Egoist okur

Zivkoviç’ten Egoist Okur’lara öykü armağanı: TELEFON

Zoran Zivkoviç okudunuz mu hiç? Alacakaranlık kuşağında geçen tuhaf, yaşanması olanaksız ama kışkırtıcı öyküler yazıyor. “İmkansız Karşılaşmalar” adlı kitabını hatırlayalım. Tadına doyulmaz bir kitap, yazarla Egoist Okur için kısa bir sohbet gerçekleştiren Ayşe Kilimci’ye göre Zivkoviç’in dilimizde yayınlanan en esaslı yapıtı. Öldüğünün farkında olmayan birine hayata dönüş fırsatı sunulursa tepkisi ne olur sizce, nasıl tercihler yapar? Peki ya bir adam sıradan görünen bir tren yolculuğu sırasında Tanrı’yla karşılaşırsa ne olur? Gizemli bir ziyaretçinin, üç mutsuz ve umutsuz kişinin kapısını çalmasıyla başlayan “Armağan Zamanlar”a ne demeli?

Veya daha iyisi bunları erteleyin ve aşağıdaki öyküyü okuyun. Zira Zivkoviç, Egoist Okur takipçilerine nefis bir kısa öyküsünü armağan etti. Bir edebiyatçıyla tanışmak için daha iyi bir yol hayal edebiliyor musunuz?

Bir fantastik kurgu üstadıyla kısa sohbetler

Zoran Zivkoviç’ten Egoist Okur’lar için bir kısa öykü: TELEFON

Telefonun çalmasıyla yerimden fırladım.

Gecenin bu vaktinde telefonun canhıraş sesi nerdeyse yıldırım çarpması gibiydi.

Baştaki şaşkınlığımı sürdürmek isteyerek telefonun çaldığına inanmak istemedim, ilk kez görüyormuş gibi telefona bakabildim ancak.

İkinci zil beni bu gelgit halinden çıkardı.

Handiyse korkarak ve çabucak ahizeye yetiştiğimde, önümdeki monitörün sağ alt köşesine gözüm ilişti, boş beyaz ekranda yazan tek şey oydu, vakit gece yarısını 47 dakika geçiyordu.

Bu geç saatte kimin, neden aradığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kesinlikle tanıdık biri değildi, çünkü benim geceleri çalıştığımı herkes bilir ve beni rahatsız etmek istemez. Tabii ki sabahı bekleyemeyecek bir şey söz konusu değilse, ki bu şey de bu saatte hoş bir şey olamaz elbet.

Yine de kötü bir şey olmamasını ummayı sürdürdüm. Birisi muhtemelen yanlış numara çevirmişti. Bu kadar geç saatte olmasa bile erkesin başına gelmiştir. Dünya üstünde kim gece yarısından sonra arama yapmayı düşünür ve çevirdiği numaraya dikkat etmez? İnsanlar bazen çok saygısız olabiliyor.

Ahizeyi kulağıma götürdüm ve sertçe ‘alo’ dedim.

Hattın öbür ucunda biri ‘iyi akşamlar’ dedi.

Büyük olasılık onları çok mutlu eden bir durumun etkisi altındaki genç bir insandı bu, ama, hayır, bunun yerine orta yaştaki bir adamın ciddi, derin sesini duydum. Bu yüzden, kim olduğunu bilmediğim genç adamın kötü davranışı üstüne bir nutuk atmaya hazırken, şimdi yüzü asık bir yetişkinin tatsız ses tonuyla ‘iyi akşamlar’ demek zorunda kaldım.

Arayanın kim olduğunu söyleyen bir arkadaşım gibi, ‘Ben, Şeytan’ dedi adam…

Orada birkaç saniye sessizce oturdum ve hemen telefonu kapadım. Birinin beni gecenin yarısında yanlış aramasını anlamaya hazırdım ama beni bir yetişkin olarak, bilerek, yalnızca şaka yapmak için gecenin bir yarısında aramak… Dünya ne hale geldi…

Ahizeyi yerine koyduğum anda telefon tekrar çaldı.

Bu sefer karşıdaki kötü şakacının bir şey söylemesini beklemeden, gözümü kararttım ve ‘Hemen beni rahatsız etmeyi bırakmazsan eğer, telefon şirketini arayacağım ve seni takip ettireceğim… Böylece yaptığın bu şey için ağır bir cezaya çarptırılacaksın ve sonun cezaevi bile olabilir. Senin yaşında biri böyle davranmaktan utanmalı değil mi?’

‘Şeytanı nasıl izletebilirsin? Telefon şirketini ararsan sana hiç aranmadığını söyleyecekler. Bu seni kötü duruma düşürür. Hiç olmamış rahatsız edici aramaları rapor ettiğini nasıl açıklayacaksın?’

Esrarengiz yabancının pes etmeye niyeti yoktu, bu açıktı.

Tek çarem kalmıştı, hattın öteki ucundan duyulmadığı için, gereksiz bir gürültüyle ahizeyi çarptım, ama, bu şekilde duygularımı belli etmiş oldum. Sonra da telefonun arkasındaki ses kapatan düğmeyi bulup, düğmeyi ittim, ses kapandı. İşte bu…Ne kadar yararlı bir düğme, keşke diğer sorunlardan da bir düğmeye basarak kurtulabilseydik. Bakalım telefondaki yaramaz oyununa nasıl devam edebilecek şimdi.

Telefon tekrar çaldı.

İlkin, doğru düğmeye basmadığım için sesi kapatamadığımı düşündüm. Onlardan birkaç tane vardı ve ben onları doğrusu çok sık kullanmıyordum. Bu yüzden hata yapmış olabilirdim.

Telefonun çalmasına izin vererek, onu kaldırdım, çevirdim, düğmelerden hangisinin ses kapadığını kontrol edip, sıkıca ittim, ki en hafif dokunmaya bile tepki verir…Hiçbir şey olmadı.

Ses, düzenli aralıklarla keskin şekilde yankı yapmayı sürdürdü.

Düğmeye dört yahut beş kez hızlıca tekrar bastım, işe yaramadı.

Ne yapacağımı bilemez halde telefona bir süre dik dik baktım.

Acımasız sesin her yeni dalgası beni daha çok, daha da çok rahatsız etmeyi sürdürdü.

Mümkün olduğu kadar çabuk bir şeyler yapmalıydım. Bu yüzden olsa gerek, en akıllıca olmasa da en basit şeyi yaptım. Bir saplantının elini oynadığımı bilerek ahizeyi yeniden kaldırdım. Asla bir psikopatla konuşma başlatmamalısınız, çünkü hiçbir işe yaramaz, bunu öğrendim.

‘Dinle’ diye söze başladım, fakat derin ses sözümü hemen kesti:

‘Gerçekten şeytanı bir düğmeyle susturmayı mı umuyorsun?’

Ahizeyi tekrar ve hızla çarptığımda yalnız ilk seferki rahatsızlıkla değil, aynı zamanda buzlu parmaklarıyla göğsümden kavrayan korkuyla da kışkırtıldım. Kendimi ne yaptığımı tahmin etmesinin kolay olduğuna inandırmaya çalışsam da bu açıklamam pek inandırıcı değildi.

Omurgamdan kayan bir ürperti, derin bir üşüme hissederek aniden masamdan kalktım, telefonun yanına gidip eğildim ve derin bir iç çekişle telefonun kablosunu duvardaki soketten çektim çıkardım.

Rahatlık kısa sürdü, sandalyeme geri dönerken telefon tekrar çaldı. Yolda ölü gibi durdum, döndüm ve gözlerimi bağlı olmayan kabloya diktim. Yapmaması gereken bir şey yaptığı için telefonuma gözümü diktim, birkaç saniye dik dik baktım. Orada hareketsiz daha uzun süre de durmuş olabilirim, fakat, zilin sesi her defasında daha yükseliyormuş gibiydi. İhtiyacım olan son şey de komşularımın çalışma odamdan gelen bu gürültüden rahatsız olup, uyanmasıydı.

Başka seçeneğim kalmadığı için yavaşça ahizeyi kaldırdım, biraz bekledikten sonra, yumuşak bir ses tonuyla, ‘alo’ dedim.

‘Sonunda aklın başına gelmiş olmalı’ dedi, aynı ses, azarlayan bir tonda.’Şeytandan gelen bir arama kadar zararsız bir şeyi insanın kabullenmesinin bu kadar uzun sürmesi inanılır gibi de

ğil. Şeytanın kapının eşiğinde durduğunu hayalet. Aslında adil olmak gerekirse sen bu konuda oldukça hızlısın. Bazen bu uzar, uzar, tatsız bir hal alır. Bazısı körü körüne davranır.

İnadına reddedişi öylesinedir ki, bazen telefonu binanın son katındaki evinin penceresinden dışarı fırlattığı bile olur. Sonrasında telefon paramparçadır ve mahallede panik yaratana kadar yüksek sesle çalmayı sürdürdüğünde suçlanan gene şeytan olur. Ama başka bir yolu da yoktur, bazı insanlara fazla nazik davranılamaz.

Ben yeniden konuşmaya başlamadan kısa süren bir sessizlik oldu. Sesim hala teselli kabul etmez şekilde umutsuzdu.

‘Benden ne istiyorsun?’ diyebildim.

‘Senden mi?’ dedi, ‘Hiçbir şey.’

Yeniden ikirciklendim.

‘O zaman niye beni aradın?’

‘Yalnızca senin çağrına cevap vermek için.’

‘Benim çağrıma mı?’ dedim, hayretle ve bunu tekrara ederek sandalyeme çöktüm.

‘Evet, senin çağrın. Az önce önündeki boş ekrana bakmamak için şeytanla isteyerek bir anlaşma yapacağını düşünmedin mi? Biraz ilham almak için?’

Boğazımdaki yumruyu yuttum, aklımdan ne geçirdiğimi nasıl bildiğini sorsam dedim, sonra böyle bir sorunun yersiz olacağını düşündüm. Muhtemelen beni cevaplamayacaktı zaten.

Bunun yerine, ‘ama sadece mecazdı, metaforikti, kelimesi kelimesine bunu kastetmedim’ dedim.

‘Öyle mi? Bana pek öyleymiş gibi gelmedi. Bu benim hizmetime ihtiyacın yok, anlamına mı geliyor?’

İhtiyacım olmadığını söylemeliydim. Kalbim vahşice çarpıp, kulaklarım çınlıyor olsa da, hala hakkıyla sebep belirtecek nüktelerim vardı. Asla kendini şeytanla işbirliği yaparken bulmamalısın.

Cevap sırası bana geldiğinde, ‘var, ama, fiyatı?’ dedim. Sözlerim başka birisinin ağzından çıkıyor gibiydi.

‘Her şeyin bir bedeli vardır.’

‘Ruhum mu?’ diye sordum, neredeyse fısıldayarak…

‘Ne saçma…Bir yazarın ruhuna kim ihtiyaç duyar ki? Dibe vurmuş birinin?’

Bu bir teselli olabilir ise de, sırtıma ansızın bir iğne batmış gibi hissettirdi.

‘O zaman ne?’ diye karşılık verdim, yüksek sesle. Yaralı gururum özgüvenimi biraz geri

getirmişti.

‘Azabından büyük keyif alacağım.’

‘Ne azabı?’ Sesim yeniden alt perdeden çıkıyordu.

‘Zihinsel, tabii ki, başka ne olabilir? Enine boyuna düşüneceksin.’

‘Oh! Bu kadar!’ Bir an hiçbir şey söylemedim, sonra isteksizce ekledim.’Neyi, enine boyuna düşüneceğim?’

‘Neden vazgeçeceğini, neyden mahrum bırakılacağını.’

‘Neyden vazgeçeceğimi mi?’

‘Hayatın boyunca başarı mı, yoksa edebiyat tarihinde bir yer mi? Seçimi sana kalmış…’

‘Bu iki şey arasında mı seçim yapacağım?’

‘Evet, yap seçimini. Eğer edebiyat tarihinde büyük bir yazar olarak anılmak istiyorsan bu mümkün, ama, sadece ölümden sonra…Hayatın boyu ihmal edilecek, görmezden gelineceksin ve karşı çıkılacaksın. Giderek, yazma isteğini kaybedeceksin, umutsuzlukta daha derine batacaksın, sonunda canından bile vazgeçebilirsin. Aslında umarım öyle yaparsın. Böyle bir sonuç sana hizmetimin en iyi teminatıdır.’

‘Ölümümden sonra büyük bir yazar olduğum fark edilecekse, neden kendi canımı alayım?’

‘Yeterince teselli bulacağından emin misin? Nasıl bir garantin olacak?’

Sesim hafifçe titreyerek: ‘Anlaşmamız tabii ki…Senin sözün.’ Diyebildim.

‘Çoğu insan şeytanın sözüne güvendiğini duyaydı, kahkahayla gülerdi. Gerçi ben her zaman yaptığım anlaşmalara sadığımdır.’

‘Tamam, ya diğer olasılık?’

‘Çok popüler olacaksın. Fazla okunacak, dolayısıyla ünleneceksin. Muhtemelen zengin de olacaksın. Başarıyla avunarak, uzmanların senin kitaplarında herhangi bir tür edebi değer görmeyi reddetmeleri gerçeğini fazla dikkate almayacaksın. En azından başlarda. Yıllar geçtikçe bu tanınırlığa, şöhrete katlanmak daha daha zorlaşacak. Bir yazar olarak çabucak unutulacağının kesinliği seni kırgın, aciz ve kendini başarısız hissetmeye zorlayacak. Bu muhtemelen canına kıyman için yeterli olmasa da, tabii ki çok yazık, intihar edemeyişin, ama acın uzun sürecek.’

Ne cevap vereceğimi bilemedim. Bir süre sessizliğe gömüldüm, sonunda, ‘Fazla seçenek yokmuş’ dedim.

‘Belki, ama, yakınmamalısın. En azından seçebilirsin. Tıpkı senin gibi beni çağırmış olsalar da seçme şansı olmayan birçok yazar var. Bazıları gündelik, bazıları günde birkaç defa hem de…

Ama, herkesi memnun edemezsin, bu açık. Daha hayatları boyunca herhangi bir başarı olmaksızın ve edebiyat tarihinde bir yer edinemeden gidenler var…’

Ansızın aklımdan bir şey geçti. ‘Ama, bazı yazarlar hayattayken başarılılar ve edebiyat tarihinde gözle görülür, kayda değer bir yer edinmiş durumda. Onlardan ne haber? Demek istediğim onlara ne tür bir seçim önerdin?’

‘Hiçbir şey. Yardımıma ihtiyaç duymadılar, bu yüzden beni aramadılar bile. Maalesef onların hayırseveri başkasıydı.’

Bir kez daha telefon hattı sessizleşti.

Sessizliği ilk bozan gene ben oldum.

‘Seçimimi sana hemen mi söyleyeceğim?’

‘Hayır. Bu konuda bir şey söylemene gerek yok. Sen yazmaya başlar başlamaz neye karar verdiğini anlamakta bir sorun yaşamayacağım. Her şey apaçık olacak.’

‘Ama sorun da tam bu işte. Hiçbir şey gelmediğinde nasıl yazmaya başlayabilirim? Böyle olmasaydı bunu konuşuyor olur muyduk?’

‘En azından o sorunu çözebiliriz. Konuşmamız hakkında bir hikaye yaz.’

‘Konuşmamız hakkında mı?’diye yinelediğime şaşarak, ‘ama ben korku hikayeleri yazmam ki…’

‘Sence bu bir korku hikayesi mi?’

Sesi sinirli, üst perdeden, kısmen de hakaretamizdi.

‘Hayır, tabii ki değil’ dedim. Hasarı onarmakta sabırsızca, ‘ama, biliyorsun şeytan şey görünür…’

‘Kelimesi kelimesine olması gerekmiyor. Mecazlı ve metaforik yap.’

‘Yine de fantezi olur.’

‘Fantaziyle bir sorunun mu var?’ dedi, biraz önceki ses tonuyla…

‘Hayır, hiç de öyle değil. Yalnızca hiç denemedim, ama, neden olmasın? Ona bir şans vermeliyim.’

‘Görüyorsun, etkisi hala tazeyken çalışmaya hemen koyulmanı öğütlerim sana.’

‘Tabii’ deyip duraksadım, ‘sanırım sana teşekkür etmeliyim.’

‘Bana teşekkür etme. Şimdi bu harika bir hizmet gibi görünse de sonunda bunun için beni lanetleyeceksin. Ve artık beni bir daha aramaya kalkma, çünkü bu bir işe yaramaz. Sadece bir kere görünürüm.’

‘Anlıyorum’ dedim, ‘Allah yolunu açık etsin.’

Dilimi ısırsam da artık çok geçti. Bağlantı kopmadan önce daha boğuk, daha uğursuz, hırıltıyı andırır bir ses kulağıma ulaştı, hemen kapattım, telefonu.

Titizlik takıntım beni telefonun kablosunu ait olduğu yer olan duvardaki sokete takmaya itse de bunu yapamadım. Daha fazla beklenmeyen gece araması olmayacağı gerçeğine rağmen, bağlantısız kalabilirdi. Böylece ‘telefon’un ilk cümlesi, ‘Telefon çalmasıyla yerimden fırladım’ı yazdığımda, kulaklarımın keskin, delici bir sesle dolduğuna yemin edebilirim.

 Zoran Zivkoviç

İngilizcesinden çeviren: Volkan Eldek

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments