KÜÇÜK PRENS: Yazarının çölde gördüğü halüsinasyonlardan doğdu
Küçük Prens bana göre çocuk kitabı falan değil, olağanüstü güzel bir aşk hikayesi. Şahsen kitabın, insanın artık yapacak bir şeyi, tutunacak dalı kalmadığında bu dünyayı kendi isteğiyle terk edebilmesinin erdemini ima eden hazin ama tavırlı finalini de çok seviyorum. Yıllar önce ilk okuduğumda beni hüngür hüngür ağlatmıştı, şimdi de her seferinde aynısı oluyor, kendimi tutamıyorum.
Düşününce, Antoine de Saint-Exupéry’nin bu romanı ölmeden bir yıl kadar önce yazmış olması da enteresan geliyor bana. Küçük Prens bu açıdan sanki Saint-Exupéry’nin vasiyeti…
Geniş, geniş bir dünya… Ama bir sonu var elbette!
Aristokrat bir aileye mensup olan Antoine de Saint-Exupéry, dört yaşındayken kont babasını kaybetti. Ardından aile hızla yoksullaştı. Okulda da pek başarılı değildi. En büyük zevki hava alanına gizlice girip uçakları seyretmekti. 12 yaşındayken bir gün gerçekten uçağa bindi. Liseyi bitirdiğinde annesinin arzusuyla denizcilik okuluna kaydoldu, 19’una bastığında Ecole des Beaux-Arts’da mimarlık fakültesine girdi. 21’inde eğitimini yarıda bırakıp askere gitti. Fransız Hava Kuvvetlerinde teknisyen olarak çalışırken pilotluk eğitimi de aldı.
Askerlik dönüşü yine annesinin arzusuyla kamyon satıcılığı yapmaya başladı. Ticarette başarısız oldu ama yazma yeteneğini tam o sıralarda keşfetti. 1926’da yeniden uçmaya başladı, dünyanın çeşitli ülkelerinde pilotluk yaptı. “Güney Postası”, “Gece Uçuşu”, “Dünya ve İnsanlar”, “Savaş Pilotu” gibi kitaplarında hep uçarken başına gelenleri anlattı.
Maceralı bir hayat yaşadı. Tunus’ta uçağı düştü, günlerce kayboldu. İspanya İç Savaşı’nda ölümden döndü. II. Dünya Savaşı’nda sağlık durumu elvermemesine rağmen Fransa adına orduya katıldı ama ülkesinin kaybetmesi üzerine Amerika’ya yerleşti. “Küçük Prens”i yazdıktan sonra içindeki isyanı bastıramadı ve ülkesi adına bir kez daha savaşmaya karar verdi. Bu kez ABD ordusuna katıldı. Görevi Fransa’ya saldıran işgalci Nazi ordularını havadan izleyerek rapor etmekti. Yine böyle bir keşif uçuşu sırasında vuruldu ve uçağı Marsilya açıklarında denize düştü. Tarih, 31 Temmuz 1944’tü. Uçağının enkazı 65 yıl sonra, 2000’lerde balıkçılar tarafından bulundu.
(Saint-Exupéry’nin Küçük Prens harici kitapları bizde bulunamıyor. Yayıncılardan zaten çevrilmiş olanların yeniden yayınlamasını, çevrilmeyenlerin de bir an önce dilimize aktarılmasını rica ediyorum. Bu arada Küçük Prens bence yetişkinlere has özel bir baskıyla yayınlanmayı çoktan hak ediyor. Şöyle ciltli; yazarın taslakları, illüstrasyonları ve fotoğraflarıyla zenginleştirilmiş bir baskı şahane olmaz mıydı?)
Küçük Prens çocuk kitabı mı?
Çocuk kitaplarını küçük görenlerden olmadığımı, tam tersi iflah olmaz bir çocuk kitabı oburu olduğumu çoğunuz biliyorsunuz, o sebeple fikrimi rahatça söyleyebilirim: “Küçük Prens” bizde çoğunlukla çocuk kitabı kategorisinde yayınlanıyor ama bence bu o kadar da doğru sayılmaz. Diğer kitaplarından öğrendiğimize göre Saint-Exupéry, II. Dünya Savaşı’nın tam ortasında, savaşın kırıp geçirdiği insanlara umut ve cesaret aşılayacak, onların ağır depresyondan çıkmasını sağlayacak bir kitap yazmak istemiş ve işte ortaya “Küçük Prens” çıkmış.
Zaten bir keresinde şöyle demiş Saint-Exupéry: “Hayat, bize karşı koyar, direnir ve aslında tam da bu yüzden ondan, bütün kitapların öğretebileceğinden çok daha fazlasını öğreniriz. İnsan ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir.”
Özetle Küçük Prens kim ne derse desin çocuk kitabı falan değil, olağanüstü güzellikte bir aşk hikayesi. Şahsen insanın artık yapacak bir şeyi, tutunacak dalı kalmadığında bu dünyayı kendi isteğiyle terk edebilmesinin erdemini ima eden hazin ama tavırlı finalini de çok seviyorum. İlk okuduğum gün beni hüngür hüngür ağlatmıştı, şimdi de her seferinde aynısı oluyor, kendimi tutamıyorum.
Saint-Exupéry’nin ölmeden bir yıl önce tamamladığı kitabın bir çeşit vasiyet olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Kitaptaki anlatıcının bizzat Saint-Exupéry olduğunu düşünmek için sebeplerim var. Şöyle ki…
Anlatıcı Küçük Prens’in başında pilotluk deneyimlerinden bahseder, kendini yetişkinlerin dünyasında ne kadar yalnız hissettiğini; onlar tarafından anlaşılıp kabul görebilmek için hayatını yalanlar üzerine kurduğunu, hayallerini sadece kendine itiraf ettiğini anlatır. Sonra başına, onu kendine getiren olay gelir, yani uçağı çölde kaza yapar. Bunun da gerçek olduğunu “Dünya ve İnsanlar” adlı anı kitabından biliyoruz. Saint-Exupéry orada dört gün boyunca açlık ve susuzluğun yarattığı halüsinasyonlarla pençeleştiğini, tam ölmek üzereyken onu bir Bedevi’nin bulduğunu, ölümden Bedevi’nin uyguladığı ilkel tedavi yöntemi sayesinde kurtulabildiğini uzun uzun anlatıyor. Anlayacağınız, uçağı düşen anlatıcının çölde karşılaştığı o tuhaf görünümlü prensin ilham kaynağı, yazarın dört gün boyunca çölde boğuştuğu halüsinasyonlarmış.
Gerçi kitaptaki suluboya resimlerin hepsinin bizzat Saint- Exupéry’ye ait olduğunu düşünürsek, şurası kesin: Her halüsinasyon “Küçük Prens” kadar güzel olmuyor.
Gülenay Börekçi
Saint-Exupéry’den orijinal suluboya illüstrasyonlar
İşte Saint-Exupéry’nin Küçük Prens için hazırladığı ilk taslaklar. Üzerlerinde sigara yanıkları ve kahve fincanı izleri bile duruyor, yani çokkkk güzeller…
Subscribe
0 Comments
oldest