Alışmayı, sindirilmeyi, susturulmayı reddetmenin romanı
Mavi dikkat çekici bir işti benim için. Bir kere editörü yakın arkadaşımdı. Tolga Meriç’i siz de bu sitedeki yazılarından, röportajlarından tanırsınız muhakkak. Künyede tanıdığım başka isimler de vardı, mesela çok sevdiğim romancı İnci Aral. En önemlisi de, çok güzel yazılmış bir romandı. Ensest, pedofili gibi konuları işliyor, bunu yaparken rahatsız edici olmaktan, sarsmaktan çekinmiyor, her satırında edebiyatın ancak böyle olduğunda okuyanı dönüştürebileceğine, iyileştirebileceğini hatırlatıyordu. İşlediği queer aşk hikayesiyle de cesur bir romandı Mavi.
Bir solukta okuduktan sonra onu bir de yazarları Belgin Kuşoğlu ile Arif Bilgili’ye sordum, anlattılar.
Kitapla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için
Tolga Meriç’in Egoist Okur’daki yazı ve röportajları
Edvard Munch’un Hasta Çocuk I adlı tablosu (solda), Arif Bilgili ve Belgin Kuşoğlu (sağda)
Arif Bilgili ve Belgin Kuşoğlu’ndan Mavi: Alışmayı, sindirilmeyi, susturulmayı, reddetmenin romanı
Bu romanı yazmaya nasıl cesaret ettiniz?
Artık birilerinin cesaret etmesi gerekiyordu. Edebiyatın rahatsız edici, adamakıllı sarsıcı, insanın karanlığına korkmadan ışık tutan gücünden ne yazık ki uzun zamandır uzak duruluyor. Bu belki de tüm dünyada böyle. Çünkü iktidar odakları suçu işleyenden çok, suçluyu eleştirme cesareti göstereni cezalandırıyor. Düşünebilen, vicdanlı, itiraz ya da isyan edebilen insana “Bu ne cüret?!” diye sopa gösteriyor. Adaletin bildiğimiz, sandığımız şey değil, kendisi olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ve acıklı olan şu ki, edebiyat ya da sanat da artık bundan payını almaya başlamış görünüyor. Mavi’deki kan donduran ensest istismarı, pedofili gibi olaylar gerçekte yaşandığında suçlulara akla şiddet uygularcasına merhamet ve şefkat gösteren erk, tıpkı mağdurları hiçe sayışı gibi, bakışını buraya yöneltmiş edebiyatı da hiçe saymak, dahası suçlamak istiyor. “Senin bu yaptığın ahlaksızlık!” diyerek, asıl ahlaksızlığı örtbas etmeye çalışıyor.
Size göre, kurgu olmazsa sanat olur mu? Şunu anlamak için soruyorum: Mavi’nin gerçeklere yaslanan bir roman olduğunun bilgisi kapakta da veriliyor. Böylesine acı ve isyan ettirici bir konuyu işlerken gerçekle kurgu arasındaki dengeyi nasıl kurup koruyabildiniz?
Sanat, kurgudur. Diliniz güzellikten çatlıyor olabilir ama kurgu yoksa, sanat da yoktur. Roman yazmak, duygularınızı şahane bir şekilde dile getirmek değildir. O bir duygu dökümüdür sadece. Bunun da çok güzel örnekleri vardır ama onlar roman değildir. Eğer roman olabilmişlerse, gerçek mutlaka dönüştürülmüş, yani kurguya başvurulmuştur. Daha yalın söylersek, evet, bize bunların çoğunu Mavi’nin kendisi anlattı ve biz aklımızı kaçıracak raddeye geldik. Ama o sırada ne Mavi edebiyat yapıyordu ne de biz… O başka bir şeydir, bunun romana taşınması başka bir şeydir. Mavi’nin anlattıklarını yaşayan biz değildik sonuçta. Bire bir yaşanmamış duyguların anlatımı zordu. Bu zorluğu aşabilmenin yolu kurgu yaparak yaşanmış olanı hissetmeye ve hissettirmeye çalışmaktan geçiyordu.
Caner Sancar ve Hande Sancar… Biri sözüm ona baba, öbürü de sözüm ona anne… Bacak kadar kızlarına karşı işledikleri sayısız suçtaki ortaklıklarını aklın alabilmesi mümkün değil. Hem anne babanın romandaki suç ortaklığını öğrendikten sonra hem de yazarken neler hissettiniz?
Herkesin anne baba olmaması gerektiğini düşündük. Anadolu kültüründe aile olgusunun önemi ve değeri çok farklı bilinir, anlatılır. Çocuğu meydana getiren anne babanın, tüm kötülüklerden koruyup gözetmesi gereken yavrusuna ruhen ve bedenen Mavi‘deki kadar büyük bir kötülüğü yapabiliyor olması aklın, mantığın ve vicdanın kaldırabileceği bir şey değil. İlk öğrendiğimizde yaşadığımız şokun devamını ağlama, kusma ve isyana kadar giden bir idrak etme süreci izledi. Yazıya dökme, kurgulama aşamasında ise her sözcüğü tekrar tekrar tartmak zorunda kaldık. Ama ağlamanın, kusmanın ve isyanın değerini, bırakın saklayıp sansürlemeyi, hafifletmeyi bile düşünmedik. Gerçeği kurguya kırdırmadığımız gibi, kurguyu da gerçeğe kırdırmamaya çalıştık.
Kız kardeşlerden Deniz’in bir mektubu var romanda. Bir mektup nasıl o kadar unutulmaz olabilir? Neyi anlattığı için insanı öyle yıkıp yere serer?
Deniz’in mektubu, bilinçlendikçe giderek büyüyen bir acının, susturulmuş bir çığlığın insanlığın yüzüne inen tokadı. Gelmiş geçmiş en büyük ihlallerden birine sürüklenişe insanın kendi eliyle son verişinin dayanılmaz acısı.
Mavi’ye geçmeden önce, Ender Kara’yı da sorayım: Ender Kara’nın romanda yaptıklarını burada anlatmayalım tabii ama sizce Ender Kara bu romanda okura ne yapıyor? Yazarları olarak size neler yaptı?
Maalesef herkesin, her şeyin görünen ve görünmeyen yüzleri var. Ama bazı saklı yüzler tahminleri aşacak kötülüklerle dolu. Ender Kara bir psikolog ve bize bu bilinmeyen, anlaşılamayan yüzleri gösterip uyarıyor: Güven esas, kontrol şart. Ender Kara’nın Down sendromlu yeğeni Ela’ya ve başka çocuklara yaşattıklarının, insana kafalarımızdaki idealize edilmiş insan gibi değil de, başka bir şeymiş gibi bakmamızı sağlamasını umduk.
Hani az sayıda roman karakteri sanki arkadaşımızmış gibi katılır ya hayatımıza… Ondan sevilen bir tanıdıktan söz eder gibi söz ederiz ve karşımızdaki de kimden söz ettiğimizi, aslında onun bir roman karakteri olduğunu bilir… Mavi de romandan çıkıp gerçek, gündelik hayata geçiyor sanki. Şu çok ilginç: Gerçek bir kişiyi roman karakterine dönüştürmüşsünüz ve öyle bir dönüştürmüşsünüz ki, o roman karakteri gerçek hayata katılıyor, kanlı canlı bir tanıdığa dönüşüyor! Bu nasıl olabildi?
Evet, Mavi gerçek bir kişiyken bir roman karakterine dönüştü. Sizse, o roman karakterinin ete kemiğe büründüğünü söylüyorsunuz. Bunun nedenlerinden biri, ona yaşatılanların vicdanımızı şiddetli bir şekilde sarsması olabilir mi? Ya da acısının akıl almazlığına rağmen hâlâ kendi ayaklarının üzerinde durabilme çabasına duyduğumuz hayranlık ve yakınlık?
Queer bir aşk hikayesi
Bu kadar sert bir romanın tam ortasına şaşırtıcı güzellikte bir aşk hikâyesi yerleştirmişsiniz. Mavi ile Pınar’ın aşkını. Kitabınızın editörlerinden Tolga Meriç, Mavi’nin arka kapak yazılarından birini yazmış olan İnci Aral’ın “Kendi Gecesinde” adlı romanı için “İki erkek ya da iki kadın arasındaki aşkı okutabilmek, iki hayvan arasındaki aşkı okutmaya çalışmak kadar zordur. ‘Kendi Gecesinde’ bu zorluğu aşabilmiş sayılı örneklerdendir edebiyatımızda,” diye belirtmişti bir incelemesinde. İnci Aral’ın o romanında iki erkek arasında geçer aşk. Mavi’de ise iki kadın arasında yaşanıyor. Ve Tolga Meriç’in işaret ettiği o zorluk bu romanda da aşılmış. Bunu nasıl başardınız?
İnsanın kendi iradesiyle sevgiyi bulduğu yer cinsiyetsizdir. Aşk duygusu saf ve samimi olduğunda özeldir. Bir kadın ve bir erkeğin birlikteliği tabii ki çok değerli, fakat toplum baskısıyla toplumun doğruları üzerine kurulmuş paravan bir birlikteliktense, cinsiyet gözetmeksizin ve değer yargılarına saygı duyularak yaşanan birlikteliklerin daha sağlıklı olduğunu düşünüyoruz. Bu konu hakkında kendinde eleştiri yapabilme hakkı bulan kişiye şunu sormak isterdik: Toplumun o kadar değer verdiği kutsal anne babalar çocuklarının kolunu kanadını kırıp onlarda yetişkinlerin bile kaldıramayacağı yaralar açarken neredeydiniz? Geçmişi geri getiremiyorsanız, şimdiye saygı duyun ve susun!
Künyedekiler
Editörler, redaktörler, ön okuma yapan ünlü yazarlar, danışmanlar, beta okuyucular, profesörler, hukukçular, psikologlar, filologlar… 30 kişinin yer aldığı bir kitap künyesiyle herhâlde ilk kez karşılaşıyorum. Bu ne demek? Ve bunca ismi bir araya getirebilmek nasıl mümkün oldu?
Mavi’nin künyesindeki bu geniş kadronun emeğinin nedeni, yazacağımız romanın sorumluluğunu hakkıyla taşıyabilmek için gösterdiğimiz özen ve gayret. Konu çoğu zaman gözümüzü kaçırmak isteyebileceğimiz raddede sertti ama her cümlenin, hatta kelimenin isabetli olması da şarttı. Bir yandan duygu sömürüsünden kaçınırken, bir yandan da elimiz birçok sahnede titredi ve kalemimiz kırıldı. Bazı bölümleri haftalarca düşünerek yazdık. Roman bittikten sonra ise konunun uzmanlarına danışıp fikirlerini almanın izlenecek en sağlıklı yol olduğunu düşündük.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” anlayışını yıkmak istedik
“Mavi’nin yazılış amaçlarından biri de ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!’ anlayışını yıkmaktı. Bilinçlenmemiz gerekiyor, kendi çocuklarımız kadar, eş dost, akraba, konu komşu çocuklarından da sorumluyuz. Susmakla, yok saymakla ya da üç gün vah vah etmekle süregiden bu acı dindirilemiyor. Caydırıcı kanunlar, cezalar uygulanmadığı sürece bu sapkınlıkların önüne geçemeyeceğiz. Çocuklarımızı eğitmemiz ve takip etmemiz gerekiyor… Mavi ile tanışmak, onun yarasına dokunabilmek ve ona ses olabilmek hem çok güzel hem de çok zorlu bir yolculuktu.”
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest