Egoist okur

Utanç

“Boncuk artık o handan bozma apartmanın girişinde ya da otelde kalıyor, gün doğunca dolaşıyor, ganyancıdan çıkıp döviz bürosunda turluyor, gişelerdeki memurlarla selamlaşıyor, dövmecide serinliyordu. Yemek ikramınız karşısında gözleriyle konuşur, sohbetin bölünmesine izin vermez, siz uzaklaştığınızda sessizce elini sürer ve yerine çekilirdi. Sokaktaki kedi dışında herkesin sevgilisiydi. Arada onu sevenlere göz süzüp arsızlık yapmasa ona da aldıracağı yoktu.”

Emine Çaykara‘yı tanıyorsunuz, yazar, gazeteci, sanat tarihçisi, arkeolog, belgesel yönetmeni, ayrıca benim canım arkadaşım. Ortak noktalarımızın başında hayvanlara olan sevgimiz geliyor. Ne maceralar yaşadık onunla bu yolda… Müze bahçelerinde, cami avlularında, sokaklarda ne tüylü arkadaşlarımız var. Biri de İstiklal Caddesi’nin biricik maskotu Boncuk. Cihangir’de otururken her gün görürdüm, şimdi uzaktayım, kırk  yılın başı İstiklal’e gitmeyi göze aldığımda ancak görebiliyorum. Emine benden çok daha vefalı, o dünyanın en uslu, en akıllı, en oyuncu köpeği Boncuk’la daha sık görüşüyor, hasret gideriyor…

Emine bu defa bembeyaz tüyleriyle salınarak İstiklal Caddesi’ni turladığı günleri geride bırakan Boncuk’un yaşlılık günlerine dair dokunaklı bir hikaye yazdı.  Sadece Boncuk’un değil, İstanbul’un da hikayesi. Öyle ya; kaldırımların üzerine asfalt dökülmesine, gürültüyü katık etmesine, kabalığa, pisliğe, düzensizliğe alışamayan sadece biz insanlar değiliz…

Bu güzel yazıyı okuyun ve sonra İstiklal’e gidip Boncuk’la merhabalaşabilir, İstanbul’a tutkun iki arkadaş gibi dertleşebilirsiniz. Ayrılırken başını okşamayı unutmayın. Hâlâ en sevdiği şey bu.

Şahsi notum: Hayvanlar birçok kişiye göre yeryüzünün en kolay gözden çıkarılabilen varlıkları. Bunu haklı gören ve hayvanlara eziyet eden kim varsa acımadan öldürebilirim.

Gülenay Börekçi

istiklal caddesi boncuk egoistokur emine caykara 1

İstiklal Caddesi’nin biricik maskotu: Boncuk

İki haftadır kendisini görmemiştim. İçime kurt düşmüştü. Geçerken her zamanki yerinde de bulamamıştım..

En fazla, arada bir Sıraselviler’de sevgilisini aramaya çıkar ama evine mutlaka geri dönerdi. Neredeydi acaba?

Sokağın başında tezgahını açmış, güne önce dua, sonra büyük umutla başlamanın huzuru yüzünden okunan mısırcıya sordum. Mısırların önüne geçen göbeği ve kara pos bıyıklarıyla, her zamanki satıcı değildi o da. Neler oluyordu?

– Boncuk nerede? Son zamanlarda kendisini gördünüz mü?

Merak edecek bir şey yok. ‘İçerde, kapalı yerde uyuyor. Tıraş edildiği için çıkmıyor. Utanıyor.

Utanıyor. Tıraş edildiği için çıkmıyor. Utanıyor…’’

Utancın yanına yaklaşılmaz. Kapalı yerdeki çeşit çeşit yuvasında çok kez peşine düşmüştüm; yaralıyken, hastayken, dinlenirken, uyurken… Gidemezdim yanına, bu başkaydı.

istiklal caddesi boncuk egoistokur istanbul hikayeleri 1

Bir söylentiye göre, ataları, Beyaz Ruslardan, sirkte çalıştırılan ve sonra Hacı Baba’ya emanet edilen İstanbullulardandı. Ana babası da orada yetişmişti; sevgi, yemek, sıcak yuva ve ihtimamla… İlk yuvası o lokantaydı.

Ne günlerdi onlar… Anababası ölüp de varidatlar kesilince bu duruma düşmüştü. Ataları gibi o da, eli açık, gizemli bu şehirde, İstanbullu beyefendilerin ve hanımefendilerin arasında dolaşmış, ahlakı ve iyi huyluluğuyla herkesin gözbebeği olmuş, çok sevmiş, çok sevilmişti. Hatta bir ara kendini prens bile sanmıştı. Bir Rus knezi mesela.

Geceleri Hacı Baba Lokantası’nda bonfilelerle karnını doyurur, gündüzleri prens havasında dinlendiği o parfümerideki atıştırmalıklarıyla kâh serinler kâh ısınırdı. Ah o sultan hanım dükkânı devredip gitmese böyle olur muydu hiç? Yazları klimayla serinlemiş, yamacında her daim dolu yemek ve su tasıyla ne yazlar ne kışlar geçirmişti. Her hafta bakıma, yıkanmaya giderdi. Yoksa ayağına mı gelirlerdi?

‘’Tıraş edildiği için çıkmıyor. Utanıyor…’’

Gün geldi, hayatlar ve zevkler değişiverdi. Cânım kaldırımların üzerine asfalt dökülmesine, gürültüyü katık etmesine bir türlü alışamadı. İnsanların kabalığına da.

İstanbullulara şehir kültürünü hatırlatan o kıymetli yer de maddi sıkıntılara dayanamayıp teslim olunca derviş ruhlu günleri başladı. Yine seviliyordu ama o bakımlı, bembeyaz tüyleriyle salındığı günler geride kalmıştı.

Artık o handan bozma apartmanın girişinde ya da otelde kalıyor, gün doğunca dolaşıyor, ganyancıdan çıkıp döviz bürosunda turluyor, gişelerdeki memurlarla selamlaşıyor, dövmecide serinliyordu. Yemek ikramınız karşısında gözleriyle konuşur, sohbetin bölünmesine izin vermez, siz uzaklaştığınızda sessizce elini sürer ve yerine çekilirdi. Sokaktaki kedi dışında herkesin sevgilisiydi. Arada onu sevenlere göz süzüp arsızlık yapmasa ona da aldıracağı yoktu.

“Tıraş edildiği için çıkmıyor, utanıyor…”

Gitsem mi yanına?

Her karşılaşmada ona yemek verdiğini, çok masraf ettiğini söyleyen adam sokağın girişindeydi. ‘’Herkes gelip seviyor ama ona hep ben bakıyorum’’ demişti, son konuşmamızda. Bir kere daha 260 TL’lik tıraş parasından söz edip ‘boşa sevgi olmaz’ imasında bulununca sükunetle, onu kendine getirecek iki kedi tokadı atmıştım.

Aradan bir hafta geçti. Bu defa aynı yerde akpak, sarışın mısırcı tezgâhını hazırlamış müşteri bekliyordu.

Sokağa sapmadım ve Sıraselviler’e indim. Dönerciler, çöp kovaları, gürültü, yol ayrımı derken tekrar kendimi o sokakta buldum. Biraz uzamış tüyleri, başında tanımadığım dostları sohbet halindeydi. Sanki bir gün evvel ayrılmış gibi gözlerimiz buluştu. Utancından hiç söz etmedim. Giderken kafamı çevirip baktığımda günlük ziyaretlerine doğru yolu tutmuş ilerliyordu.

Emine Çaykara

Email: ecaykara@gmail.com

Twitter: @eminecaykara

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
zerrin
10 years ago

İki sene önce Radikal gazetesinde tıraş sözcüğünü traş diye görünce hâlâ tıraş yazamayan (ilkokul 2.sınıf) öğrencime göstermiş, koca gazeteden önce sen öğrenmelisin bunu demiştim. Bu hatalardan dolayı bende de doğru yazılanlar eskiyor. Bir süre sonra ben de şaşırıyorum. Neyse, çocukların beyni çok güzel, onlar unutmuyor da büyüyünce oradan buradan görünce bütün uğraşlar boşuna sanki. İlkokul ikinci sınıfta başlıyoruz oysa. Bu hafta da birçok yerde hırıstiyan yazılışına hayret etmiştim. Hristiyan yazılışına inatla ı koyarken, tıraştan da inatla ı’yı kim alıyor, üstelik büyük gazetelerde. Vallahi doğrusunu öğretinceye kadar canımız çıkıyor. Şüpheye düştüğüm bile oluyor.