“Bilmem yeter mi?”
“Hiç yetmediğini bildiğim halde “seni seviyorum” demenin eksikliğini tadıyorum. O iki kelimenin içini yaşadığımız sabahlar, geceler tamamlıyor. Okuduğunda, duyduğunda onları da katıp mı alıyorsun içine, anlayayamıyorum. Eksik deyişim bundan.
Olur da bir gün gidersen ve beni senin için kurduğum bir cümleyle hatırlamak istersen aşk: ‘Benim gurbetim sensin!'”
Burcu Yıldızer
Bilmem yeter mi?
Seni unutmaya ömrüm yeter mi? Dön desem tersine, dünya döner mi?”
Birhan Keskin
Dağınıktı dünya. Her şey zamanla toparlandı. Yeni kurulmuş bir evin, uykudan uyanmış bir bedenin, yıllandıkça güzelleşen bir şarabın kendini toplayışı gibi…
Geçmişimizden getirdiğimiz o kâğıt kesiği, kara kaplı deftere yazılıp gün ışığına çıkartmaktan içten içe sakındığımız kirli duygular bu dağınık dünyanın en orta yerinde duruyordu. Ne sen bana ait olanları biliyordun ne de ben sana ait olanları biliyordum. Yaşamak ve belki yaşatmak uğruna çektik silahlarımızı hep. Gelmek istedin. Git dedim. Sahip olmayı denedin. Benim bağlarım yok dedim. Bıkmadan anlattın. Dinlermiş gibi yaptım. İnadın ruhumun anahtarıydı. Sakla(n)dım. Sorularla devrildin üzerime. Yetmedi gücüm. Bilinmez vakitlerin günün birinde varolacağına inancın tamdı. Yarım kalan bendim. Kalbin sulhu kolay sağlanmıyordu.
Arzular, istekler, karşı konulması güç fırsatlar zihnimizi ele geçirmek için çalışıyorken sen bana, ben de sana bir bilinmez öyküde tutunmaya çabalıyorduk. Bu yüzden sözlerimizin gel giti çok oldu. Bu yüzden kelimeler kurşun yarası gibi delip geçti ruhumuzu.
Kalkıp gitmeye çalıştığın gecelerde içimdeki yangını söndürmek için yutkunurken ben, gitmek istemediğini ama gitmezsen de kalmanın bizi biz yapmayacağını düşündüğünü biliyordum. Bir yanın korkuyordu o kolu tutup da ‘gitme’ dememe ihtimaline karşı. Parçalamak değildi belki niyetimiz ya da kırıp dökmek ama en az bir duygumuz tetikteydi.
Pes etmenin, seni kendi dünyanın sanrısı, ağrısı içerisinde bırakmanın derdinde oldum hep. Dedim ki: “Daha başlamadan gidersem gök/yüzünün kanatları altında çırpınmak zorunda kalmam. Kalbimin olası sancılarıyla yapayalnız savaşmam.”
Ruhuna karşılık koymuştun ruhumu. Ağırdı. Zordu. Sonluydu. Her şeyi bilerek kırdım inadımı. Özledikçe daha fazla özlem koydum yerine. Kalbimin duraklarını kaldırdım her geldiğinde bekleme diye. Zamana kafa tuttum altında kalacağımı, duygularımı sokacağını bile bile. Hayırlarım evete, gitlerim gele, kaçmak için kullandığım bütün o yollar evimin sana açılan kapısına dönüştü. Dünyayı toparladım.
Şimdi öyle bir gök/yüzünün altındayım ki güneşi de yağmuru da gecesi de gündüzü de bir. Ama tek bir an, tek bir gün var ki sanki tüm yıldızlar bir bir yanaklarımdan aşağıya bir toz bulutu halinde dağılıp düşüyor. O an gök/yüzün kayboluyor gözlerimin önünden. Ebedi bir istirahate çekilecekmişçesine kalbimin hüzünbaz köşesine gelip kuruluyor. Dokunmak istiyorum. Bir ufak dilek düşüyor aklıma. Yanımda ol istiyorum. Kader dudaklarımın kenarında olmaz diyor çizgilerin içine saklanıp. Başım omzuma yakın, parmak uçlarım seni haykırıyor. Sen orada, kendi evinde akıp gidenlerden habersiz öylece oturuyor ve belki de uyuyorken ben burada sensizliğimi dolduruyorum.
Hiç yetmediğini bildiğim halde “seni seviyorum” demenin eksikliğini tadıyorum. O iki kelimenin içini yaşadığımız sabahlar, geceler tamamlıyor. Okuduğunda, duyduğunda onları da katıp mı alıyorsun içine, anlayayamıyorum. Eksik deyişim bundan.
Geride kalan onca yılda verdiğim mücadelenin altında kalmamak uğruna dünyama “dağılmasın” diye duygularımı süzüp kelimelerden cümleler inşa ediyorum. Sorgularımı, kalbime kesikler atan soru işaretlerimi yok olsunlar diye dillendirmiyorum. Ufacık bir sızıntının içinde çırpınıyorum. Göstermiyorum.
Olur da bir gün gidersen ve beni senin için kurduğum bir cümleyle hatırlamak istersen aşk:
‘Benim gurbetim sensin!’
Dünya kolay toparlanmıyor. Biliyorum.
Burcu Yıldızer
Subscribe
0 Comments
oldest