Egoist okur

Binalar, sesler, hatıralar

“Evden çıktım, bir tramvaya atladığım gibi soluğu konağın karşısında aldım. Boşaltılmış, yarı viraneye dönmüş yeni sahibini bekliyordu. İçeri girdiğimi, merdivenleri çıktığımı ve pencerelerden birinden dışarıyı seyrettiğimi hayal ettim. Kalabalıklar arasından bana gülümsüyorlardı. Seslendim duymadılar, Koşar adım aşağı indiğimde çoktan kaybolmuşlardı.”

Emine Çaykara

Binalar, sesler, hatıralar

Bu hafta, bir sabah mesajı düştü ekrana; İstanbul’un yalılarını, konaklarını, sokaklarını çok iyi tanıyan ismiyle müsemma sevgili Fata Morgana bir habere dikkat çekti. Asırlık konak yeni sahibini bekliyor başlığıyla sunulan haberde Can Mumay şöyle diyordu:

‘1800’lü yılların sonunda yaptırılan Abud Efendi Konağı yatırımcıları bekliyor. Yap işlet devret modeli uygulanarak satılacak konağın restorasyonu için 4 milyon dolar keşif bedeli belirlenmiş. Sultanahmet Meydanı’na yaklaşık 70 metre uzaklıkta olan bina şu an yüzde 20 kapasiteyle hizmet veriyor. Yücel Kültür Vakfı’na 1972 yılında geçmiş olan 3243 metre karelik konak alanı tarih serüveni boyunca, dini eğitim veren bir konak, Hıristiyan okulu ve kültür vakfı olarak hizmet vermiş. Yücel Kültür Vakfı bina için restorasyon projelerini hazırlatmış. Vakfı şu an birkaç şirketle yap-işlet-devret modeli üzerinde görüşüyor. Öte yandan binanın altına 1939 yılında Türkiye’de kadın ve erkeğin ilk kez bir arada sinema izlediği Alemdar Sineması da kurulmuş.

… Şam eşrafından olan Abud Efendi’nin Topkapı Sarayı’na yakın bu binada konuklarını ağırladığı biliniyor. Daha sonra 1950 yıllarında Abud Efendi’nin büyük oğlu Ferid Bey tarafından Amerikalılara satılarak, bir süre YMCA (Young Men’s Christian Association) olarak hizmet verdi. Bizans dönemi kalıntıları ile çevrili olan binada Bizansın ilk ve en önemli yapılarından biri olan Chalkopteria -Hagia Manastırı kalıntılarının bir kısmının bu ada parselinde olduğu tahmin ediliyor.’

istanbul hikayeleri egoistokur sesler binalar hatiralar

Konağın bugünü ve Şam eşrafından Mehmed Abud Efendi

Sultanahmet’te Ayasofya’ya bakan bir konak, Şam eşrafından Mehmed Abud Efendi, kızı Belkıs Hanım, damadı Abid Bey, dedeyle aynı adı taşıyan torunu Mehmed Abud, Abud Yalısı, işgal yılları, koko, Kikina, M.Ç., bayram, ramazan adetleri, Osman Kemali Efendi…

Yılları geri sardım. Oysa ne kadar da çok önünden geçmiştim bilmeden. Binaların da konuştuğunu, ruhunuza çalınanın sadece gördüğümüz ve duyduğumuz kadar olduğunu da biliyordum.

Duyduklarımdan okumaya başladım.

“Babamda annemle evlenmek saplantı halinde. ‘İlle bu kızı alacağım’, diye tutturuyor, rahat vermiyor. Ama neler yapıyor!.. Mesela annemin bana anlattığı bir tanesi: Sultanahmet’te o zaman Abud Efendi’nin büyük bir konağı var, babam annemin dibinde olmak için ona yakın bir garsonyer tutuyor. Borulu gramofonu konağa çevirerek zamanın meşhur oynak şarkısı ‘Kikina’yı çalıyor sürekli… Annem duysun diye… Bohçacılarla ona mektuplar yolluyor. Sinir oluyor annem!”

Ne kadar sinir olsa da evlenecektir Belkıs Abud.

istanbul hikayeleri egoistokur sesler binalar hatiralar 1

Belkıs Abud’un evlilik fotoğrafı

Hatıralar, hikâyelere, sesler görüntülere, cümleler yüzlere karıştı; karşıma oturdular, sofralarına aldılar, konağa girip çıktılar.

Şazidil Kalfa acaba bu konakta da kalmış mıydı? Hüzünlü güzel yüzünü hatırlarken Poerio’dan bana kalan hatıra madalyon aklıma geldi. Yuvarlak, üzerinde geminin resmi kazınmış bir teneke parçası ama işte nereden nereye, işgal İstanbul’una demir atmış bir gemiden.

“Yıl 1921. O dönem kışları Sultanahmet’teki Abud Efendi Konağı’nda kalıyoruz.

Konağın çevresinde bir sürü değişik tipte insan geziniyor. Çok iyi hatırladığım karelerden biri Arap Fransız askerleri… Resmi kıyafetlerle dolaşıp konağın önünden geçiyorlar. Çocuk aklı, gözümü alamaz bakıyorum. Ürkütücü geliyorlar bana. Ben ömür boyu Araplardan korktum. Çünkü bir dedikodu çıkmıştı, “çocukları fırına atıp yiyorlar” denirdi… Yalıdaki Arap dadılardan da korkardım. Annemin dadısının adı Adadı’ydı, Nermin’in dadısı Şazidil Kalfa’ydı, bir hizmetçimiz İnci Kalfa, o da Araptı. Ödüm kopardı onlardan, hep uzakta dururdum, bir türlü ısınamadım. Hele Şazidil Kalfa’nın akrabası kambur Nadire Bacı geldi mi uyuyamazdım. Arap dadıların akrabaları arada ziyarete gelirlerdi. İlk iş evin hanımlarının eteklerini öperler, akrabalarına yardım ederler, akşamları aralarında sohbet ederler. Nadire Bacı, üstelik gece çok horlardı, ablama, “Ne olur yanında yatayım,” diye yalvarırdım o gelince… O Arap işgal kuvveti askerleri yarattı bu korkuyu.

O yaz, her zaman olduğu gibi yalıya geçtik. Boğaz’a İtalyan Poerio gemisi demir attı. Tabii sonra öğreniyoruz adının Poeiro olduğunu… Hava kararınca ışıklandırılmış bir ada gibi karşımızda duruyor. Biz çocuklar şaşkın şaşkın bakıyoruz; kim bunlar, ne yapıyorlar, niye buraya geldiler? ”

istanbul hikayeleri egoistokur sesler binalar hatiralar 2

Şazidil Kalfa

Ben Tevfik Paşa Konağı’nı biliyordum ama yıkılmıştı o zaten. Fata Morgana, bir fotoğrafla beni aldı taa Şehzadebaşı Camii’nin minaresine çıkardı. Oradan bugün yerinde olmayan, bir dönem Abud eşrafının yaşadığı Vidinli Tevfik Paşa Konağı’nı görmeye çalıştık.

“Bir dönem Şehzadebaşı’nda Tevfik Paşa Konağı’nda kaldık. Bu konak büyükannemindi, Vidinli Tevfik Paşa’nın konağı. Sonra yıkıldı. Bodrumla beraber beş katlıydı. Bodrum, tamamen odunla dolar, çini sobalarla ısıtılırdı. Her odada bir soba bulunurdu. Çocukluğum Tevfik Paşa’nın konağında geçti, bir ara Gülhane Parkı’nın yakınında, çınarın tam karşısına denk gelen Hasan Paşa Konağı’nda oturduk. Sonra Cağaloğlu’nda küçük bir konakta, sekiz-dokuz sene kadar. Arada Sultanahmet’te Büyük Abud Efendi Konağı’nda, yani sonradan Alemdar Sıhhat Yurdu olan konakta ve en sonunda da, ben Galatasaray Lisesi’ne giderken Suriye Hanı’ndaki iki dairede… Büyük Abud Efendi Konağı, kardeşi Ahmet Abud Efendi’ninkinin tam karşısındaydı. Onların konağı daha güzeldi, altında Alemdar Sineması vardı. Kardeşiyle anlaşamayan büyükbabam uzun yıllar önce ilişkisini koparmıştı, ikisi tam zıt karakterde iki insandı.

Ramazanlar çocukluğumun en hoş, eğlenceli günleri arasında. Nedense hep aklımda kışa denk gelmiş ramazanlar var… Herkes oruç tutardı bir kere. Aşçılar ramazanlarda çift maaş alırlardı. Tevfik Paşa Konağı’nın büyük sofasına masa kurulur; reçeller, renkli kâğıtlar içinde simitler, yağlı-yağsız pide, sucuklar, pastırmalar, peynirler… En az 25 kişi olurduk.

Büyükannem 24 kişilik özel sahan almıştı Pastelas mağazasından. Beyaz bir madendendi. Herkese ayrı ayrı sahanda yumurta yapılırdı. Sahurda ekseri makarna olurdu. Ana yemeklerdendi. Ayrıca yaprak dolma, kayısı hoşafı, üzüm hoşafı…Mutlaka da çorba içilir.”

istanbul hikayeleri egoistokur sesler binalar hatiralar 3

Tevfik Paşa Konağı

Çocukların dergisi M.Ç geldi aklıma. Bir grup çocuğun tv’nin, radyonun olmadığı o dönemlerde hayal güçlerini kullanarak hazırladıkları derginin hatırasının yıllar sonrasına kalacağını hiç akıllarına getirmişler miydi? Kokoları, kikirdemeleri, misafirlere taktıkları isimleri ve resimleriyle, esprileriyle, yazılarıyla kendilerini var ettikleri Meclis-i Çocukan (M.Ç.) ayda bir gece aile eşrafına okunuyordu.

“Şehzadebaşı’ndaki Tevfik Paşa Konağı’nda M.Ç.’nin bir kasası bulunurdu. Burası bizim kışın kaldığımız konaklardan. Bu kasada biriktirilen parayla defter, kalem gibi ihtiyaçlar alınırdı. Ve de en önemlisi sinemaya gidilirdi: M.Ç.’nin en büyük zevki Milli Sinema’daki filmleri izlemek. Adeta bu M.Ç.’nin temel meselesi haline gelmişti, hiçbir filmi kaçırmak istemezdik…

Teyzemin kocası çok bonkördü, para almam için sürekli beni kullandılar: Ben gidip para isterim. Annem de para verirdi ama asıl kaynak enişteydi. Sonunda biriktirdiğimiz o paralarla Şehzadebaşı’ndaki Milli Sinema’da bir loca tutarız. Oraya hepimiz tıkışırız…

1930 yılında M.Ç.’nin kasasındaki parayla ilk yılbaşı kutlaması yaptık ve bir çam dalı aldık. Ne heyecan, ne heyecan… Çam dalına yaldızlı oyuncaklar, süslemeler, fiyonklar astık. Ne geceydi ama! Olay olmuştu…

M.Ç.’nin bir de sandığı vardı. Küçük bir sandıktı bu ve içi bize verilen çikolatalar, keklerle doluydu. Aramızdaki şifreli konuşmalardan biri şöyle: ‘Kokodan bir olur musun?’ Bu, birimize gelen çikolataya ortak olmak demek. Paylaşmaya mecbursun. Küçük bir sandık içinde onları biriktirir, birbirimizden habersiz yemezdik. Hatta kızlar çikolatalar birikince onları eritir, keklerin üstüne sürer, ‘mamalika’ dediğimiz tatlıyı yaparlardı. ”

istanbul hikayeleri egoistokur sesler binalar hatiralar 4

Meclis-i Çocukan (M.Ç.) dergisinde Yalı Çapkını rumuzuyla yazan kuzen Vedat’ın konak resmi.

Ve Osman Kemali Efendi…

“1932 yılıydı… Sultanahmet’teki konak Rıza Dayımın hastanesi olarak çalışıyordu: Alemdar Sıhhat Yurdu. Büyükannemin dizleri ağrıdığı, romatizması olduğu için -Kandilli ona yaramıyordu- Sultanahmet’te, hastanenin arkasındaki evde kalıyorduk.

O gün akşamüstü okuldan çıktıktan sonra tramvaya binerek Sultanahmet’e geldim. Konaktan içeri girdiğimde birinci kattan alev alev yanarcasına öyle bir ses geliyordu ki… ‘İnsan doğarlar, hayvan ölürler…’, ‘Herkes insan olarak doğar, ya tekamül eder ya sıfırlanır…’

Büyülendim adeta. Muhteşem bir ses… İnsanı mıknatıs gibi kendine çekiyor. Osman Efendi dayıma kalmaya gelmiş, böylece biz de kendisiyle tanıştık. Gözleri görmemesine rağmen her şeyi mükemmel hisseder, kafanızdan geçenleri okurdu.

O gece biz çocuklar annemle en alt katta yattık. Osman Efendi, en üst katta, dayımın dairesindeydi. Ben hemen uykuya daldığımı hatırlıyorum. Annemse sürekli tekbir getiren bir ses duymuş. Ertesi sabah sorduğunda Osman Efendi’nin hasta olan babamın lalasının yanında yatarak bütün gece zikrettiğini öğreniyor. İlk bağlanışımız böyle başladı ve annem müridi oldu.

On yedi yaşlarındayım ve aklım böyle şeylere pek ermiyordu ama ruhen bağlandığımı biliyorum. Aradan yıllar geçti ve birbirimizi çok sevdik. Çok munis, varlığıyla insanı rahatlatan birisiydi. İnsanlardan kaçtığım o yıllarda odama gelir, ‘Mehmet’im,’ diye sarılırdı. Kendimi sihirli bir el değmiş gibi iyi hissederdim…

Osman Efendi, isterse müritlerine görünürmüş. Bana bir kere göründü, ödüm koptu.

istanbul hikayeleri egoistokur sesler binalar hatiralar 5

Evden çıktım, bir tramvaya atladığım gibi soluğu konağın karşısında aldım. Boşaltılmış, yarı viraneye dönmüş yeni sahibini bekliyordu. İçeri girdiğimi, merdivenleri çıktığımı ve pencerelerden birinden dışarıyı seyrettiğimi hayal ettim. Kalabalıklar arasından bana gülümsüyorlardı. Seslendim duymadılar, Koşar adım aşağı indiğimde çoktan kaybolmuşlardı.

Emine Çaykara

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments