Günlük ölümlerden kurtulma yolları: Yaşamak sevişmektir!
“Dişi narla erkek incir. İncirin dişiyle ilişkili resmi söylencesi, erkekliğe ilişkin gizli edebiyatı. Akdeniz’in her yanına dağılmış, ayıplı bir sözcük olmaya varmış. Erzurumlu manav bile, benim “incir” diye sormam karşısında, bastıra bastıra “yemiş”in fiyatını söylediydi… İyidir öyle oluşu. Her serüven düşü, incirin altında başlar, incirin altında biter. Deniz, incir, güneş, kumsal, yaşamak istediğimiz, yaşayalım yaşamayalım gönlümüzden geçirdiğimiz her bir olumun, her hazzın bir imi değil midir? En azından ‘yaşamak sevişmektir’ diyenler, diyebilenler için?..”
Okuma tavsiyesi
Narla İncire Gazel, Bilge Karasu
O gece beni kurtaran bir sepet nar fotoğrafı oldu…
Günlük ölümlerden kurtulmanın türlü yolları vardır. Ben bazen kitap okur bazen yemek yaparım. O gece beni kurtaran bir sepet nar fotoğrafı oldu.
“Merhaba” dedim. “Narları çok severim. Ne zaman bir şeye çok üzülsem oturur nar ayıklarım, çözülen her tanede üstümden bir yük kalkar. Elimde kalan renk yıkıp geride bıraktığım hüzündür.
Birini sevsem yine çaresi nar. Sevmeye çare aranır mı demeyin. Seversin söyleyemezsin, seversin o seni sevmez, sevse bile dünya izin vermez. Gerçi iki taraf da sevse dünya pek karışmaz da kader diye bir yalan var kendi korkularımıza uydurduğumuz. Nar ayıklarken şiir okunur. Ezberinizde bir iki şiir olsun bayanlar baylar. Ezberdeki şiirler de hayat kurtarır. Belki siz de geçmişte bir gün bir şiir yazıp birinin defterinin arasına bırakmışsınızdır, onu hatırlar umudunuzu yeşertirsiniz.
“İlk defa böyle bir hediye aldım” dedi narları kastederek “Bilmediğim bir zamana gidip ağlamak istedim.”
“Daha ne olsun” dedim. Nar bu, tane tane mucize. İlla Tanrı’ya kanıt arayacaksak yumurtaya can vermesi değil, o narı tane tane yaratması hatırlanmalı. “Narlı pilav da çok güzel olur.” dedi. “Hemen denemeliyim.” diye düşündüm. Bir yandan da Narlı Pilav tariflerine bakmaya başlamışım bile.
-Pilavı bilmem ama şehriye ile de şahane olur, dedim. Haşla şehriyeyi, biraz roka, biraz nar, biraz nar ekşisi, pek hoş oluyor.
– Rokayı ince ince mi doğrayacağız?
– Çok ince ince değil. Her şeyin ince ince doğranması ayrı bir salatanın konusu.
– Anlaştık.
– Biz de şimdi arkadaşımla mercimek köftesi verdiğimiz zahmete değiyor mu diye tartışıyorduk. Kısırla aynı muameleyi görüyor ama bir kısır olmadığı gibi ondan fazla zaman harcıyorsun.
-Değmez mi? Bir kere şekil veriyorsun. Ben mercimek köftesi mutfakta durduğu zaman huzursuz olurum. Doymuş olsam bile gider gelir bitiririm. Bak canım çekti şimdi.
– Tüh dedim, geç oldu. Yoksa buyur ederdim.
Annem olsa tanımadığınız adamları neden kız başınıza mercimek köftesi yemeye çağırıyorsunuz derdi diye konuşuyoruz bir yandan.
Kız başımıza mercimek köftesi yemeye çağırdığımız adamları düşündüm. Hakikaten hiç tanımadığımız ama okuduğumuz kitapları okuyor, güzel yazı yazıyor diye bağrımıza bastığımız adamlar.
Aslında kitap ve yazı meselesi değil de kağıtla, kalemle, bilgiyle, hayatla kurduğu o bağ. “Bizanslılar mistiktir” diyordu son okuduğum kitapta “Onlara göre İsa, annesi, Azizler kendi aile üyeleri kadar gerçektir.”
Elbette öyledir. Gerçek biz ne yaşıyorsak odur. Yanımda Proust’un yeğenine flamingo almaya çalışmasını az önce buluştuğu bir arkadaşının başından gelenler gibi anlatan bir kadın. Oturmuş bir nar tanesine bir dilim salatalığa şiir yazan bir adama yemek tarifi veriyorum.
Hayat her şeyin aynı düzlemde olduğu yerde güzel. İsa’nın, Theodora’nın, Proust’un, ilkokulda gözümüzün önünde öğretmen tokat attığında hiçbir şey yapamadığımız o arkadaşımızın, kitapları bizim gibi diziyor diye inandığımız bir adamın, salatalık doğramasını gizli bir dinin ritüelini anlatır gibi yazdığı için hep yazsın istediğimiz başka bir adamın, o adamın nar dediğimde önüme biblolar dizmek yerine narlı pilavdan bahsetmesinin, kaç yaşındaki annesine internet kullanmasını öğreten arkadaşımın yaptığı mercimek köftesinin fotoğrafını çekip annesine göndererek aferin almasının, bilmediğimiz zamanlara gidip ağlamalarımızın, o ağlamaları iki tane narın susturmasının, aşktan korktuğumuz ve yine de aynı garipsemelerle başladığımız hikayelerin… hepsinin yan yana oturduğu bir masa.
Bizim evde “nar” denilince asıl önce Bilge Karasu gelir ve herkes susar. Bismillah demeden başlama yemeye diyen anneannem gibi hep o kitap açılır.
Şimdi size Bilge Karasu’nun Narla İncire Gazel’inden fal baktım. Bakın payınıza ne düştü:
“Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine… Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırdı duyduğum olurdu ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye.”
“Dişi narla erkek incir. İncirin dişiyle ilişkili resmi söylencesi, erkekliğe ilişkin gizli edebiyatı. Akdeniz’in her yanına dağılmış, ayıplı bir sözcük olmaya varmış. Erzurumlu manav bile, benim “incir” diye sormam karşısında, bastıra bastıra “yemiş”in fiyatını söylediydi… İyidir öyle oluşu. Her serüven düşü, incirin altında başlar, incirin altında biter. Deniz, incir, güneş, kumsal, yaşamak istediğimiz, yaşayalım yaşamayalım gönlümüzden geçirdiğimiz her birolumun, her hazzın bir imi değil midir? En azından ‘yaşamak sevişmektir’ diyenler, diyebilenler için?..”
Arzu Akgün
Subscribe
0 Comments