Mahsa Mohebali: “Zihnimiz, bir aşk romanları bombardımanı altında”
“Çocukluğumdan beri okumayı sever, öykü, roman, tarih, elime ne geçerse okurdum” diye anlatıyor Mahsa Mohebali. 16 yaşındayken Reza Baraheni’nin yaratıcı yazarlık atölyesine gitmiş ve önce ilk öyküsünü, sonra da ilk romanının taslaklarını yazmış. Üniversitede müzik okumaya başlayınca, yazmaya ara vermiş. Ta ki bir gün “Mutlu insan, hobisini işe dönüştürebilen insandır” sözünü işitene kadar. Müzik eğitimini bırakıp yeniden Baraheni’nin atölyesine dönmüş ve bu sefer daha ciddi adımlarla yola koyulmuş. “O zamandan beri yazmak hayatımın bir parçası” diyor.
Dostoyevski, Thomas Mann, Marcel Proust ve Louis Ferdinand Celine’yi çok seven, William Faulkner, J.D. Salinger, Kurt Vonnegut ve Heinrich Böll’e hayran olan yazarla feminist Güldünya Yayınları’ndan çıkan ve ülkesinde yıllardır yasaklılar listesinde bulunan “Aşkı Dipnotlarda Yaşamak” adlı kitabını konuştuk.
“İran’da kitapları sansür etme görevi, yayıncılara devredilmiş durumda”
Yazarlık dünyanın hiçbir yerinde kolay iş değil ama sanıyorum sizin ve benim ülkemde bir parça daha zor… İran’da sansürün dışında da insanın yazmaktan vazgeçmesine sebep olacak çok şey var, bunlardan bahseder misiniz?
İran’da yazarlığın hiçbir maddi geliri yok, sansürün kırmızı çizgileri de azımsanacak gibi değil. Mesela politika, sosyal sorunlar, erotizm ve din hakkında yazmak sakıncalı. Bu kırmızı çizgileri çiğneyen yazarlar, siyaset yapmak gibi bir hedefleri olmasa bile sistemin karşısında durmuş oluyorlar. Durumun zorluğuna siz karar verin: Herhangi bir gelir sağlamayan bu işi yaparak bir de başınıza dert alıyorsunuz.
Peki şöyle sorsam: Ülkenizde bir yazarın özgürlüğü nereye kadardır?
Birkaç yıl öncesine kadar yazarla yayıncı aynı cephedeydiler. Yazar eserini yayıncıya teslim eder, yayıncı da bunu resmi ruhsat çıkarabilmek için Kültür ve İslami İrşat Bakanlığına gönderirdi. Bazı durumlarda sansürcüleri içerikte bir sorun olmadığına ikna edebilmek için yazarın kendisi giderdi. (Ben her zaman gittim mesela.) Fakat bugün işler değişti; hükümetin baskısıyla yayıncılar “sakıncalı” buldukları yazıları daha baştan göndermiyorlar. Yani sansür etme görevi, yayıncılara devredilmiş durumda.
Sizin başınıza gelen de bu mu?
Hiçbir yayıncı yazdıklarımı bakanlığa göndermeye razı olmuyor, bazıları da eserlerimde çeşitli düzeltmeler yapmamı istiyor. Bukorkunç durum, birçok yazar arkadaşım için de geçerli. Birincisi, hükümet sonradan hiçbir biçimde sansür uygulamadığını iddia ediyor. Eh, yalan da değil bir bakıma, sonuçta sansürü özel sektöre devretti. İkincisi, yazarlar bilinçli olmasa bile bilinçdışında kırmızı çizgileri aşmamaya özen gösteriyor.
Hem kadın hem de yazar daha mı zor?
Evet, İran’da kadın yazar olmak çok zor. Neticede sadece hükümet değil, kamuoyu da size karşı. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Çoğu zaman yazarla yarattığı karakter bir tutuluyor, böylece metinle yazar birlikte yargılanıp mahkum ediliyor. Ruhunu eserinde tüm çıplaklığıyla sergileyen yazar sansürün bıçağından kurtulsa bile bu kez aydın kesim tarafından “ayıplanıyor”.
“Aşkı Dipnotlarda Yaşamak” adlı öykünüzde, Hafız Divanı’ndan Graham Green noir’larına, Marguerite Duras’dan Adrian Lynne’e edebiyatın ve sinemanın “dipnotlarını” takip ediyor ve bir aşk hikayesini onlar aracılığıyla anlatıyorsunuz. Sanat eserlerinin üzerimizde sandığımızdan daha fazla izi var denebilir mi?
Bence hiçbirimiz yazdığımız aşk hikayelerinin tamamen orijinal fikirlerden doğduğunu iddia edemeyiz. Neticede zihnimiz, resmen bir aşk romanları ve aşk filmleri bombardımanı altında. O öyküde bu gerçeği dile getirdim. Hiçbir yazı yegane değildir, yazdıklarımız mutlaka okuyup işittiklerimizin ve yaşadıklarımızın bir karışımıdır.
Kadına karşı şiddet geçtiğimiz birkaç yıl içinde tüm dünyada ürkütücü bir artış gösterdi. Bu konuda ne söylersiniz?
Son 30 yılda hakları konusunda daha fazla bilgi sahibi olan kadınlar toplumun çeşitli alanlarında daha fazla boy göstermeye başladılar. Feodal toplumların erkekleri için bu durumu kabul etmek zordu. Bu yüzden bence kadına yönelik şiddetin artışı, geçmişi muhafaza etmek isteyen erkekler ve kadınlar arasındaki sürtüşmenin bir göstergesi. Gelecekte de bu tarz şiddet olaylarına şahit olmayı sürdüreceğiz, bu kaçınılmaz. Ama kadınların toplumda daha aktif roller üstlendiklerinin de kanıtı. Bu şiddet kadınların onlara dayatılan geleneksel çerçeveden çıkmak ve modern hayata atılmak yolunda ödedikleri bedeldir. Tabii mücadele için hükümetin desteğine ihtiyacımız var. Şiddetin azalmasının tek yolu, uygulayanların yasalar gözünde cezalandırılması olacaktır.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest