“Ulysses”i okumadım ve bundan utanmıyorum!
Belki de okumadıklarımızdan değil, bazı okuduklarımızdan utanmamız gerekiyordur, kim bilir… Pierre Bayard’ın “Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz” başlıklı eserinin aklıma getirdikleri üzerine… Yazıda birkaç itiraf da var.
Joyce’un “derin sesli, uykulu, sabırsız” karısına mektupları
“Ulysses”i okumadım ve bundan utanmıyorum!
Parisli Fransız edebiyatı profesörü Pierre Bayard’ın “Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz” başlıklı eseri, görür görmez kaptığım kitaplardan oldu. Joyce‘un “Ulysses”ini okumadığımı söylerken artık yüzüm daha az kızarıyor.
Zira ben çok okurum; kendimi bildim bileli okumak bende bir nevi bağımlılık. Bir zamanlar geceleri evdeki herkes uykuya çekildikten sonra yorganın altında el feneriyle gizlice kitap okuyan küçük bir kız vardı ya, o bendim mesela. Okulda ders kitaplarının arasında sürekli başka kitaplarla yakalanan kız da bendim. Hâlâ akşam yattığımda, sabah uyandığımda, ne bileyim vapura bindiğimde, bir kafede buluşacağım kişiyi beklerken hep okuyorum. Kimse de niye okuyorsun diye sormuyor, çünkü işim bu. Üstelik röntgenciyim, başkalarının ne okuduğunu da merak ediyorum. İlk kez gittiğim evlerdeki kütüphaneleri inceliyorum çaktırmadan, orada beni bekleyen bir hayal kırıklığı var mı diye baştan görmek için. Yahut metroda, otobüste kitap okuyan biri ilişmişse gözüme, elindeki kitabın kapağına bakmak, ne olduğunu anlamak için bin türlü cambazlık yapıyorum. Bir gün yazacağım okuma maceralarımı, kitaplar uğruna başımı nasıl dertten derde soktuğumu… Ama pişman mısın diye sorun! Hayır, değilim, gene olsa, gene yaparım.
Anlayacağınız hiçbir kitabın kapağını açmadan yaşamak bana göre değil. Ben kelimelere, hikâyelere, kitaplara aşkla bağlıyım. Yine de okumadığım çok kitap var. Üçüncü sayfada esneyip yarım bıraktıklarımdan, beşinci sayfada bıkkınlıkla bir kenara fırlattıklarımdan, daha kapağını görür görmez kurtulmanın yollarını aradıklarımdan bahsetmiyorum. Onlar zaten konu dışı
“Buradaki kitapların hepsini okudun mu?”
Öte yandan “Bu kitapların hepsini okudun mu?” sorusuna acayip sinir oluyorum. Zaten içten içe saldırgan bir soru bu. İşin kötüsü uygun cevabı kestiremiyorum. “Evet” desem, olmayacak. Yalan çünkü. Mesela Joyce’un en ünlü romanı “Ulysses”i azıcık okudum, “Finnegans Wake”inse kapağını bile açmadım. (Umur Çelikyay’ın çevirisiyle Aylak Adam’dan çıkan “Finneganın Vahı” çevirisine de hiç bakmadım.) Proust’un 7 ciltlik “Kayıp Zamanın İzinde”sini de orasından burasından okuyabildim sadece. Kitaplarını aldığım halde okumaya başlamadığım başka birçok yazar var. Zamanları gelecek diye umuyorum. Ayrıca bütün kitaplar okunmak için değil bence, bazılarını başka sebeplerle alırsınız. Hiçbir yerde bulamayacağınız bilgileri içerdiğinden, kapağını veya içindeki resimleri beğendiğinizden, sevdiğiniz bir yazarın külliyatını tamamlamak istediğinizden yahut sadece o kitabı kütüphanenize yakıştırdığınızdan, onun orada durup sizin tarafınızdan keşfedilmeyi beklemesi fikrini heyecan verici bulduğunuzdan… Tutkuyla okumanın ne olduğundan habersiz birine bunları anlatmak imkansız. Öte yandan “Hayır” cevabı da yakışıksız. Peşi sıra gelecek alaycı tebessüme katlanamayabilirsiniz. En iyisi soruyu unutturmanın bir yolunu bulmak; ben de yıllardır bunu yapıyorum.
O yüzden Pierre Bayard’ın kitabını görür görmez kaptım. Okumanın kutsandığı, bir yandan da çelişkili bir biçimde yüksek edebiyatın sadece seçkin bir zümrenin tekelinde addedildiği bir dünyada yaşadığımızı söyleyen Pierre Bayard kendi deyişiyle, “bir şarlatan, bir edebiyat atmasyoncusu”… “Çünkü üniversitede ders veriyorum ve öğrencilerime çoğu zaman kapağını bile açmadığım kitapları anlatıyorum” diyor. Aslında bunlar şaka yollu ifadeler, suçlu falan hissetmiyor. Bunun yerine karşılaştığı baskılardan söz ediyor. İlki, “okuma mecburiyeti”… Çünkü hâlâ bir eylem olarak okumanın kutsallaştırıldığı toplumlarda yaşıyoruz. İkincisi, “baştan sona okuma mecburiyeti”… Bir kitabı çok çabuk okumak ya da göz gezdirmek, hele bunu açıkça dile getirmek her zaman küçük görülen bir şey. Üçüncüsü, bir kitabı anlatabilmemizin ilk şartı olarak o kitabı okumamızın gerekmesi. Peki, bu baskıların sonucunda ne oluyor, millet daha mı çok okuyor? Yoo, hiç de değil. “Mecburiyetler ve yasaklarla insanı zora sokan bu sistemin sonucu, yaygın bir riyakârlığın ortaya çıkması olmuştur” diyen Bayard’a göre kitap okuma konusu, para ve cinsellik hariç, özel hayatın halihazırdaki en mahrem alanı.
Bir akademisyene ya da sevgiliye nasıl yalan söylenir?
Bir tabuyu kurcalamaya cüret eden Bayard haklı, iyi bir okur sayılmak için kitapları, tespih taneleri gibi peş peşe dizmek gerekmiyor, okumak kişiye seçme ve eleme hakkı tanıyan bir sistem. O sisteme dahil etmediğiniz parçaları, “Finnegans Wake”i okumamanız sizi cahil ya da kültürsüz yapmıyor. Ayrıca “Ulysses”ı parça parça okumuş bir Joyce tutkununa kulak vermek, hızlı okuma kursuna gidip bütün kitaplarını üç günde okumuş birinden kesinlikle daha iyidir. Teorisini güçlendirmek için Montaigne, Proust ve Umberto Eco’dan hatta popüler kitaplarla filmlerden, mesela Harold Ramis’in yönettiği “Groundhog Day”den destek alan Bayard, birtakım tiyolar da veriyor. Farklı durumlarda, mesela kalabalık bir yemekte, ciddi bir akademisyenle sohbet ederken, bizzat yazarıyla yüz yüzeyken ya da sevgilimizle beraberken okumadığımız bir kitaptan konuşmak zorunda kalırsak, ne söylememiz, belayı nasıl savuşturmamız gerekir, öğreniyoruz.
Ben çözümü buldum: Bir kitabı okuyup okumadığım sorulduğunda doğruyu söylüyorum. Karşımda yazarı duruyorsa bile fark etmiyor, okumamışsam, “Okumadım” diyebiliyorum. Bunu kişisel karnemin günahlar hanesine falan da eklemiyorum. Sonuçta zevk benim, seçim benim, öyle değil mi? Tıpkı kime âşık olacağıma, kiminle sevişeceğime veya kimden hoşlanmayacağıma benden başka kimsenin karar veremeyeceği gibi…
Hem İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından David Lodge, “Okumadığımız kitaplar hakkında konuşurken gereken tek şey, bundan utanmamaktır” dememiş mi?
Gülenay Börekçi
Kitaptan başlıklar
Umberto Eco bile her şeyi okumuyor!
♠ Önemli olan okurun, gerçekte bir zaman kaybı olan şu ya da bu kitabı okuması değil, kitapların tümü hakkında Robert Musil’in “genel görüş” dediği şeye sahip olmasıdır.
♠ Montaigne’e göre, okuduğumuz ama zaman içinde adını bile hatırlamaz hale geldiğimiz bir kitabı gene de okunmuş bir kitap saymalıydık.
♠ Balzac bir kitabın durağan bir nesne olmadığı, mürekkep lekeli bir sicimle bağlanmasının bile kitabın hareketliliğini engellemeye yetmeyeceği görüşündeydi. Bu yüzden bir kitabı her okuyuşta yeni bir kitap okumuş gibi olabiliyordunuz. Paul Valery ise bir kitap hakkında makale yazmak için o kitabı karıştırıp sayfalarına şöyle bir göz atmanın yeterli olduğuna inanıyor, hatta bazı kitaplar söz konusuysa yazmadan önce okumanın sayısız sıkıntılar yaratabileceğini düşünüyordu.
♠ “Eleştirisini yapacağım bir kitabı asla okumam, insan o kadar etkileniyor ki” diyen Oscar Wilde bir kitabı okumak için en uygun sürenin altı dakika olduğunu öne sürmüştü, bu süre uzarsa okuma süreci zihnimizde kendi otobiyografimizi yazma sürecine dönüşebilirdi.
♠ Umberto Eco’suz olmaz. Üstada göre bir kitap hakkında söylenenlere kulak vermek de okumak kadar çok önemli. Mesela bir kitaptan ayrıntılı olarak bahsetmek için kimi zaman onu elinize almanız bile gerekmiyor. Tabii başka okurların o kitap hakkında fikirlerini dinlemek veya okumak koşuluyla…
Yazılarınızı düzenli takip ediyorum gülenay börekçi :) Size hayranlığımız saklayamam sizden bir ricada bulunmak istiyorum ..Egoistokurdaki yazılarınızı kişisel blogumda yayınlamak istiyorum izin verir misiniz ?
İyi de başkalarının yazılarını almak yerine neden kendi yazılarınızı yazmıyorsunuz?
Ben de okumadım:)
Hayır ben kendi yazılarımıda yazıyorum lakin sizinkileri de paylasmak istiyorum :) siz yanlıs anladınız kendi yazılarım gibi göstermek gibi bir gayem yok kaynak olarak sizi gösterecegim
Bence gerek yok, yapmayın. Teşekkürler yine de, sorduğunuz için.
Aklıma Hemingway’in Savaş ve Barış’ı nasıl atlayarak okuduğunu anlattığı bir kitap geldi. Sanırım ismi “Yazmak üzerine”…
O kadar uzun kitap başka türlü okunmaz gibi bir cümlesi vardı:) Bir kitabı bu kadar kutsallaştıramamak fikri iyiymiş, faydalı yazı için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim :)
Hemingway’in yazdığını bilmiyorum, bulmaya çalışacağım.
Buldum:) buradaydı.
http://www.645dukkan.com/products/yazmak-uzerine-ernest-hemingway
Çok teşekkürler yeniden :)
peki tesekkürler