Egoist okur

Yasemin Eğinlioğlu: “Yazdıklarımla kendimde çoğalırken yalnızlaştım”

Yasemin Eğinlioğlu “Caz Halleri” adlı kitabında, hayatın caz ritminde nasıl yaşanabileceğini gösterirken, var oluşun caz halini de yazıya döküyor.

Zihnin ve hayatın caz halleri

Yasemin Eğinlioğlu: “Yazı hayatın ve insanın görünmeyen yüzünü gösterebilecek kadar gerçek bir şey”

İlk kitabınız “Derinlik Deliliği” özyaşamöyküsel bir romandı. Kendi hayatlarından yola çıkanlar genelde ilk kitaptan sonra tıkanırlar. Sizse sürekli ürettiniz ve üçüncü kitabınız “Caz Halleri”yle yazarlığı meslek edindiğinizi gösterdiniz. Yazıyla nasıl bir ilişkiniz var?

Sylvia Plath intiharından önce yayımlattığı “Sırça Fanus” adlı romanında üniversite yıllarını kaleme almış, yaşadıklarını yazmadıkça başka şeyler yazmayı düşleyemeyeceğini söylemiştir. Benim için de ilk romanım düşlerimin kapısını edebiyata açan bir kitap oldu. Yazmak, benim gibi “Varlığımın tümü yalnız kalmama sebeptir,” diyen biri için belki de var olunabilecek en geniş alan. Ama hayatın içinde kalmayı da aynı derecede önemsiyorum. Çünkü ben edebiyatını kendi içinden ve yaşadıklarından çıkarabilen bir yazarım.

Hem avukat hem piyanistsiniz. Ama üç kitabınızda da insanı neredeyse bir psikolog gözüyle ele alıyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz ve insan sizin için neden bu kadar önemli?

Yazmak, notaların yetmediği yerde beni daha anlamlı kıldı ve adeta yeniden var etti. Piyanodaki doğaçlamalarım başka bir âlem ve rüya gibi. Yazıysa daha gerçek. Hem de hayatın ve insanın görünmeyen yüzünü gösterebilecek kadar gerçek. İlk kitabımda kendi derinliklerime demir attığımı yazmıştım. Yaşadıklarım, algılarımın çocuk yaşta güçlenmesine sebep oldu. Bu da benim kendimi ve insanı sert bir zenginlikle keşfetmemi sağladı. “Caz Halleri”nde de anlattığım gibi, sevdiklerimin ilk bakışta fark edemediklerini, yani görünmeyeni görüyordum. Görmekle kalmayıp göstermekten de kendimi alamayınca, örselenip hırpalanmaya açık hale geliyor, çoğu zaman da bunları göğüslemeye gönüllü oluyordum. Çünkü amacım, sevdiklerimi zalimane bir ruh çıplaklığında bırakmak değil, korumaktı. İşte bu koruyucu çıplaklığa, en çok yazının gerçeğinde ulaşabildim.

“Caz Halleri” adlı son kitabınız doğaçlama temalardan yola çıkarak insana ve hayata dair alışılmadık bir bütünlük kuruyor. Nedir caz halleri? Hayatın neresindedir, insan nasıl ulaşır kendi içindeki caza?

Cazı ifade eden en güçlü ve doğal enstrüman insandır. İnsan, kendine dürüst olabildiğinde, iç sesini korkmadan dinlediğinde, doğadan gelen dürtülerini ve yabani duygularını hayatın ritmine bıraktığında, caza dönüşür.

Yazma biçiminizin de klasikten çok caza yakın olduğu söylenebilir mi?

Zihnimin beni müziğe ve edebiyata yatkın kılan sıçramalı zaman zembereği, iş yazılı değil de sözlü anlatıma, yani konuşmaya geldiğinde değişik güçlükler çıkardı hayatımda. Birtakım somut durumların ya da psikolojilerin, geleceklerini önceden görüp dile getirdiğimde bazen paranoyayla bile suçlandığım oldu. Aynı şekilde, o anda var olan acıklı bir eylemde ya da kötü bir gidişatta geçmişin yara izlerini saptadığımda da tepkilere maruz kaldım. Ama yapabileceğim bir şey yoktu bu konuda. Parçaları “puzzle” oynar gibi yerine yerleştiriyor beynim. Unutmak ve hatırlamak eylemleri de bana ne derece yakındır, hiç emin değilim mesela. Hatıralarım donup kalmış resimlere benzemezler. Sanki daha dün yaşanmışçasına canlıdırlar belleğimde. Konuşurlar, fısıldarlar, üzülüp ağlar, coşup heyecanlanır ya da katıla katıla gülerler. Yaşadığım sürece benimle birlikte soluk alıp verir, hatta hareket ederler. Böyle düşünüp yaşadığımdan, evet, yazma biçimim kesinlikle klasikten çok caza yakın.

Kitapta göz gibi, rutin ve ritüel gibi, yalnızlık gibi, insanı deli eden sorular ya da ölüm gibi değişik temalar var. Bu başlıkları neye göre seçtiniz?

Yaşadıklarıma ve hissettiklerime göre seçtim. Ben hayatın kapısını aralamakla yetinmedim; sonuna kadar açtım ve içeri girdim. Daima arenada oldum; seyirci koltuğunda oturup kalmadım. Zaman zaman hayatı başka yerlerde aramaktan da çekinmedim ve yaşam trenine binip etrafa baktım. İstediğim istasyonlarda korkmadan indim. Bu trene her seferinde tekrar yetişmek ayrı bir güç gerektirdi. Yorgunum biraz…

Kitapta Camille Claudel’in “Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?” sorusunu hatırlatıyorsunuz. Kitaplarınız yalnızlığınızı artırdı mı, yoksa azalttı mı?

Yazdıklarımla kendimde çoğalırken bir yandan da yalnızlaştım. Kitaplarımı okuyanlar bana hem yaklaştı hem de benden uzaklaştı. Yazmanın doğasında var bu.

Tolga Meriç

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments