Egoist okur

“Okula gidiyorsun, ‘Deden vatanı sattı’ diyorlar”

Gazeteci İnci Döndaş ile Ali Serim’in hazırladığı Hürrem Sultan’ın Torunları kitabı hem tarih algımızı değiştiriyor, hem de bunu birbirinden ilginç insan hikâyeleriyle yaptığı için tatlı tatlı şaşırtıyor. Kitapta Osmanlı Hanedanı’ndan 12 kadınla bazen Bodrum’da bir otelde, bazen Fransa’da bir kafede, bazen İstanbul’da bir antikacı dükkanında röportajlar var. İnci Döndaş’la Arzu Akgün konuştu…

inci dondas egoistokur harem

Harem’in 12 yaşayan temsilcisi

Bizim topraklarda tarihin bir yanı hep mistik olur; Sinbad gibi, Alaaddin gibi, Şehrazat gibi varla yok arası bir yerdedir okuduğumuz tarihi karakterler. Mistik oldukları için de hep biraz müphem kalırlar. Çoğu zaman aklımıza dahi gelmez kitaplardan ya da şimdilerde televizyon dizilerinden tanıdığımız o görkemli sultanların, mesela Hürrem Sultan’ın torunlarının bir yerlerde yaşadığı. Bizim aklımıza gelmediği gibi bir ilkokul öğretmeninin de aklına gelmez “Vahdettin haindi” derken, başını yere eğmiş bir çocuğun evine döndüğünde dedesinin fotoğrafına soran gözlerle bakacağı…

Gazeteci İnci Döndaş ile Ali Serim’in hazırladığı Hürrem’in Sultan’ın Torunları kitabı hem tarih algımızı değiştiriyor, hem de bunu birbirinden ilginç insan hikâyeleriyle yaptığı için tatlı tatlı şaşırtıyor. Kitapta Osmanlı Hanedanı’ndan 12 kadınla bazen Bodrum’da bir otelde, bazen Fransa’da bir kafede, bazen İstanbul’da bir antikacı dükkanında röportajlar var. Ve bu sultanlardan Neslişah Sultan hariç hepsi hayatta.

Ben tarihin bireye yansımasını severim. O büyük savaşlar, sınırlar, gemiler, heykeller bir insanın, herhangi bir insanın, bir kadının hayatını nasıl değiştirir, onu öğrenmek isterim. Sizin kitabınızı da bu merakla okudum. Peki sizce başkaları bu kitabı niçin okusun?

Çünkü kimsenin kimseyi ajite etmediği, herkesin doğru ya da yanlış hikâyesini kendi ağzından anlattığı bir kitap bu. Osmanlı’ya ilgi duyanlar kadar gerçek insan hikâyelerini sevenler de okuyabilir. Ben özellikle “Bir imparatorluk sonrası, bu ailenin üyeleri halen yaşıyor mu, yaşıyorlarsa ne yapıyorlar?” diye merak edenlerin ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Bunlar şu anda, markete giden, yemek yapan, bizim gibi yaşayan kadınlar. Bu kitap onların altın kafeste yaşamadığını gösteriyor ama bir yandan da attıkları pek çok adımda, aldıkları pek çok kararda kamuoyunun ne diyeceğini düşünüyorlar. Yine de hepsi çok güçlü kadınlar. Evlenirken, boşanırken, çocuk yetiştirirken içinde bulundukları şartların ağırlığına rağmen birçok zorluğa tek barına göğüs germişler.

Siz inandınız mı konuştuğunuz kadınlara? Gazetecilik refleksiniz ne dedi?

Tarih verdikleri şeyleri kontrol ettim, tekrar tekrar sordum, yanlışlık varsa diye bir daha sordum. Ama mesela “Eşimden şu sebeple boşandım” dediyse onu kontrol etmek gibi bir imkanım yok. Sonuçta herkes kendinden mesul, herkes kendi hikâyesini kendi bakış açısından anlatır. Biri bana da hayat hikâyemi sorsa, olumsuz yanlarımı anlatmam.

Saltanat, Osmanlı, Cumhuriyet, Kemalist devrim, sürgün gibi kavramlara bakışınızı değiştirdi mi bu kitap için yaptığınız röportajlar?

Başlamadan önce de mesleğim dolayısıyla hanedan üyelerinin yaşadıklarını ve onlara Türkiye’ye dönüş izni verildiğini biliyordum. Kitap onları tanımama vesile oldu. Sürgün döneminin, geride kalanları hala etkilediğini görmemi sağladı. Birileri onları göklere çıkarıyor, birileri de dudak büküyor. Ben tamamen ortada durdum. Ne Osmanlı hayranıyım, ne de Osmanlı düşmanı, her türlü tarihi veriyi o dönemin koşullarıyla değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Tarihi konularda “Bu kötüdur, şu iyidir” diye bir yargıda bulunamazsın. Ben sadece tarafsız olarak duyduklarımı aktarmaya çalıştım ve düşündüklerimden ziyade nesnel gerçekliği vermeye çalıştım.

Sana en samimi gelen hangisiydi?

Ben en çok İkbal Hanım’ı sevdim. Neslişah Sultan’ın hayatından da çok etkilendim. Kolay kolay kimseye nasip olmaz iki devrim görmek. Bir insanın sıfırdan iki kere hayata başlaması muazzam bir şey. “Babam anneme baktığında sadece güzel bir kadın görmüyordu, kendisine destek olan bir kadın görüyordu aynı zamanda.” dedi kızı. Bir de açıkçası bu insanlar belli bir çevrede yetiştikleri için halkla temas etme konusunda zorlanmışlar. Gururdan değil de nasıl yapacaklarını tam olarak bilmediklerinden. Arzu Enver Erdoğan, “Dadılarla büyüdüm ben ama hep kapıcı çocuklarıyla arkadaş oldum. Kimse yanlış anlamasın ama öğrenmek istediğim, merak ettiğim buydu” dedi. Hayatın ne olduğunu çok geç öğrenmiş bu kadınlar. Tabii kimseyi yaşadığı hayattan ötürü suçlayamayız. Mesela Kenize Murad’ın öyle bir yaşamdan böyle bir kariyer oluşturması beni çok etkiledi. Çok zor bir hayat yaşamış. Düşünün; babasıyla 21 yaşındayken tanışıyor ve o ana kadar kendisini hep terk edilmiş hissediyor. Kenize Murad çok entelektüel bir kadın, hem yazarlık hem gazetecilik alanında çok önemli işler yapmış. Onunla birçok konu hakkında konuşabiliyorsun. Aslında sultanların hepsi çok entelektüel.

“Okula gidiyorsun, ‘Deden vatanı sattı’ diyorlar”

Hayat en çok kadına mı dokunuyor sizce?

Yok, herkese dokunmuş. İnsana dokunmuş, çocuğa dokunmuş… Kadınlar anlatıyor ama erkeklerin de neler yaşadığını öğreniyoruz röportajlardan. Neslişah Sultan yurtdışına çıkarıldığında 3,5 yaşındaymış. Hayat galiba hepsine bedel ödetmiş. Osmanlı olduğunu saklayarak gitmiş okula çoğu. Düşünsene; çocuksun… Eve geliyorsun, dedenin resmi var, okula gidiyorsun, “Deden vatanı sattı” diyorlar… Annenle baban mı doğru söylüyor, okuduğun kitaplar mı? Bize hep Osmanlı’nın bizimle hiçbir alakası olmadığı anlatıldı. O insanlar ne düşünür, ne yapar, bunları kimse sorgulamadı. Bizim her şeyimiz gibi sevgimiz de orantısızdır. Ertuğrul Osman’ın cenazesinde akrabalarına “Hanım, hanım, çekil namazımızı kılalım” demişler mesela.

Ben tarihle ilgili bir şey okurken, ‘anlattıkları doğru mu’dan ziyade ‘neden böyle anlatıyorlar’ diye merak ederim. Sizce neden böyle soğukkanlı anlatıyor olayları hanedan kadınları? Aşırı vakar, kontrol ve ketumluk mu?

Yaşadıklarından dolayı böyleler, üstlerinde ister istemez ödünç kaygılar var. Bir cihan imparatorluğundan gelmek onları karşılarındaki kişilere mesafeli yapmış. Ancak belli bir noktadan sonra güvenip rahatlıyorlar. Ketum olmaları normal ama aynı zamanda çok kibarlar.

Anlattıklarınızdan bende kalan kavramlar “bağımsız olmak” ve “ayakta durmak” oldu. Size ne kaldı?

Kimseye muhtaç olmadan yaşamak… Sürgün edildiklerinde çalışma deneyimleri yok, birden bambaşka bir hayatın içine giriyorlar. Kuzenlerinden, diğer aile üyelerinden dinledikleri hikâyeler de böyle bir kaygı oluşturuyor. Ve bunu başarıyorlar. Ben özellikle kariyeri olan ve kendi ayakları üzerinde durabilen kadınları seçtim.

Arzu Akgün

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments