Egoist okur

Kâtip Bartleby, yaratıcısı Melville’in ta kendisi miydi?

Herman Melville, Paul Auster, Stephen King, Jorge Luis Borges ve Kurt Cobain… Ortak noktaları neydi sizce?

Tabii ki günümüzde pasif direnişin, sivil itaatsizliğin simgelerinden biri sayılan Kâtip BartlebyPeki bu epeyce karanlık uzun öyküsün esas karakteri gerçekte kim? Melville bu mücevher değerindeki eserde kendini anlatmış olabilir mi mesela?

“Ben yapmadım o yaptı!” romanları

Paul Auster, Stephen King, Jorge Luis Borges ve Kurt Cobain… Edebiyat söz konusu olduğunda ortak noktaları neydi sizce?

Kâtip Bartleby: “Yapmamayı tercih ederim…”

Sizin de içinizden “Bugün çalışmak istemiyorum,” diye geçirdiğiniz olmuştur. “Bugün çalışmak istemiyorum, eve gitmek de istemiyorum, kimseyle buluşup konuşmak gelmiyor içimden, aslında isteğim öylece kıpırdamadan oturmak, kabuğuma çekilip dünyayı dışımda bırakmak.”

İnsan zaman zaman düşünür böyle şeyler. Hayat üstünüze üstünüze geldiğinde, yapılması gerekli işler önünüze sıradağlar gibi yığıldığında, sorumlu olduğunuz insanlar sizden gücünüzün üstünde şeyler beklediğinde… İçinizden geçen cümleyi nadiren dile getirirsiniz: “Çıkmayacağım, yapmayacağım, konuşmayacağım, gülmeyeceğim…”

Peki ya dile getirseniz ne olurdu? Ya bunu bir seferliğine değil de sürekli olarak, sonsuz bir döngü içinde yapsanız?

O halde resim olan ya da olmayan her türlü toplumsal kurumun hem içinde hem de büsbütün dışında yaşamanın, yani “orada” bulunmanın ama talepleri yerine getirmemenin ölümcül sonuçlarına tanık olmak için Herman Melville’in muhteşem uzun öyküsü Kâtip Bartleby’yi okuyun.

Yazıldığı tarihten, yani 1853’ten beri, Kâtip Bartleby ile “tanışan” herkes bu kitabın esrarını çözmeye, hikâyesinin ne anlama geldiğini bulmaya çalıştı. Aslında Melville öykünün o pek tuhaf kahramanı hakkında pek az şey söylediği, geçmişine ilişkin hemen hemen hiçbir şey anlatmadığı için bu epey zor bir işti. Ne var ki, kitaptaki Bartleby’nin ve dilinden düşürmediği o cümlenin eşsiz bir baştan çıkarıcılığı olmalıydı ki, bu anlamlandırma çabasından kimse vazgeçmedi. Kâtip Bartleby üzerine sayısız metin yazıldı, korku romanlarına konu oldu, filmi çekildi, oyunu sahnelendi. Müzikal bir uyarlaması bile yapıldı. Açıkçası insanı kasvetiyle büyüleyen bu uzun öykünün müzikal uyarlamasının nasıl bir şey olabileceğini kolay kolay kestiremiyorum. Dahası kitap, Paul Auster’dan Jorge Luis Borges’e, Peter Straub’dan “red edebiyatı”nı konu alan ve tamamen dipnotlardan oluşan Bartleby ve Şürekâsı’nın yazarı Enrique Vila-Matas’a kadar sayısız sanatçıya esin kaynağı oldu.

Kâtip Bartleby’de anlatıcı, Wall Street’te bürosu olan yaşlı bir hukukçudur, mesleği gereği tanıştığı ilginç insanlardan söz eder. Ama aralarında Bartleby gibisi yoktur. “Onun hayatından birkaç bölümü başka bütün diğer kâtiplerin hayat öykülerine değişmem,” der, “ben onun kadar tuhafını ne gördüm ne de duydum.”

Gelin görün ki, tanıştığı bu en ilginç insan hakkında pek az şey bildiğini de itiraf edecektir birkaç satır sonra: “Edebiyat için telafisi mümkün olmayan bir kayıp. Bartleby, hakkında kesinkes hiçbir şey bilemeyeceğiniz insanlardandı. Benim onun hakkında bilip bileceğim, gerçekten de, belli belirsiz de olsa şimdi anlatacaklarımdan başkası değil.”

Anlatıcı bir zamanlar, yanında üç adam çalıştırdığı bir dönemde, işlerin yoğunluğuyla başedememiş ve bir kâtip daha tutmaya karar vermiştir. Zaten çalışanlarından biri getir götür işlerini yapan bir çocuktur, kâtipleri de doğrusu pek matah adamlar değildir. Bir tanesi, yani “Hindi” takma adıyla çağırdıkları eleman, sabahtan öğleye kadar kusursuz çalışır ama yemek yedikten sonra daima zihni dağılır, hatalar yapmaya, resmi belgelere mürekkep damlatmaya filan başlar. “Cımbız” dedikleri ikinci kâtiptense öğleye kadar iş beklememek lazımdır, onun kafası dağınıktır, bir türlü yerinde duramaz, ancak öğleden sonraları sakinleşebilir. İkisini toplasanız bir adam eder olsa olsa. Tıpkı Lewis Carroll’ın sinir bozucu ikilisi Tweedledum ve Tweedledee gibi.

Hukukçunun verdiği ilana genç, sessiz, melankolik görünümlü ve aşırı terbiyeli bir genç adam başvurur. Anlatıcımız, işe yaramaz elemanlarının hatalarını telafi edebilecek birini bulmanın sevinciyle görür görmez işe almaya karar verdiği bu genç adama hemen yanındaki masayı verir. İlk günler her şey umduğu gibidir; Bartleby kusursuz iş çıkarır, sessizdir, olağanüstü hızlıdır, gece gündüz çalışır, önüne konan her metni mum ışığında bile hiç hata yapmadan kopyalar.

Sonra hikâyenin can alıcı noktasına geliriz. Yaşlı hukukçu günün birinde gözde elemanından bir metni gözden geçirmesini ister. Aldığı soğukkanlı ama nazik cevap şaşırtıcıdır: “Yapmamayı tercih ederim.”

Hukukçu önce kulaklarının onu yanılttığını düşünür, öyle olmadığını anlaması uzun sürmeyecektir. Bartleby’nin söylediklerinde anlaşılmayacak ve yoruma açık bir şey yoktur aslında, “Yapmamayı tercih ederim ama yine de sizi kırmayacağım,” filan dememiştir. Halinde tavrında en ufak bir ikirciklenme, öfke, sabırsızlık ya da küstahlık yoktur: “Şöyle insani bir şeyler olsaydı, bağıra çağıra def ederdim onu büromdan ama hal böyle olunca, rengi sararmış, alçıdan Cicero büstümü de kapı önüne koymayı düşünmem gerekirdi.”

Bartleby sonraki günlerde kopyalama işini sürdürür ama metinleri gözden geçirmesi istendiğinde hep aynı gerekçeyi öne sürer. “Yapmamayı tercih ederim”lerin sayısı arttıkça hukukçunun aklı karışır, bu tuhaf adamla başetmenin yollarını aramaya başlar. Bartleby’nin “o nefis dokunaklılığı” elini kolunu bağladığı için onu işten çıkartması da söz konusu değildir şimdilik. Alık alık mırıldanır: “Olağan bir işlem için ve sağduyuyla edilmiş ricamı yerine getirmemekte kararlısınız öyleyse…”

Evet, doğru anlamıştır; hayır, Bartleby kararından dönmeyecektir, yapmamayı tercih ediyordur, hepsi bu kadardır.

Demokrasi, bürodaki tek yönetim biçimi olmasa da hukukçu anlatıcımız bu akıl almaz durum karşısında, gerçekten haklı olup olmadığını anlamak için “Hindi” ile “Cımbız”ın da düşüncelerini almaya karar verir. Tabii ki haklıdır, kaçık Bartleby’nin kıçına tekmeyi basmak lazımdır.

Bu genç kâtibin hal ve hareketlerinde karşısındakilerin mantığını durduran bir şey vardır. Başka tuhaflıkları da çıkar ortaya zamanla. Mesela gece gündüz büroda kalmaya, orada uyuyup orada uyanmaya başlamıştır. Yemek filan yemez, meyve sebzeyle de arası yoktur, sadece ara sıra zencefilli çörekler atıştırır. Yaşlı hukukçu sadece zencefilli çörekle yaşamanın insan bünyesinde yaratabileceği etkileri düşünmeye koyulur birden: “Zencefilli çöreğe bu ad verilmiştir, çünkü içine konan birçok garip malzemeden biridir zencefil ve çöreğe nihai tadını veren de odur. İyi de acaba neyin nesiydi bu zencefil dedikleri şey? Acı, baharatımsı bir şey. Peki Bartleby de acı ve baharatımsı bir şey miydi? Hiç de değil. Öyleyse zencefilin Bartleby’nin bu hallerinde bir günahı yok. Bartleby de zerrece etkisi olmamasını tercih ederdi muhtemelen.”

Demek ki zencefilden daha derin meseleler vardır üzerine kafa yorulması gereken. Devam edelim yaşlı hukukçunun zihninde gezinmeye: “Samimi bir insanı pasif direnişten daha çok hiçbir şey çileden çıkaramaz. Kendisine karşı direnilen kişi insanlık dışı bir tutum izlemiyor ve direnen de bu edilgenliğiyle hiç mi hiç zarar vermiyorsa, o zaman ilki, ruh halinin daha iyi olduğu durumlarda, uslamlamayla çözmesi olanaksız bir şeyin üstesinden gelebilmek için haklı olarak hayal gücüne başvuracaktır. Çoğu zaman ben de Bartleby’ye böyle yaklaştım işte. Zavallı dedim, hiçbir kötü niyeti yok dedim; küstah da olmaya çalışmıyor, tuhaflıklarını elinde olmadan yaptığı aşikâr zaten. Bana da faydalı biri. Onunla geçinebilirim. Ben ondan yüz çevirirsem, benim kadar ilgili bir işverene düşmeyebilir, kötü davranışlara maruz kalabilir, hatta aç biilaç sefil bir hayata itilebilirdi. (…) Bartleby’yi dost edinmek, tuhaf inatçılığıyla dalga geçmek bana hemen hemen hiçbir şeye mal olmaz ve bütün bu uğraşım, önünde sonunda vicdanım için tatlı mı tatlı bir lokma olur.”

Ama tabii Bartleby’de insanın sinirlerini yıpratan bir şey vardır. Hukukçu ne kadar denerse denesin kendini tutamaz; kâtibini kışkırtmak, öfkelendirmek, kovma sebebi olabilecek şeyler yaptırmak için elinden geleni ardına koymaz. Ama kitabın kahramanı söz konusu olduğunda, deveye hendek atlatmaktan bile daha zor işlerdir bunlar. Bartleby öfkelenmez ve hep aynı nezaketle istenen her şeyi değişmez bir biçimde cevaplar: “Yapmamayı tercih ederim.”

Daimi sükuneti, paravanın arkasına kendini atıp hülyalara dalmayı tercih ettiği zamanlar dışındaki çalışkanlığı, israftan nasibini almamışlığı, dürüstlüğü, dakikliği, en çok da hangi koşullarda olursa olsun davranışlarındaki inat ve tutarlılık onu çok değerli kılmıştır belli ki, bir tür dokunulmazlığı vardır artık: “Belgeleri kopyalıyordu ama yaptığı işin gözden geçirilmesinden kesinlikle muaftı ve tabii ki bu iş, ‘özen konusunda sizin üstünüze hiç kimseyi tanımıyorum’ iltifatlarıyla Hindi ile Cımbız’ın başına yıkılmıştı; dahası bu Bartleby hiçbir şekilde en ufak bir ayak işine bile yollanamıyordu, böyle bir şey istense bile yapmamayı tercih edeceği kesindi, bir başka deyişle gözü kapalı reddedeceği kafamıza iyice yerleşmişti.”

Öteki çalışanlar da bu durumdan acayip rahatsız olmaya başlamışlardır. Dahası, büroya gelip giden müşteriler emirleri yerine getirmeyi reddeden bir kâtibin çalışmasını pek hoş karşılamazlar. Sonunda anlatıcımız gönlü hiç istemese de aylığını verip Bartleby’i işten atar.

Bartleby yine de gitmez. Konuşmadan, yemek yemeden, sadece ölmeyecek kadar atıştırarak ve tabii ki hiçbir iş yapmadan öylece durur. Tıpkı bir hayalet gibi… Ama bu sefer de gece gündüz orada kalması dedikodulara yol açar. Anlatıcımız ona gelip kendi evinde yaşamasını bile teklif eder. Bildiniz. Aldığı cevap, “Yapmamayı tercih ederim,” olur. Çare kalmamıştır. Yaşlı hukukçu kendine yeni bir yer aramaya başlar. Sonunda polis zoruyla atarlar genç kâtibi. Hapishanede geçirmektedir günlerini. Yaşlı hukukçu her gün onu görmeye gider, rahat ettirmeye çalışır ama nafile!

Son gidişinde Bartleby’nin ölüsüyle karşılaşacaktır.

Kâtip Bartleby’de anlatılan hikâye bu. Bartleby’nin kim olduğunu, neden öyle davrandığını öğrenemeyiz. Anlatıcı sonradan, onun bir zamanlar Sahipsiz Mektuplar Dairesi’nde çalıştığını öğrendiğinde, kendince bir çözümlemeye ulaşır: “Sahipsiz mektuplar! Kulağa ‘ölü insanlar’ gibi gelmiyor mu? Bir adam düşünün ki hem yaradılışı, hem de talihsizliği yüzünden kanı çekilmiş bir umutsuzluğa meyletmiş olsun. Sahipsiz mektupları elden geçirip sonra da alevlere atmak üzere tasnif etmekten daha uygun bir iş var mıdır böyle bir meyli perçinleyecek? Çünkü yılda bir bu mektuplardan bir el arabası dolusu yakılır. Bazen, düşünsenize, beti benzi sararmış kâtip katlanmış bir zarfın içinden bir yüzük bulup çıkarıyor, ama onu takacak parmak belki de toprak olmuştur. Hızır gibi ulaşsın diye gönderilmiş bir banknot ya da: Bu paranın dardan kurtaracağı kişi artık ne yemek yiyordur, ne de açlık hissediyordur; yeis içinde ölenlere merhamet yağacaktı oysa; umutsuzluk içinde ölenlere umut yağacaktı; çaresiz dertlere düşüp de tıkanıp kalarak ölenlere iyi havadisler yağacaktı. Ne cilvedir ki, hayatın ufak tefek işleri peşinde, bu mektuplar ölüme koşarlar. Ah Bartleby! Ah hayat!”

Bartleby gerçekte Melville mi?

Bu olağanüstü güzel öykü herkesin kafasını kurcalayıp durdu demiştik ya… Bir yoruma göre Bartleby aslında Melville. Moby Dick gibi romanlarının basıldığı dönemde başarısız oluşu Melville’i büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. (Moby, çok sonraları, 1920’lerde yeniden keşfedilecekti.) Okurlar ondan Typee ve Omoo’daki gibi soluk kesen maceralar bekliyorlar, diğerlerini  almıyorlardı. Bu yüzden Melville hayatının son yıllarını beş parasız, saçma sapan işlerde çalışarak, hatta bir ara kâtiplik yaparak geçirmişti. Bu yoruma göre yaşlı hukukçu da Melville’den hep aslında o kadar da ustalıklı olmayan ilk romanlarına benzer şeyler yazmasını, yani aynı metni tekrar tekrar kopyalamasını isteyen okurlar. Kâtip Bartleby aynı zamanda Melville’in bu isteğe boyun eğmeyi kederle reddedişinden başka bir şey değil: Hatta bu bakış açısıyla az önce sözünü ettiğimiz sahipsiz mektuplar da aslında Melville’in asıl sevdiği kitapları, yani Moby Dick, Billy Budd…

Gülenay Börekçi

Kitabı buradan okuyabilirsiniz.

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments