Bir Zabel Yesayan sözü: “Ya parçalayacaksın, ya parçalanacaksın!”
“Tabiat sizi yaşamak için yiyip yutmaya mecbur tutuyorsa müsebbibi ben değilim. Ya parçalayacaksın, ya parçalanacaksın! İnsanlar arasında kuzular ve kurtlar var. Emin olun ki, ben kuzu değil, kurdum! Daha da iyisi, dişi bir kurdum ben!”
Dilek Atlı bu kez çağdaş Ermeni edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Zabel Yesayan’ı ve Aras Yayıncılık’an çıkan romanı “Meliha Nuri Hanım”ı yazdı. Teşekkürler…
Dilek Atlı, Zabel Yesayan’ın ve romanı “Meliha Nuri Hanım”ın hikayesini yazdı
“Bir kadın…” diye başlayan cümleleri çok severim. Çünkü devamında gücü, adaleti, vicdanı ve mücadeleyi gözlerimizin önüne seren bir hayat hikâyesi gelecektir, bilirim. Şimdi size bir kadının değerli yaşam öyküsünün ışığından süzülerek kaleme alınmış bir eserden söz edeceğim. 1940 kuşağı aydınlarından Ermeni yazar Zabel Yesayan’ın “Meliha Nuri Hanım” eserinden.
Modern Ermenice edebiyatın en tanınmış yazarlarından biri olan Zabel Yesayan’ın Çanakkale Savaşı günlerinde iki erkeğe, Osmanlı subayı Celalettin Bey ile hastane başhekimi Remzi Bey’e karşı beslediği duygular arasında sıkışmış varlıklı bir kadının hikâyesini anlattığı kitabı “Meliha Nuri Hanım”, Aras Yayıncılık tarafından, Mehmet Fatih Uslu’nun çevirisiyle yayımlandı.
Şiir, makale, uzun öykü ve romanlarıyla Ermenice edebiyatın en yaratıcı, yenilikçi kalemleri arasında yer alan Zabel Yesayan’ın 1925’te Paris’te kaleme aldığı, 1927’de Erivan Gazetesi’nde tefrika edilen, 1928’de de Paris’te kitap olarak yayımlanan “Meliha Nuri Hanım” kitabı, yazarın eserleri arasında Türk karakterlerin ağırlıkta olduğu tek yapıt olarak dikkat çekiyor.
Kitap, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç döneminde, İtilaf devletleri donanması Çanakkale Boğazı açıklarındayken vatanı savunmak için gönüllü sağlık hizmetinde bulunan Meliha Nuri Hanım’ın, yüksek düzey bir Osmanlı bürokratı ile hastanenin başhekimi arasındaki duygusal gelgitlerini konu ediyor. Yesayan, Meliha Nuri Hanım’ın şahsında, hem değişen zamanlar içinde kadın olmanın getirdiği zorlukları, hem de Türk-Osmanlı seçkinlerinin gözleri önünde cereyan eden olaylara karşın zihniyet dünyalarını irdeliyor.
“Değerli” bir yaşam sürmek
Kadın olmak, 1878 yılının Şubat ayında Üsküdar’da dünyaya gelen Yesayan’ın yazılarında, eserlerinde en çok üzerinde durduğu konudur. Ama bundan önce Zabel Yaseyan’ın hayatından söz etmek gerek. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim ki zihinlere istemsizce kazınmış cinsiyetçi önyargıyla Yaseyan’ı kadın değil; erkek bir yazar olduğunu sananlar ağırlıkta. Bunun nedenini kendi içimizde sorgulayalım.
Gençlik yıllarını Üsküdar’da geçiren Yesayan’ın ilk edebi eseri 1895’te yayımlandı. Aynı yıl Paris’e gitti; Sorbonne’da edebiyat ve felsefe derslerini takip etti. İstanbul’a ancak 1908’de, Meşrutiyet ilan edilince kesin dönüş yaptı. Yazarlık kariyerinin bu en verimli yıllarında kaleme aldığı öykü, deneme ve romanlarında, kadın hakları ve kadınların toplumsal yaşamdaki konumlarına geniş yer ayırdı. Yazıları ve çevirileri Fransızca ve Ermenice dergi ve gazetelerde yayımlandı.
24 Nisan 1915’te, Ermeni aydınlarının çıkarıldığı ölüm yolculuğundan bir hastanede saklanarak kurtuldu. Bir süre Bulgaristan’da kaldıktan sonra Bakü’ye geçti; Ermeni mülteci ve yetimler için yardım faaliyetlerine katıldı. 1921’de Paris’e döndü. Meliha Nuri Hanım, Yesayan’ın gizlenmek zorunda kaldığı bu hastane yıllarından doğma bir kurmaca karakter olarak karşımıza çıkıyor demek mümkün.
Ermenistan hükümetinin daveti üzerine 1933’te Erivan’a göç eden Yesayan, Erivan Devlet Üniversitesi’nde edebiyat dersleri verdi. 1934’te Ermenistan Yazarlar Birliği’ne de üye olan yazar, 1937’de Stalin kovuşturmaları sırasında tutuklanıp Sibirya’ya sürüldü. Ölüm tarihi ve yeri kesin olarak bilinmiyor. Öldüğünde 65 yaşındaydı.
Feminist yazar, antimilitarist kadın
Bir şair de olan Yesayan, birçok kaynakta feminist yazar olarak tanıtılır. Bunda yazılarındaki güçlü ve her konuda iddiası olan kadın vurgusunun etkisi büyük elbette. Zabel Yesayan’ın üniversite eğitimi alan ilk Osmanlı Ermeni kadını olduğunun da altını çizmek istiyorum. Dahası da var. Okulsever Kadınlar Cemiyeti üyesi, Milletperver Ermeni Kadınlar Cemiyeti Üyesi, Üsküdar Kadınlar Cemiyeti Başkanı olmasının yanı sıra, Fransa’da yaşadığı yıllarda Eğitim Yoluyla Barış İçin Uluslararası Kadın Birliği üyesi oldu. Yaşamının her yılında çalıştı. Dergi ve gazetelerdeki makalelerinde, kaleme aldığı eserlerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve bireysel özgürlük ile toplumun geleneksel yapısı arasındaki sıkışmışlığı gözler önüne serdi.
Gerçek bir savaş karşıtıydı. Balkan Savaşı hakkında kaleme aldığı yazılarıyla bilinen Yesayan, birçok kitabında da bu savaşın etrafında süregelen hikâyeler yarattı. Meliha Nuri Hanım, bunlardan biri ve bir bölümünde kitabın adını taşıyan kadın karakter savaşla ilgili şöyle der: “Yeter ki bitsin! Nasıl neticeleneceğinin ne önemi var? Kimin işine yarayacak bu zafer? Birkaç beyle efendi bayram edecek, sevinecek… Başka ne?” Bana bu satırlar Cesare Pavese’in ‘Tepedeki Ev’ adlı romanındaki “Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız: Peki ya ölüleri ne yapacağız? Neden öldüler?” sözlerini hatırlatıyor.
Günlük kıvamında yazılmış bir eser
Şüphesiz Mehmet Fatih Uslu’nun Ermenice’den çevirisinin de etkisiyle yalın ama kendine bağlayan bir anlatımı var “Meliha Nuri Hanım”ın. Kitapta olaylar Meliha Nuri Hanım’ın kendi ağzından aktarılıyor. Bu da hikâyeye duyulan sıcaklığı tetikliyor. Elinize aldığınızda bu kadar kısa ne anlatabilir ki dediğiniz hikâye, satırlarında çoğalıyor adeta. Günlük kıvamındaki eser, Yesayan’ın yarattığı Meliha Nuri Hanım karakterinde bir tezata gitmiş. Edebiyatın etkileyici gücünü kendine siper alan yazar, yarattığı karakteri “Ermeni karşıtı Türk bir hemşire” olarak belirlemiş.
Kendisini bırakıp giden ve bir başkasıyla evlilik gerçekleştiren Osmanlı subayı Celalettin Bey’in aşk acısını içinde hissederken, birlikte büyüdüğü hastane başhekimi Remzi Bey’in aşkına duyarsız kalan karakter, aynı hastanede hizmet veren Ermeni hekime ise alenen nefret söylemlerinde bulunup düşmanca tavırlar sergiliyor. Bunu bir nedene bağlayamıyor. Bu, Meliha Nuri Hanım için sebebi tarif edilemez bir önyargı olarak kalıyor.
Son söz Mehmet Fatih Uslu’nun
Kitap Yaseyan’ın hayatı ve eserleriyle başlayıp Meliha Nuri Hanım’ın kurgu hikâyesiyle devam ediyor. Eseri Türkçeleştiren Mehmet Fatih Uslu’nun son sözüyle de bitiyor. Yazarın “Meliha Nuri Hanım” ile Türkçe içinde oluşmuş ve oluşacak milli edebiyat kanonuna dışarıdan meydan okuduğunu belirten Uslu, “Belki de bu eser, Halide Edip’in ‘Ateşten Gömlek’ini tersten yazmaktır” diye ekliyor.
Uslu, kırık aşk hikayesinin gölgesinde kalan sebepsiz miliyetçi bakışı ve Ermeni düşmanlığını da sonsözünde şöyle özetliyor: “Öyle ki, aslında Meliha Nuri Hanım’ın, Remzi’ye değer vermeyi bilse, Ermeni doktora olan nefretindeki körlüğü de görebileceğini; Ermeni doktora duyduğu nefretin temelsizliği üzerine gerçekten düşünebilse, Remzi’nin Celaleddin’den çok daha değerli biri olduğunu anlayabileceğini; Celaleddin’in sınıfına ve kudretine olan bilinçli ya da bilinçsiz aitliğini yenebilse, kendi iç sıkıntılarını ve çelişkilerini boşa düşürebileceğini hissederiz. Fakat sanki her an mümkünmüş gibi görünen bu kırılma bir türlü gerçekleşemeyecektir.”
Uslu, belki de gerek Meliha Nuri Hanım’ın kırık aşk hikayesindeki çıkmazı, gerekse siyasi ve toplumsal açmazı bir tek kelimeye sığdırıyor: “Körlük”…
Ve okuyucuya soruyor: “Meliha Nuri Hanım’daki bu körlüğün anlamı nedir?” Cevabını ise kendince şöyle veriyor: Meliha Nuri Hanım, “felaket”in tâ kendisidir.
Uslu, felaket kelimesiyle kastını da Marc Nichanian’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “Edebiyat ve Felaket” adlı eserinde sözünü ettiği “yas ve tanıklık” tarifi olarak açıklıyor.
Bir kuşağa saygı duruşu
Bu kitapla birlikte 1940 kuşağı yazarlarına göz atmadan geçemedim. Sabahattin Ali’den Rıfat Ilgaz’a, Aziz Nesin’den Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya, Sait Fâik’ten Nazım Hikmet’e kadar birçok yazar ve şair bu ülke topraklarında yaşadılar. Ermeni yazarlardan Zabel Yesayan’ın yanı sıra, William Saroyan ve nice Ermeni sanatçılar buradan geçtiler; arkalarında değerli eserler bıraktılar.
Şu günlerde vizyonda olan senaryosuna Ahmet Büke’nin de ortak olduğu yönetmen ve senarist Özcan Alper’in “Rüzgârın Hatıraları” filminden de söz etmek gerek. Geçtiğimiz günlerde karşılaştığım Özcan Alper’e, “Bu filmi çekmek üzere yönetmen koltuğuna sizi oturtan neydi?” diye sorduğumda, “Bu film, ilgi duyduğum 1940 kuşağı aydınlarına bir saygı duruşuydu” dedi. Alper’in 3-4 yıllık bir çalışmanın sonunda yarattığı kurmaca karakter Ermeni ressam Aram, gelişen siyasal ve toplumsal olaylar nedeniyle İstanbul’dan gitmek zorunda kalır. İşte böyle bir kuşağı temsilen beyazperdeye aktarılan filmi ve yönetmen Özcan Alper’in çok sevdiği 1940 kuşağı edebiyatçılarını ilerleyen günlerde Egoist Okur için de konuşuruz belki.
Zabel Yesayan, sanılanın aksine erkek değil, bir kadındı. Güçlü ve aydın bir kadın; genç yaşta yazmaya başlayan ve ardında değerli eserler bırakan bir yazardı. Yaşamı boyunca yaşadığı tüm zorluklara rağmen kadın olmayı bir madalya gibi taşıdı göğsünde. Kadın olmanın gücüne inandı. Diğer kadınlara örnek ve destek oldu. Odamda bu yazıyı yazarken Khaçadur Avedisyan’ın ünlü oratoryosunun eşlik ettiği şu satırları aklımdan çıkmıyor:
“Tabiat sizi yaşamak için yiyip yutmaya mecbur tutuyorsa müsebbibi ben değilim. Ya parçalayacaksın, ya parçalanacaksın! İnsanlar arasında kuzular ve kurtlar var. Emin olun ki, ben kuzu değil, kurdum! Daha da iyisi, dişi bir kurdum ben!”
Dilek Atlı
Zabel Yesayan belgeseli
Yönetmen: Lara Aharonian ve Talin Suciyan
Subscribe
0 Comments