “Çeviri çevirmenin metnidir; o üretmiştir…”
Posted by gülenay börekçi on October 6, 2014 · 2 Comments
Toni Morrison, Amanda Filipacci, Lawrence Durrell, Italo Calvino gibi müthiş yazarlardan yaptığı çevirilerle tanıyorsunuz Ülker İnce‘yi. Mesela adını duyduğumda benim aklıma olağanüstü bir titizlik ve zarafetle Türkçe’ye kazandırdığı İskenderiye Dörtlüsü geliyor ilkin.
Oscar Wilde‘ın Dorian Gray’in Portresi romanının ilk kez sansürsüz yayınlandığı haberini vermiştim size daha önce. O da Ülker İnce’nin çevirisiydi. Ona “nasıl iyi çevirmen olunur, çeviri edebiyatımıza baktığınızda en rahatsız edici bulduğunuz şey ne, çeviri metin yazara mı çevirmene mi aittir” gibi soruları sorduğum bu röportajı arşivden bulup çıkardım. Çeviri üzerine bir ders gibi de okunabilir.
Ülker İnce’nin çevirdiği yazarlardan bazıları: Italo Calvino, Amanda Filipacci, Oscar Wilde, Lawrence Durrell…
Ülker İnce: “Çeviri çevirmenin metnidir; o üretmiştir…”
Siz yalnızca çevirmen değil, aynı zamanda bir eğitmensiniz de. Eğitim gerçekten de çevirmenlerin niteliğinde etkili oluyor mu?
Çeviri, sadece çeviri yaparak öğrenilmiyor. Bu yüzden de onlarca kitap çevirmiş bir çevirmen hepsinde aynı sakarlıklara devam edebiliyor, deneyim sahibi olmak ille de iyi çevirmen olmak anlamına gelmiyor. Öte yandan çeviri eğitimi almış birinin çeviri okulundan mezun olur olmaz hemen iyi çevirmen olması da neredeyse olanaksız, çünkü deneyime gerek var. Bence en iyisi, eğitimle deneyimin ya da kuramla uygulamanın birleşmesi.
Bu süreç sizce nasıl işlemeli?
Gerçek hayat koşullarında deneyim edinmenin yeni bir eğitim dönemi olması gerektiği kanısındayım. Bir çıraklık döneminden söz ediyorum. O zaman bir de usta gerekiyor. Yayınevi çevirmenliği için konuşacak olursak, bu görev editöre düşüyor. Acemi çevirmen ile editör arasında kurulacak bir usta-çırak ilişkisi çevirmene çok yararlı olabilir. Bu ilişki ancak çevirmen editörün bilgi ve deneyimine güvenirse kurulabilir. Çevirmenin çeviri kararlarını ve seçimlerini, “Bu olmamış, yanlış, hoş değil, kulağa hoş gelmiyor,” diye eleştiren bir editöre çevirmenin güven duyması beklenemez. Eleştirilerine sağlam bilgiye dayanan açıklamalar eşlik etmeli.
Okullarda nasıl bir eğitim söz konusu?
Ben yine kendi bildiğim çeviri bölümü için -Boğaziçi Üniversitesi- konuşacağım. Doğrudan doğruya uygulama dersleri de var: Teknik çeviri, yazınsal çeviri, tiyatro çevirisi, ekonomi metinleri, hukuk metinleri çevirisi gibi; çeviri becerisine dolaylı olarak yardımcı olacak dersler de var: Dilbilim, sözcük bilgisi, metin çözümleme, metin üretme dersleri gibi; kuram ve çeviri eleştirisi dersleri de var, özel ilgi ve uzmanlık alanlarına yönelik dersler de. Şöyle kabaca bakıldığında program yeterliymiş gibi görünüyor ama bu okutulanlar öğrencileri yetersizlik duygusundan kurtarmaya yetmiyor.
Peki nasıl iyi çevirmen olunur?
Bir zamanlar her yabancı dil bilenin doğal olarak çeviri de yapabileceği düşünülürdü. Çünkü daha ziyade dille ilgili bir edim olarak görülüyordu. Oysa bugün bunun, boşlukta çeviri yapmak gibi bir şey olduğunu biliyoruz. Çevirmen boşlukta çeviri yapmaz, çevirdiği metin de boşlukta üretilmemiştir. Evet, dilsel bir üründür ama belli kültürel, tarihsel, coğrafi koşullarda, belli tüketiciler için belli bir amaçla üretilmiştir ve farklı tarihsel, kültürel, coğrafi koşullarda, farklı tüketiciler için, belki de farklı bir amaç için çevrilecek, yeniden üretilecektir. Çevirmenin her şeyden önce bunların bilgisine sahip olması gerekir. Sonra, çevirmen için çok temel önemde olduğuna inandığım bir bilgi daha var: Çevirmen her şeyden önce bir metni okumadan çeviremeyeceğini bilmelidir. Nasıl olur, çevirmen metni çevirebilmek için zaten okumak zorundadır, diyebilirsiniz. Ama ben metni bütün üretiliş koşulları içinde yorumlamak ve anlamaktan söz ediyorum. Çok gördüm, metni hiç anlamadan çeviren çevirmen, sözcükleri ve yapıları çeviren ama ne dendiğini anlamayan… Oysa metin kuramlarından biliyoruz ki; sizin için bir metnin anlamı siz o metinden ne anlıyorsanız odur. Bir metni herkes aynı türde okuyup aynı türde anlamaz. Çevirmen, metni ancak kendi anladığı gibi aktaracaktır. Eh, anladığı bir şey yoksa o zaman neyi aktaracak?
Çeviri edebiyatımıza baktığınızda en rahatsız edici bulduğunuz şey ne?
Çeviri metinlerde en çok dikkatimi çeken şey, çevirilerin yürek sızlatacak derecede yanlış bir çeviri tutumu yansıtması, yani sadakat adına okunmaz, anlaşılmaz metinler üretilmesi. Çevirmenlerin kendi yorumlarına sadık kalmak yerine kaynak metnin sözcüklerine ve söz dizimine sadık kalmalarının çarpık sonuçlarını bol bol görüyoruz. Şimdi bakın, şurada elimin altında bir çeviri var, ondan örnek vereyim. Fazla aramama gerek yok, hangi sayfayı açsam bulurum: “Alevlerin yiyip bitirdiği binalar,” deniyor mesela şurada. Allah aşkına, eviniz yansa ve biri size ne oluyor diye sorsa, ona, ‘Alevler evimi yedi bitirdi,’ mi dersiniz, yoksa ‘Alevler evimi yakıp kül etti’ mi? Bir başka örnek: “Üç yana açılan iki kanatlı pencereleri olan bir kule.” Nasıl bir pencere bu diye dakikalarca düşündüm. Sonra anladım ki üç yöne bakan üç pencereden söz ediliyor. Böyle bir çevirmene okur güven duyamaz. İşin tuhafı, metne sadık kaldığını sanan çevirmenin metne sadakatinden kuşkulanmaya başlar. ‘Sadık olsa böyle garip bir şey söylemez,’ der.
O cümledeki pencereyi hayal etmek bile mümkün değil.
Çevirmen eminim o pencerelerin üç ayrı yöne bakan üç pencere olduğunu anlıyor ama kaynak metindeki ‘açılan’ sözcüğünden vaz geçip ‘bakan’ diyemiyor ve okura kök söktürüyor. Okur da o zaman çevirmenin sadakatinden kuşkulanmaz mı? Yanlış sadakat anlayışı dediğim şey bu, sözcüklere ve cümle yapısına sadakat. Okur olarak bize ne faydası var bunun, zorlanmaktan başka?
Bu sorunlar niçin bu kadar yaygın?
Birincisi editörlük kurumu gerektiği gibi işlemiyor bizde. İkincisi ekonomik. Kitap çevirmenleri hayatlarını çeviriyle kazanamıyor, kitap tirajları o kadar düşük ki. Rekabet tersine işliyor, daha doğrusu iyilerin seçilmesi için değil, onların elenmesi ve geri kalanlara daha az paraya -ve tabii ki daha kötü- çeviri yaptırılması şeklinde bir rekabet var.
Ülker İnce dendiğinde ilk akla gelen İskenderiye Dörtlüsü oluyor…
Ben İskenderiye Dörtlüsü’nde kafamda oluşturduğum metni çevirdim. Okuyanlar memnun kaldılar mı, bunu konuşalım. ‘Acaba bu metin Durrell’ın metnine uygun bir çeviri mi,’ diye bir sorgulama olmadı. Okurlardan söz ediyorum, tabii eleştirmenler ayrı. Sorgulama olmadı, çünkü o çeviri okurla güven ilişkisini kurmuştu. Demin verdiğim örnekteki gibi ‘üç yana açılan iki kanatlı pencere’ türü şeyler yoktu. Çeviri sorun çıkarmadığı zaman, okur sorgulamaya girişmiyor. Yani çevirmenin yazara sadakatinden hiç kuşkulanmıyor. O çeviride bir başarıdan söz edilebilecekse bundan söz edilebilir. Ben metni okurken kafamda oluşmuş metni çevirdim. Şunu vurgulamak isterim, çevirmenin kafasında bir metin oluşmamışsa, çevireceği hiçbir şey yoktur, sözcükleri ve cümleleri çevirir yalnızca.
O halde çeviri metin, öncelikle çevirmenine mi ait sayılmalı?
Çeviri tamamen çevirmenin metnidir. Çünkü o üretmiştir.
“Çeviri, iyi bir metin olma sıfatını hak ediyorsa sorun yoktur”
Dille uğraşmak kendimi bildim bileli bana hep heyecan veren bir şey oldu. Çeviri de bunun için biçilmiş kaftandı. Yazarlığa da götürebilirdi beni. Ama ben çevirmenliği sevdim. Yazarlıktan farklı olarak, çeviri bana hiç yazamayacağım pek çok kitabı çevirme, bir anlamda yazma, olanağını veriyor. Örneğin ben hiçbir zaman bir bilim kitabı yazamayacağım, ama çevirebiliyorum.
Çevirmen jeoloji kitabı çevirecekse jeoloji bilmeli mi? Tartışılır. Bence o alanın uzmanı olmaktan ziyade çevirinin uzmanı olmak daha önemli. Bir sosyolog sosyoloji kitabı çevirdiğinde anlaşılmaz bir metin çıkabiliyor ortaya, çünkü sosyolojiyi biliyor ama çeviriyi bilmiyor. İyi bir çevirmen konunun uzmanı olmamaktan gelen eksiklerini tamamlayabilir. Sözlüklerden, ansiklopedilerden, o konuda daha önce yayımlanmış kitaplardan, uzman kişilerden yararlanabilir.
Çevrilmesi imkânsız kitapların var olduğu söylenir. Yine de biri çıkıp çevrilmez denen kitabı çevirebilir. Bugüne kadar bunca kitap çevrilmiş, demek ki olabiliyor. Çeviri, iyi bir metin olma sıfatını hak ediyorsa sorun yoktur.
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Ne güzel bir dergiydi Picus, kapanınca üzülmüştüm.
çevirmen üretmiştir biraz iddialı ama haklı yanı var.