Egoist okur

Kitap kapaklarından okura göz kırpmak

“Kitap kapakları hem birer davetiye hem de metinle dünya arasında birer köprü, diyor efsane kapak tasarımcısı, ressam ve yazar Peter Mendelsund. Yerine göre “Gel,” diyor kapaklar okura, “Gel sen de partiye katıl.” Peki bunu nasıl yapıyorlar?

Anna Karenina’nın bıyıkları: OKURKEN NE GÖRÜRÜZ
Orhan Pamuk’tan “Karanlık Şövalye Batman” kapağı
Vintage Pulp kitap kapaklarında hayat bulan ikonik şarkılar
Dilimizde Mendelsund kitapları

Peter Mendelsund’un efsane kitap kapaklarından bazıları

Kitap kapaklarından okura göz kırpmak

Ne çeşit bir okursunuz? Kitapçıda dolaşırken ilginizi çeken kitaplar hangileridir? Okuyacağınız kitapları neye göre seçersiniz? Bir kitabın önce adına, türüne, dönemine, yazarına, yayınevine, çevirmenine mi bakarsınız, yoksa meseleye daha şekilci bir yerden yaklaşıp kapağına göre mi karar verirsiniz? (Gerçi önceki saydıklarımın hemen hepsi ön ya da arka kapakta okura bildiriliyor zaten hatta çoğu zaman yerleri bile belli.)

Öte yandan bir arkadaşım daha geçenlerde “paperback” tabir edilen karton ciltli kitapları katiyen almadığını, okumadığını söyledi, bez ciltli basımları tercih ediyor. Koskocaman kütüphanesi adeta harikalar odası. Ama bence paperback’lerin de kendilerine göre birtakım hoşlukları var. Renkli (çoğu zaman) kapak tasarımları mesela. O yüzden başka bir arkadaşım belirli bir yayınevinden çıkan her kitabı, tam da şahane kapakları yüzünden alıyor. Gerçi o yayınevinin öne çıkan başka özellikleri de var, o ayrı.

Bir şey daha var tabii, söylemezsem olmaz: İnsan şu hayatta herhangi bir şey satın alırken salt şahsi zevklerine göre karar veremiyor, cüzdanındaki parayı da düşünüyor. Hem kitap alırken bakılacak daha öyle çok şey var ki. (İllüstrasyonlar sadece kitabın kapağında olmuyor sözgelişi, içi illüstrasyonlu kitaplar da biz okurların ilgisini çekebiliyor.)

Başka? Sorayım mesela, sizin için ön ve arka kapaklarda yazılanlar önemli midir? Bilmem hangi uluslararası yayın organına göre elinizde tuttuğunuz kitap son on yılın en iyisiymiş! Hmmmm! Hal böyle olunca ecnebilerin FOMO dedikleri şu güncel olanı kaçırma korkusuna kapılıp “Aman, bir koşu gidip alayım da kimseden geri kalmayayım,” der misiniz? Arka kapakta sıralanan meşhur isimler peki? Hani şu “blurb” tabir edilen ifadeler. Falanca meşhur şahsiyet “Bu romanı okumadan ölmemeli!” demiş, yayıncı da bunu arka -veya şahsın yayın dünyası açısından önemine göre ön- kapağa koymuş. Hmmm, asla ölmeyecek olsak tamam da, madem ölümlüyüz ve madem o çok mühim şahsiyet böyle bir yorum yapmış, o zaman kapalım şu kitabı.

Açıkçası sorulara verebileceğim net bir cevabım yok. Saydıklarımın hepsine tek tek baktığım gibi birçok farklı sebepten de kitap alabiliyorum. Umursamadığım tek şey blurb’ler, yani işte, söyledim ya, meşhurların tavsiyeleri. Zira yayıncılığın içinde sayılırım, biliyorum o tavsiyelerin hangi kriterlerle çiziktirildiğini.

Kapaklar bize ne söyler?

Kapaklarla ilgili görüşüne başvurduğum kişi, efsane kapak tasarımcısı Peter Mendelsund oluyor. Okurken Ne Görürüz (Metis Kitap) adlı pek şahane bir kitabı da bulunan Mendelsund’a göre “Kitap kapakları hem birer davetiye hem de metinle dünya arasında birer köprü.” Yerine göre “Gel,” diyor kapaklar okura, “Gel sen de katıl partiye.”

Mendelsund’a göre kitap kapakları sadece kitapların kendilerine değil doğrudan bize, okurlara dair de bir şeyler söyler aslında. Kendimizi nasıl bir okuyucu olarak gördüğümüzün ya da görmek istediğimizin bir göstergesidir onlar aynı zamanda. Ne okuduğumuzla kim olduğumuz, kitaplığımızdaki kitaplarla benliklerimiz arasında inkâr edilemez bağlar vardır. Diyelim ki vapurda bir köşeye çekildiniz ve başladınız okumaya, elinizdeki kitabın kapağı öteki insanlara mutlaka size dair bilgiler veriyordur. Ve bu acayip huzursuz edici bir şeydir. (Hele mahremiyetine dört elle sarılanlardansanız.) Bir yandan da çok güzeldir, kendi türünüzden birine gizlice göz kırpmak gibi oyuncu bir eylemdir. (Yeryüzünde yalnız olmadığını bilmeyi kimse istemez.)

Blurb’lerin gerçeği yansıtma zorunlulukları yok

Kitap kapaklarında verilen somut bilgilerin en dikkat çekici özelliği, dürüst olma zorunlulukları. Kitabın ve yazarın adı değil sadece, yayınevi, tür ve benzeri bilgiler de mutlaka gerçeği yansıtmalı. Yoksa çıkacak kargaşayı hayal bile edemeyiz. Ha gerçeği yansıtmadıkları olmuyor mu, oluyor. Ama olduğunda hemen bu yanlış düzeltiliyor ve o kapak yeniden basılıyor. Şiir kitabına roman dendiğine rastladım şahsen bir kere ve bunun bir tür PR kurnazlığı olduğunu düşündüm, sonraki baskılarda düzelttiler zaten. Ama ne bileyim, diyelim ki Oscar Wilde’a diyelim ki Gustave Flaubert dendiğine şahit olmadım yahut hiçbir kapakta Büyük Umutlar yerine David Copperfield yazılmadı. Yoksa yazıldı mı?

Bana sorarsanız kitabı kitap yapan unsurlar arasında, bir tek blurb’ler farklı. Blurb yazarlarının, gerçeği yansıtmak gibi bir zorunlulukları yok. Canları istediği ölçüde öznel kalabiliyorlar. Beğenmişlerse beğenmişlerdir, kim ne karışır. (Beğenmeyenlerin görüşleri kapaklara yazılmaz zaten, yayıncı onları derhal unutmak ister.) Fakat tabii siz de benim gibi dedektif ruhluysanız blurb’leri okudukça ortada birtakım dolaplar döndüğünü çözmeniz uzun sürmeyecektir. Sadece kendi yayınevinden çıkan kitapları methedenler mi ararsınız, arkadaşının kitabını göklere çıkaranlar mı, yoksa bu blurb yazma işini bir çeşit meslek gibi icra edenler mi? Uluslararası arenada bu işi para alarak yapan blurb’cüler bile varmış, ben çıkan bazı haberlerin yalancısıyım.

Walt Whitman bir PR yalanının mucidi olacağını bilseydi

Bu yazıyı yazarken en iyisi blurb’lerin geçmişine bir bakayım dedim, tam isabet! Meğer benim gibi blurb düşmanları pek çokmuş. En başından beri blurb’ler şüphe, alay hatta küçümsemeyle karşılanmış. 1907’de kitapların arka kapaklarındaki methiyelere “blurb” adını koyan Gelett Burgess mesela öyle aşağılayıcı ifadelerle dalgasını geçmiş ki olsa olsa bu kadar olur. 1936’da George Orwell roman sanatının düşüşünü “arka kapak yazarlarının mide bulandıran zırvalarına” bağlamış. 1991’de Camille Paglia da blurb’ler için “katlanılmaz korkunçlukta” nitelemesinde bulunmuş.

Blurb’ün mucidi Walt Whitman’sa kuşkusuz onlar gibi düşünmüyormuş. İcat şöyle gerçekleşmiş: 19. yüzyılın önde gelen entelektüellerinden Ralph Waldo Emerson, 1855’te Çimen Yaprakları’nın (Sel Yayıncılık) ilk baskısını okuduktan sonra adı sanı duyulmamış şair Walt Whitman’a övgü dolu bir mektup yazmış. Zekâsı yeteneğine eş genç Whitman da mektubu New York Tribune gazetesinde yayımlatmış. Ertesi yıl, yani 1856’da da mektubun içinden bir cümleyi bez ciltli ikinci baskının sırtına altın varakla damgalatmış. Şuymuş cümle: “Büyük bir kariyerin başlangıcında selamlıyorum seni!” İlk büyük şiiri “Kendimi kutluyorum,” diye başlayan genç bir şaire ne kadar uygun bir methiye. Merak ettiğim şu: Whitman ileride bir PR yalanının mucidi olacağını bilseydi gene de yapar mıydı o yaptığını?

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments