Egoist okur

“Aslında her kitap hak ettiği yere geliyor, gelecektir”

“Türkiye’de çocukları ve gençleri edebiyatın usta kalemleriyle buluşturan Günışığı Kitaplığı yirminci yılına emin adımlarla yürürken, kitaplığın rafları arasında dolaşan bir Keçi göze çarpıyor. Edebiyat bir havuz problemine nasıl dönüşür? Bir çocuk kitap fuarından ne bekler? İnsan bir kitabı neden yedi defa okusun ki? Kant’ı çocuklara anlatmak mümkün mü? Edebiyat, eğitmek zorunda olmalı mı? Bu yolcu, sorularıyla beraber geliyor. Düşünceye alan açmak için, rahatsız etmek için, edebiyatı insanın odağına alabilmek için sokaklardan ve caddelerden değil, zorlu yollardan seke seke geliyor.”

Bunlar Halil Türkden’in cümleleri… Gazeteci, yazar Halil, “İnadına edebiyat” sloganıyla yayınlanan Keçi dergisinin editörü. Onu size biraz daha tanıtayım… “Kitap seçimlerim gittiğim ve gitmek istediğim ülkeler gibi” diyen Halil, edebiyat dergilerinde, kitap eklerinde yazıyor, Günışığı Kitaplığı’nda çalışıyor ve bir de az önce söylediğim gibi, elektronik edebiyat dergisi Keçi’nin editörlüğünü sürdürüyor. 

Kitaplarla maceralarını, daha doğrusu yolculuklarını ilgiyle okuyacağınızı umuyorum. “Her kitap hak ettiği yere geliyor, gelecektir” cümlesine ise katılıyorum.

Bu arada hepinizi 18 Ekim’de Kadir Has Üniversitesi’nde yapılacak olan Zeynep Cemali Edebiyat Günü‘ne davet ediyorum. Nazlı Eray, Metin Celal, Huban Korman, Feridun Oral, Sadi Güran, Dr. Müren Beykan, Ayfer Gürdal Ünal, Feridun Andaç ve elbette Mine Soysal çeşitli konularda konuşacak, tartışacak. Halil’le ben de “Yeni Medya ve Edebiyat”tan bahsedeceğiz. Gelirseniz çok mutlu oluruz…

Keçi’nin web adresi

18 Ekim’de katılmak isteyenler için Zeynep Cemali Edebiyat Günü hakkında ayrıntılar

Sağdaki fotoğraf bu adresten alındı.

“Çocukken ne okuduysam kendim arayıp buldum…”

Çocukken neler  okuyordun? En sevdiğin kitaplar hangileriydi? Senden kaçırılan kitaplar var mıydı? Gizli gizli neler okurdun?

Ailem ne kitap kaçırmıştır ne de kitap okutmuştur bana. Ne okuduysam kendim aradım buldum. Öte yandan, Türkçe ve edebiyat öğretmenlerim konusunda çok şanslı bir çocuktum. Ömer Seyfettin ve Muzaffer İzgü vazgeçilmezlerdi. Edmondo De Amicis’in Çocuk Kalbi de o yılların en iyilerindendi. Enrico’nun günlüklerinden oluşan bu kitaptaki her karakter dün gibi aklımda. Oliver Twist’in de benzer bir etkisi olmuştu. Ortaokulun son yılında sınıf öğretmenimiz bir gün ders kitaplarımızı kapatmamızı söyledi ve birden Richard Bach’ın Martı Jonathan Livingston adlı kitabını okumaya başladı. Bitirdiğinde aklımda sadece Jonathan vardı. Lise yıllarında birkaç defa daha okudum ve bazı öğretmenlerimden “kötü edebiyat” olduğuna dair uyarılar aldım ama okumaya devam ettim. Yalnızlıktan kaçmamayı, sıradan bir martı olmamayı ve mükemmeli o gün kafaya koydum. Bir gün bir kitap gelir ve hayatınızı başka türlü yaşamak için bir neden verir. Martı öyle oldu benim açımdan.

Kitapla ilgili kötü alışkanlıkların oldu mu? Mesela hiç kitap çaldın mı? Veya ödünç aldığın bir kitaba el koydun mu?

Kitaplarla ilgili, gelecekte neler okuyacağımı ve yetişkinlerin ne okuduğunu merak etmek gibi kötü bir alışkanlığım vardı. Merak etmeyi geçip okuyordum da. Doğru zamanda doğru kitabı okumak, hele hele çocuklar ve gençler için çok önemli. Ödünç almaya gelirsek, kütüphaneleri çok kullandım ama hayatımda çok az kişiden kitap ödünç almışımdır. Ancak ödünç verdiğim ve geri almadığım kitap sayısını hatırlamıyorum bile. O konuda biraz tepkisizim, kitabı sevdiğinden geri getirmiyordur diyorum ve kitapla ödünç alan arkadaşımı baş başa bırakıyorum.

Bir insan okumayı ne kadar severse sevsin, nihai seçimini en baştan yapmaz, farklı ve değişik şeyler okur, arada “yaramaz” seçimler yapar. Senin de bu tür ara dönemlerin oldu mu? O ara dönemler sürüyor mu?

Mutlaka. Akademik yayınlar ve Beat kuşağı, çağdaş öykü ve roman hep yakalamaya çalıştıklarım. Fakat arada iyi bir gündüz uykusu gibi, bir kaçamak gibi kitaplığın klasikler rafına göz atıyorum. Ayrıca, mektupları da hep merak ederim ve bu kaçışları sevdiren birkaç eser var. Hubbard’ın Garcia’ya Mektup’u ve Kafka’nın Babaya Mektup’u bu kaçışlarımı sevdirmişti.

Okumak için  tercih ettiğin özel bir saat ve yer var mı? Bizimle ideal okuma deneyiminizi paylaşır mısın?

Küçükken okumak için özel bir vakit ayırırdım. Ayvalık ve Akhisar’da geçen çocukluğumda, okul çıkışlarında zeytin ağaçlarının altındaki gölgelikler ve evin içindeki kör noktaları tercih ederdim. Kitap okurken birinin bir şekilde araya girmesi beni kitaptan tamamen koparabilirdi. Bu riski göze alamazdım. Şimdilerde daha az özen gösteriyorum zaman ve mekân seçimlerime.

“Kitap seçimlerim gitmek istediğim, gittiğim ülkeler gibi”

Ne tür kitapları sever, okursun?

Kitap seçimlerim gitmek istediğim ve gittiğim ülkeler gibi. Okunmayan daha nice kaynak var bir yerlerde. Ama aynı kitabı çok defa okuduğum da oluyor. Tıpkı gittiğim yerlere bir daha gitmek gibi… Edebiyatta tür anlamında hiçbir kitaba önyargıyla yaklaşmam. İyi-kötü edebiyat diye ayırırım ve okurum. Ama Beat kuşağının yeri ayrıdır benim için. Klasik Türk Edebiyatı ve Dünya Edebiyatı da tercihlerimde en güvendiğim alanlar. Doğal olarak çağdaş edebiyata yaklaşırken ince eleyip sık dokuyorum.

Kütüphanenin bir haritasını çizmeni istesem neler anlatırsın? Okumayı en az senin kadar seven biri kütüphaneni görse ne hazinelerle karşılaşır?

Akademik bir arka plan olduğundan, sosyal bilimlerden önemli kaynaklar kütüphanenin yarısını oluşturuyor. Sosyal bilimlere temel bir çizgi çeken kent, politika ve iletişim alanından kuramsal kitapların önemli bir yeri var. Diğer yarısında edebiyata dair seçkiler bulunur. Her kitabı kütüphaneye sokmuyorum. Bir insan her şeyi okuyabilir ama kütüphanesi değerlilerinden oluşmalı bence. Bir Sabahattin Ali, Proust ve Beat delisi olduğumu söylemeli. O nedenle Proust’un yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde’si, Ginsberg, Kerouac, Le Guin, Bilge Karasu, Kafka ve Sabahattin Ali kitapları kitaplığın hazine noktaları gibi…

Sehpanın, masanın üstünde hangi kitaplar duruyor şimdilerde? 

Akademik hayattan kopuşum zor olduğu için masadan sosyal bilimlere dair yeni çıkan ne varsa eksik olmaz. Edebiyata dairse, son günlerde Wilhelm Genazino’nun Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk ve Arjantinli yazar Eduardo Berti’nin Düşlenen Ülke’siyle haşır neşir oluyorum.

“Kötü metinler okumak hem moral bozuyor, hem de yoruyor”

Asla almam dediğin türden kitaplar var mı? Ne tarz kitapları ya da yazarları hiç okumazsın?

İnsanlara hayatı pazarlayan kişisel gelişim kitaplarını kesinlikle almam. Bunun dışında, tür olarak bir önyargım olmasa da yazar ve konu seçimlerimde birçok okur gibi tanıdığım yazarlardan vicdani ve ideolojik anlamda ters düştüklerimden uzak dururum. Bazı kitaplar daha elinize almadan, raftayken bile edebiyat dışında her şey olduğunu belli eder. Teknik kitapları saymazsak, edebi anlamda kötü metinler okumak hem moral bozuyor, hem de yoruyor.

Seni düşkırıklığına uğratan ya da aşırı övüldüğünü düşündüğün kitaplar hangileri? Hoşlanman beklenen ama hoşlanmadığın bir kitap oldu mu mesela?

Bugün yazılan öyküleri her açıdan yetersiz ve tekrar olarak görüyorum. Konu ve anlatım olarak özgün öyküler çok az; buna rağmen, müthiş öyküler olarak servis ediliyorlar. Çeviri romanda yeni keşifler çok az maalesef. Piyasada onca yayınevi, yüzlerce çevirmen var. Ama keşif ve çeviri emeği çok önemli. “İyi”nin yanı sıra “yeni” sözcüğünü vurgulamak isterim. Bir dostun önerisiyle Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin Hikâyesi’ne başlamıştım. Uzun zaman sonra bir kitabı yarıda bırakmak zorunda kaldım. Bir de sevdiğimiz yazarların Gezi sonrası telaşla yazılmış eserleri hayalkırıklığına uğrattı.

Hakkı yenmiş kitaplar dendiğinde aklına hangileri geliyor?

Aslında her kitap hak ettiği yere geliyor, gelecektir. Bir kitabın esas okurunu bulması yıllar sürebiliyor. O nedenle kitap ismi veremem ama tür olarak öykü ve anı gibi türlerin özellikle çok satanlar listelerinde romanmış gibi pazarlanması, öykünün daha basit ve kolay bir türmüş gibi gösterilmesi saçma geliyor. Bu türlerin hakkının yendiğine inanıyorum.

Son zamanlarda  yayımlanan kitapları düşünürseniz, bir keşiften söz edebilir misin? Bir gün herkes şu kitaptan ya da şu yazardan söz edecek gibi…

İlk kitabını on yıl önce çıkaran Ahmet Büke geliyor aklıma. İyi edebiyat okurlarının bildiği bir yazar zaten. Ama daha çok okumalı, yaymalı. Öykülerinin değerini okurları biliyor zaten ama yıllar geçtikçe daha da değerlenecek gibi. Ayrıca ON8 koleksiyonundan Jane Taller’in Ağaçtaki romanı kütüphanemde William Golding’in Sineklerin Tanrısı’nın yanında durur. ON8’in son dönemdeki Ağaçtaki ve Çıplaklar adlı kitaplarını son aylardaki en önemli keşiflerim olarak görüyorum Salt edebiyat değil, felsefe çerçevesinde anlamı ve var oluşu sorgulayan eserler…

Halil Türkden’in yangında ilk kurtaracakları

Halil’in 10 kitaplık tavsiye listesi. Olmazsa olmazları. “Bana sadece bunlar yeter” dedikleri…

İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali

Çavdar Tarlasında Çocuklar, J. D. Salinger

Yolda, Jack Kerouac

Beyaz Diş, Jack London

Mülksüzler, Ursula K. Le Guin

Göçmüş Kediler Bahçesi, Bilge Karasu

Ses ve Öfke, William Faulkner

Yabancı, Albert Camus

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera

Ve her biri birer şaheser olan yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde, Marcel Proust

 Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments