Egoist okur

Mühürlenmiş bir zamanın kilitlerini açan roman

Filiz Kansu’yla tanışmıyoruz. Hakkında bildiklerim de fazla değil. Ehlileştirilemeyen ruhlardan olduğunu, bir de saplantılı bir şekilde yazdığını biliyorum sadece. Kansu bu yazıda gazeteci, yazar arkadaşım Füsun’a “12 Eylül gibi mühürlenmiş bir zamanın kilitlerini açıyorsun, bir çilingir maharetiyle” diyor. İtiraf ediyorum, okurken gözlerim doldu. Romanı eline alıp bir gecede bitiren, sonra da sabaha karşı bu yazıyı yazan biri tutkulu bir okurdur diye düşündüm ve keşke daha çok olsa böyle okurlardan dedim kendi kendime. Ardından, zamanın hem yıkıcı hem de onarıcı yüzüne dair bu yazıyı siz de okuyun istedim.

Mühürlenmiş bir zamanın kilitlerini açan roman

Her nereye giderse gitsin; kişi sonunda en fazla kendine göç ediyor.

En yakınındakiler kulaklarını tıkadıkları içindir ki; kimliği belirsiz bir dünyaya sesleniyor.

Bir gün bir tını alıyor, o bilinmezlikten. Görünmezliğin gizemini güvenli buluyor. Anlatmak, anlatmak, hiç durmadan anlatmak istiyor, temize çekmek istiyor geri gelen anıları.

Anlatarak boşaltmak istiyor yüreğindeki yükü Efsa. Anlatmak, anlaşılmak… Anlatmaya ve anlaşılmaya karşı açlık boyutundaki ihtiyaçla…

Bilinmeyen dünyadaki, o bilinmeyen kimliktir, “Zamansız”.

Oysa fazlaca bilindiktir. Her ikisi de bu ilintiyi yolculuğun sonunda öğrenir.

Hiç karşılaşmadan geliştirilen yazınsal ilişki her iki taraf için de giderek tutku halini almaktadır. İlk buluşacakları gün, buluşma yerine 20 dakika erken gider, Zamansız. İlk göz göze geldiklerinde dünya zamanıyla kısa bir bakışmadır ama her ikisi için de asırlar kadar uzun sürer. Anılar geri döner. Sanki alkol kokan bir nefes, “Dinleyeceksin bu gece beni, sonuna kadar anlattıklarıma ortak olacaksın. Kötü bir hayatım var. Sizin yüzünüzden daha da nefret eder hale geldim. Mutsuzum. Beni dışarıda tanısan, eminim yanıma bile yaklaşmazsın. Kadere bak ki; şu anda dinlemek zorundasın, kaltak!” diye gevelemektedir kulağına. Bayılmak ister ama bayılamaz da… Elindeki kitabı yavaşça yan masaya koyarak, sakince geri döner ve dışarı çıkar buluşma yerinden… Her şeyle ilişkisi kesilmiştir o anda, hem de tamamen… Hissettiği büyük bir boşluktur artık. İşkencecisine âşık kurban sendromu yaşamayacağı kesindir. Böyle zamanlarda akışkanlığını kaybeden aşkları geride bırakarak devam etmek gerektiğinin bilinciyle, devam eder yoluna. Birlikte yaşadığı insanlara bağlı olmasına, tam anlamıyla hür olmamasına rağmen; içindeki özgürlüğü korumayı bilen bir kadındır o. Tüm fırtınalara rağmen oturmuş bir yaşam öyküsü, savaşımları, sağlam bir kişiliği vardır. Bu yönüyle de sımsıkı sarıp sarmalamaktadır, okuru. Geri dönüşler, ileri gönderimler, bu günler… Gelmeler gitmeler, gitmeler gelmelerle devam edecektir hayat, artık hazırdır Efsa.

Selim’in içsel savaşımı ise Efsa’nınkinden çok daha hazin olacaktır muhtemelen. Kapkaranlık geçmişiyle yüzleşme vaktidir çünkü. Ve onun savaşı, zaten en başında kaybedilmiştir.

Sona gelmeden, başlarda neler olduğu kavranamıyor bazen. Sona doğru yaklaştıkça, geçmişe de hâkim olunabiliyor. En kötüsü; insan artık üzüntülerine bile ağlayamıyor. Her şeyin yerini uçsuz bucaksız bir boşluk alıyor. Ve gerçek, boşluğun öbür tarafında kalıyor.

Eski dostum, değerli gazeteci, sevgili Füsun Saka;

Zamansız değildi dönüşün, tam zamanıydı; hem de böyle bir eserle. Ne iyi ettin!

12 Eylül gibi mühürlenmiş bir zamanın kilitlerini açıyorsun, bir çilingir maharetiyle! Emeğine, yüreğine sağlık! Hayatına çarpan trenler bir gün mutlaka makas değiştirecek!

Filiz Kansu

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments