Mario Vargas Llosa’nın kaleminden iki ayrı Cortázar
Geçenlerde kaybettiğimiz Mario Vargas Llosa’yı bir başka Latin Amerikalı dev edebiyatçıyla dostluğu çerçevesinde ele alalım istedim. İşte Llosa’nın kaleminden yazar olmaya ilk heveslendiği yıllar ve Paris’te Julio Cortázar’la tanışması, dostluğu, Cortázar’ın siyasi değişimine tanıklık etmesi…
Cortázar ve Llosa
Mario Vargas Llosa’nın kaleminden iki ayrı Cortázar
“Sanırım birçok Latin Amerikalı, kendini Latin Amerikalı olarak hissetmeye “boom” adı verilen hareket sayesinde başlamıştı. Benim için de öyle oldu.
Peru’da doğdum ben ve önce Bolivya, ardından Peru’da büyüdüm. Çok genç yaşlardayken yazar olmak istediğimi keşfettim ve benim kuşağımdan ya da benden önceki kuşaklardan birçok yazarın yaptığı gibi Kuzey Amerikalı ve Avrupalı yazarlardan çevirileri okuyarak büyüdüm. Bizim coğrafyamızdaki edebiyattan, kurmaca alanında olup bitenlerden habersizdim. Sadece Neruda gibi birkaç ikonik Latin Amerikalı yazarın varlığını biliyordum. Arjantinli eleştirmen Ana María Barrenechea Borges’ten bahsetmişti ve o sayede Borges’in birkaç öyküsünü de okuyabilmiştim. Ama hepsi bu kadardı. Latin Amerika’da çok zengin, yeni ve özgün bir edebiyat damarı olduğunu açıkçası Paris’te keşfettim. O damardan ilerleyen kitapları yutarcasına okudum ve onlardan çok şey öğrendim. Latin Amerikalılığımı ilk kez bu şekilde hissettim. Sadece dili değil, tarihi, sosyal ve siyasi sorunları da ortak olan bir topluluğun parçası olduğumu artık biliyordum.”
Aurora Bernárdez ve Cortázar
“Cortázar’ların evinde yemeğe davet edilmek için sabırsızlanırdım”
“Paris’te tanıştığım ilk Latin Amerikalı yazar Julio Cortázar oldu. Aralık 1958’deydi. Madrid’de doktora yapıyordum ve birkaç haftalığına Paris’e gitmiştim. Perulu bir ahbabım beni akşam yemeğine davet etti. Yemekte yaşıtım görünen çok zayıf bir adamın yanına oturtuldum. Adam belli belirsiz bir Fransız aksanıyla konuşuyordu. Bir öykü kitabının yayımlandığını, yakında bir kitabının daha yayımlanacağını anlattı. Ben de ona Barcelona’da yazdığım öykülerimden bahsettim. Yakında ilk kitabım basılacaktı, heyecan içindeydim. Adamın benden tam 22 yaş büyük olduğunu yemeğin sonunda öğrendim. Adı Julio Cortázar’dı, yanında eşi Aurora Bernárdez vardı. Dünyanın en birbirine benzemeyen çiftiydiler: Biri çok uzun, diğeri çok kısaydı mesela ama aralarında insanı şaşırtan bir ortaklık olduğu seziliyordu. Sohbetleri büyüleyiciydi; zarafetleri, incelikleri, mizah anlayışları ve birbirini tamamlayışları hatta anlattıkları anekdotlar, son okudukları kitaplardan ya da gittikleri sergilerden bahsetmeleri… Julio ile Aurora Paris’teki o ilk yıllarımda benim için çok önemli iki insan oldular. Cortázar’ların evinde yemeğe davet edilmek için sabırsızlanırdım.”
“Julio Cortázar ile sergi gezmek olağanüstüydü, gözlemleri canlı, yorumları zengindi. Edebiyat dünyasında sıkça görülen türde sosyal hırsları olmayan, çok mütevazı bir adamdı. Az sayıda arkadaşı vardı ama onlara gerçekten değer verirdi. Edebiyat kültürü çok zengin biriydi; özgün ve keskin fikirliydi. Ayrıca harika bir yazardı ama sonrasında hayatımda gördüğüm en inanılmaz değişimi yaşadı. Mutlak bir kişilik dönüşümüydü bu. Birinci Cortázar son derece nazik ama mesafeli biriydi. Çok içten ve tatlı olabilirdi ama sanki içinde, onun en önemli yanını oluşturan ve yazdıklarını besleyen bir sır vardı ve ona asla ulaşamayacakmışsınız gibi hissederdiniz. Yalnız denebilecek bir hayat yaşardı. Kalabalıklardan nefret eder, politikadan hiç hoşlanmazdı. Bir keresinde onu Luis Goytisolo’ya tanıştırmak istemiştim, ‘Hayır hayır, o gereğinden fazla politik birisi,’ demişti. Tuhaf şeylerle ilgilenirdi. Bir keresinde bir büyücüler kongresine götürmüştü beni. İçeride onlarca falcı ve medyum vardı. Feci sıkıldığımı hatırlıyorum, o ise heyecan içindeydi. Akılla, mantıkla anlaşılamayan gizemli ve ezoterik bir hakikat boyutunun kapısını aralayan bu büyücüler belli ki onu heyecanlandırmıştı.”
“Ondan çok şey öğrendim. En hayran olduğum yanlarından biri, yardımseverliğiydi. İlk romanımı okuduğunda son derece cömert yorumları oldu, yayınevi bulmam için yardımcı olmaya da çalıştı. Bir ara o ve eşi için Unesco’da çevirmenlik yaptım. Birbirlerini besleyen insanlardı, aynı kitapları okuyorlardı ve edebiyat dünyasının en yeni, en güncel hatta daha yayımlanmamış işlerinin peşindeydiler hep.”
“Cortázar yazarken ciddileşip takım elbise giyen yazarlara çok gülerdi, kendisi edebiyatına sokağın, gündelik hayatın dilini taşıyordu. O yıllarda Seksek’i yazıyordu. Böylesine karmaşık bir romanı plansız ve taslaksız, neredeyse doğaçlama yazması beni şaşkına çevirmişti. ‘Bugün roman nereye gidecek hiç bilmiyorum,’ cümlesini ondan defalarca işittim o günlerde. Bir bakıma en sevdiği şeydi bu; her sabah plansızca yasmak, risk almak, bilinmeze doğru gitmek… Seksek, onu çok ünlü yaptı.” (Can Yayınları)
“Gelin görün ki, zamanla bir tür travma yaşayıp tamamen değişti. O gizemli, içe kapanık, özel karakter birden sokağa çıktı, kocaman bir kırmızı sakal bıraktı, daha önce nefret ettiği politikaya ilgi duymaya başladı ve 60 yaşına basmasına ramak kala bir devrimciye dönüştü. Sorunlu, kavgacı ama bence son derece saf, tertemiz kalpli bir devrimciydi. Politikaya bulaşan bazı kişileri yozlaştıran, psikolojik ve ahlaki olarak çürüten tuzaklar onda yoktu. Her zaman doğru seçimler yaptığı söylenemezdi, gene de masum ve özgündü. Aramızdaki politik görüş farklılıkları dostluğumuzu hiçbir zaman gölgelemedi. Her buluşmamızda eski sıcaklık devam etti ve ilk karşılaşmamızdaki o hayranlık ve sevgiyi sürdürmem için her zaman yeni nedenlerim oldu.”
Llosa’nın ardından
Perulu Mario Vargas Llosa, Gabriel García Márquez, Julio Cortázar ve Carlos Fuentes gibi yazarlarla birlikte Latin Amerika edebiyatının en önemli temsilcilerindendi. Siyasi ve entelektüel kimliğiyle de öne çıkıyordu. Edebiyatı hem estetik, hem düşünsel bir alan olarak görüyor, eserlerini bireyin özgürlük arayışı çerçevesinde şekillendiriyordu.
Latin Amerika’daki şiddet, siyasi baskılar ve erkek egemen kültür üzerine yazdığı 50’yi aşkın eseriyle, özellikle de Teke Şenliği, Yeşil Ev, Katedralde Sohbet, Kent ve Köpekler gibi romanlarıyla tanınan ve 2010’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Llosa’nın sıklıkla tartışmaların odağında yer alması şaşırtıcı tabii. Başlangıçta sol görüşlüyken zamanla devrimci hareketten uzaklaşması hatta 1990’da Peru devlet başkanlığına bir sağ partiden aday olması mesela. O dönemde yaptığı bazı açıklamalar, özellikle gazetecilere yönelik şiddete ve feminizme dair sözleri büyük tepki çekmiş, tartışılmış.
Gene de Vargas Llosa hep çok yönlü, derinlikli bir yazar oldu. Eserlerinde kullandığı çok katmanlı yapı ve eleştirel gerçekçi tavrı onu çağdaş edebiyat içinde özel bir konuma yerleştirdi.
Şu sözleri unutulmaz: “Okuduğumuz iyi kitaplar olmasaydı, olduğumuzdan daha kötü, daha konformist, daha huzursuz değil, daha itaatkâr insanlar olurduk ve ilerlemenin motoru olan eleştirel ruh var olamazdı. Yazmak gibi, okumak da hayatın eksikliklerine, yetersizliklerine karşı bir protestodur.”
Llosa’ya başlamak için
Bir diktatörün ülkesine, kendi insanına verdiği zarar nasıl tanımlanabilir? Kayıp yıllar? İşkence teknikleri, sakatlar, ölüler, kayıplar? Türedi zenginler, aklanan kara paralar? Sansür ve şantaj? Köpekbalıklarına atılan, vahşice yok edilen muhalifler? Mario Vargas Llosa Teke Şenliği’nde 31 yıl Dominik Cumhuriyeti’nde hüküm süren ve yaklaşık 50.000 insanın ölümünden sorumlu tutulan Rafael Trujillo, namı diğer Teke’nin iktidarı süresince yaşananlara, bir grup Dominikli vatanseverin gözünden bakıyor. (Can Yayınları)
Sahibinin baştan aşağı yeşile boyattığı yapıyı gören herkes kahkahayı basıyordu. Genç, yaşlı, kadın, erkek, zengin, yoksul herkes Don Anselmo’yu evini garip biçimde yeşile boyatmaya zorlayan dürtünün ne olduğunu merak ediyordu. Don Anselmo’nun yeşil evi kimileri için de ahlaki çöküşü simgeliyordu. Llosa, Faulkner etkisinin hissedildiği Yeşil Ev romanında Latin Amerika’yı modernleşmeye ayak uydurmaya çabalayan bir toplum üzerinden anlatıyor. (Can Yayınları)
Genç Bir Romancıya Mektuplar’daysa roman sanatı üzerine düşüncelerini aktarıyor, yazım sanatıyla yaşam arasındaki ilişkiyi sorguluyor. Dahası, Cervantes, Márquez, Borges, Cortázar, Joyce, Flaubert, Woolf, Hemingway, Robbe-Grillet, Melville, Proust ve FKafka gibi edebiyatçıların eserleri aracılığıyla genç romancılar için bir yol haritası çıkarıyor. (Can Yayınları)
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest