ŞAHANE 1 RÖPORTAJ: “Sırrı Süreyya Önder’in sazını kırdım, zaten iyi çalamıyordu”
Posted by gülenay börekçi on December 4, 2011 · 1 Comment
Kadere Mahkumlar adlı şarkılı türkülü cezaevi programıyla hayatımıza fırtına gibi giren Dilber Ay’ı ben geç tanıdım, Cüneyt Özdemir’in programı 5 N 1 K aracılığıyla… Ve kendini ifade ediş biçimindeki pervasızlığa, “Ben koskoca Dilber Ay’ım, siz kim oluyorsunuz!” tavrına hayran kaldım. Bakın mesela…
Cüneyt Özdemir: Cezaevlerindeki mahkumlar en çok hangi şarkıları istiyorlar sizden, sayar mısınız?
Dilber Hanım (Gürleyerek): Zorunda mıyım?
Cüneyt Özdemir (Nazikçe): Yani mümkünse…
Dilber Hanım (Daha da gürleyerek): Zorunda mıyım?
Cüneyt Özdemir (Süklüm püklüm): Hayır değilsiniz tabii ama…
Dilber Hanım (Gürlemesine biraz tebessüm karışarak): Zorunda mıyım? Eserin adı bu.
Evet, evet Dilber Ay hakikaten bir olaydı. Onu tanımamaksa benim ayıbım. Sonuçta, “Kötülere gelin olma sevdiğim, vardığın kocadan tez koşamazsın” yahut “Ne oldu kardaş aneztezi?” gibi alelacayip dizeleri türkü âlemimize kazandıran bir kadından söz ediyoruz.
Flash TV’nin pop kültür dünyamıza armağan ettiği bu müthiş televizyon yüzünün röportajına bu yüzden kayıtsız kalamadım. Helin Avşar çok iyi iş çıkarmıştı. Bizim ekte yayınlandığı için söylemiyorum, gerçekten öyle. Okuyun, kült aleminin şahane şahsiyetlerinden birini daha yakından tanımak, onun çok hazin ama aynı zamanda kelimenin tam anlamıyla ayar bozucu hayat hikayesini öğrenmek için… İçinde “bu kadarı da olmaz yahu” diyeceğiniz öyle çok şey var ki!
Hangi birini anlatayım… Babasının onu görmek için erotik filme gitmesini mi, TRT’deki kapı görevlilerinin birinci olduğu ses yarışmasına onu dilenci sandıkları için almamasını mı? 13 yaşında evlendirilip aynı yıl çocuk sahibi olmasını mı, evden kaçıp şarkıcı oldu diye kocası, babası ve amcaları tarafından bir ahır köşesinde dövülmesini mi? İkinci kez evden kaçıp yakalandığında tir tir titreyerek babasının karşısına çıkarılmayı beklerken, babasının da evden kaçıp türkücü olmak için büyük şehre gittiğini öğrenmesini mi? Sırrı Süreyya’yı sazını kırarak orkestrasından kovmasını, 35 yıl sonra da onun filminde rol almasını mı? Ödül kazandığı halde, “Ne işim olur benim Koza’yla Moza’yla” diyerek Adana’ya gitmemesini mi? Park yeri bulamadığı için uçak satın almaktan vazgeçmesini mi? “Reyting Kralıyım ben” deyişindeki kural bozuculuğu mu? En iyisi ben susayım, siz okuyun…
DİLBER AY: “Sırrı Süreyya Önder’in sazını kırdım, zaten iyi çalamıyordu”
Google’a isminizi girdiğimde başka bir Dilber Ay’ın fotoğrafları çıkıyor, neden?
İnternet’le hiçbir bağlantımız yok bizim. Zaten anlamıyoruz.
Düzeltme yapılabilir aslında.
Çok açıklama yaptık. Herhalde o kadın öldü. İsmi aslında Gülşen Demirci’ymiş. Kayserili kendisi.
O. Çocukları filmi onun hayat hikâyesi diyorlar…
Olabilir, bilmiyorum.
Onu bir düzeltelim isterseniz. İki tane Dilber Ay var ama bu, onun takma ismi sanırım.
Barağın anası Dilber Ay’ım ben. (Barak türküleri kastediyor.) O olay çıktığında mecmualar vardı. Bunların beyinlerine girdiler ”Seni şöhret yapacağız, soyun” dediler. Benim de o zaman yeni bir türküm çıkmıştı, ortalığı kırıp geçiriyordum. Televizyon yok, Hey mecmuası var. Onun müdürü Erol Aktuğ vardı, bir yazısında beni ele almıştı. Gerçek Dilber Ay, sahte Dilber Ay, kadının soyunmuş hali, benim elimde mikrofonlu ve köylü kıyafetli halim… Ayrıca o zamanlar TRT’de çalışıyordum.
TRT’ye girmek de zor, değil mi?
Zordur. 30 yıl öncesinden bahsediyorum. Diyorlar ki ”Bunun adını ne koyalım? Çok şöhretli bir kadın var, onun ismiyle çıksın.” Sonra bana TRT’den men mektubu geldi. Babam, amcalarım vurmaya kalktı. Amcam babama diyor ki “Kızın türkücü oldu, televizyonlara çıkıyor, çırılçıplak 10 kişiyle yatağa giriyor.” Babam sinemaya gidiyor, bakıyor ben değilim. Eve gelip amcama ”Dilber değil o. İnsan çocuğunu tanımaz mı?” diyor. Birkaç arkadaşım, “senin adını kullanan bir kadın var, kadın böyle böyle” dedi. Kavaklıdere’ye gittim. Bırak gözümün kararmasını, dünyam karardı. Beni keserler evde, keserler!
Hikâyeyi baştan alalım. Bildiğim kadarıyla çok kaset yaptınız.
60 tane. O zamanlar medyadan uzak, yurtdışında, Almanya’da yaşıyordum. Orada ikinci evliliğimi yapmıştım. Kötüleri görünce televizyonda, hırslandım. ”Kötülere gelin olma sevdiğim, vardığın kocadan tez koşamazsın” diye bir uzun havam da vardır. ”Herif, ben çekildim, yerimi kötüler almış” dedim.
Türkü söylemeye kaç yaşında başladınız?
13.
Sizi kim keşfetti?
Beni hiç kimse keşfetmedi. Memlekete güzel sesler dinlemek için bir ekip geldi. Amcamın kızıyla gizlece oraya gittik. Daha çocuğum. Askerlik şubesinin içinde bir çadır vardı. Güzel seslileri yazıyor, adreslerini alıyorlardı. Çadıra girdik, sanatçılar da vardı.
Kahramanmaraş’tan Ankara’ya geldiniz… Öncesi?
Hasımlarımız Halep’ten geliyor, Antep’e yerleşiyorlar. Antep’te duramayıp Kahramanmaraş’ta Pazarcık’a yerleşiyorlar. Kara çadırda dünyaya gelmişim. Ev, köy yok. Göçebe. Kahramanmaraş’ta nüfus kağıtsız 3. sınıfa kadar okuyabildim. Aşiret çocuğuyum. Sonrasında Düzce’ye yerleşmiş ailem. Babam bana Düzce’de nüfus kâğıdı çıkartmış. Yaşım büyük olduğu için okula da verememişler. Neyse, ben o çadırdaki adamlara ”Sesimiz çok güzel, bizi bir dinleyin” diyerek ”Gönül gel seninle muhabbet edelim, araya kimseyi alma sevdiğim” türküsünü okudum. Hemen evimin adresini aldılar. 2-3 ay sonra mektup geldi, birinci olmuşum. Ama mektup gelene kadar beni zaten evlendirdiler.
Evlendiğinizde kaç yaşındaydınız?
13.
Çocuk?
O da oldu. Çocuğum var ama ben de çocuğum. Neyse, babam almış mektubu. Hamile halimle beni ahırda öldüresiye dövdüler. Annem bir tarafa bayılıyor, babaannem bir tarafa. Evlendirildiğim kişinin ailesi beni babamın kapısının önüne attı. İlk eşim 50 yaşında bir adamdı.
Sizi neden o adamla evlendirdiler?
Bilmiyorum. Başlık için sanırım. Ben kardeşimin yanına kaçtım Ankara’ya.
Nasıl kaçtınız?
Bindim otobüse, gittim.
Paranız var mıydı?
Babaannemin verdiği 20 liram vardı. Kar yağıyor lapa lapa. Ayağımda delik lastikler… İçine su giriyor. Kar yağarken Yenidoğan’dan radyo evine kadar gittim. Kapıdaki jandarmalar beni dilenci sanıp içeri almadılar. ”Birinci olmuşum ben” dedim. “Adımı söyleyecekler.” Oğlum köyde kaldı, ona da üzülüyorum. Ayağımdaki çoraplar ıslak, sonra sobanın yanına oturttular. Senin sesin de çıkmaz dediler. Çıkar, dedim ama okutmadılar. Mustafa Geceyatmaz, Nida Tüfekçi, İzmir’den ismini hatırlayamadığım bir hoca aralarında para toplayıp eve gönderdiler beni. Bir hafta sonra babamla gittik.
Nasıl değişti bir anda?
İnanamıyorum! Herhalde beni öldürecek diye düşünüyordum. Meğer babam da evden kaçıp Nuri Sesigüzel’le birlikte türkücü olmaya gelmiş İstanbul’a. Nuri Sesigüzel asker arkadaşıymış.
Jüride tanıdık isimler var mıydı?
Ben barak okudum, “Bu türkü nereye ait?” diye sordular. Gaziantep’e, Kahramanmaraş’a ait dedim. Tekrar tekrar okumamı istediler. Hocalar artık ölmüştür herhalde. Zaten jüri diye bir şey yoktu, jüridekiler hep hocaydı, geçti diye imza atacaklardı.
Onlar ünlü müydü?
TRT müdürleriydiler. ”İşte bu yöremize ait kızımız Dilber Ay’dan barak dinleyeceğiz” diye anons ettiler. Elim ayağım boşaldı. İlk defa kendimi radyodan duyuyorum. Sonra Erşan Başbuğ, Adem Gürses peşime düştüler.
Sizi ilk kim tebrik etti?
Babam tebrik etti; paradan dolayı.
Anneniz nerede?
Annem evde. Uzatmayalım. Ankara’da sahne almaya başladım. O arada esmer bir genç geliyor programıma grup dışından.
Çalmak için mi?
Evet. Kimse çağırmamış. Kim olduğunu sordum. ”Talebeyim, sizin için çalacağım” dedi. ”Kimden izin aldın? Senin adın ne” diye sordum. Sırrı Süreyya. Meğer o sıralar okuyormuş, siyasi araması varmış. Garip, yoksul bir çocuk. Ben itekleyince elinden ince sazı düştü, kırıldı. 5 lira verdim. ”Git kendine saz al, bir daha da gelme buraya. Seni döverler. Hem iyi saz çalamıyorsun” dedim. ”Bir gün öğrenirsem gelir çalarım abla” dedi.
“Underground türkücü” diyorlar size.
Sesimin benzeri yok. Ama en ufağından tut en büyüğüne kadar, sanatçı arkadaşlarıma saygı duyarım. Sana bile saygı duyarım. Benim evladım yaşındasın ama bir sanatın var. Ekmek yiyorsun sanatından. Bitti. Senin peşine ben mi düştüm? Duydun, çağırdın. Karşında bir tarih var. Tarihle konuşuyorsun. Yıllar sonra bir gün bana dediler ki “Film yapacağız seninle”.
Necati Akpınar mı diyor?
Evet. Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz.
Beynelmilel?
Evet. Ve onlar benim süper hayranlarım. Ölüyorlar benim için. Esmer, beyefendi bir adam girdi içeriye. ”Beni tanıdın mı?” diye sordu. Tanıyamadım. ”Sazımı kırmıştın. İşte ben o Süreyya” dedi. Gözlerim doldu. Utandım ondan.
Kaç sene sonra gördünüz yani?
35.
Tanımadınız.
Tanıyamadım tabii. Ama o bir Dilber Ay’ı unutamaz. Tabii parada anlaşamıyoruz. Herkes bedava oynuyormuş meğer. “Para isterim, ben Dilber Ay’ım” dedim. Küçük bir para verdiler. Sırrı Süreyya dedi ki ”Sen oyna, bunun ekmeğini yiyeceksin.” Gerçekten yedim.
“Yine 13, yine 13”
Şimdiki eşinizle nerede tanıştınız?
Almanya’da.
Konserde mi?
Tanışıyorduk önceden ama kalp âşıklığı yoktu. O bana âşıkmış.
Eşiniz sizden küçük galiba?
Evet, 10 yaş var aramızda.
Nasıl bir aşk bu? Kaç senedir sürüyor?
(Eşi yanıt veriyor) 13. Savaş Ay’ın programında evlendik.
Google’da bunların hiçbiri yok.
Bizim Google’ımız yok.
Bu arada, Ankara’da çalıştığınız sanatçı arkadaşlarınızla hikâyeleriniz vardır…
İbrahim Tatlıses, Bedia Akartürk, İzzet Altınmeşe, Dursun Salkım… Aynı kadrodayız hep.
Gazino yılları…
Evet, ama oralara herkes giremezdi. İbrahim Tatlıses geldi Ankara’ya; Sabuha diye bir türkü söyledi ve fırtınalar gibi esti.
Kıskandınız mı?
Hayır. Neden kıskanayım? Ben Dilber Ay’ım. Hâlâ rakibim yok. Hodri meydan.
Büyük laf.
Büyük laf değil, gerçek.
“Uçak alacaktım, park yeri bulamadım”
Daha önce de televizyonda çalışıyordunuz…
Kafamı kaldıramıyordum televizyondan. Seda Sayan arabasını gönderip beni evden aldırıyordu. Telefon konuşmalarımızla reyting yapıyorlardı. Reyting kralıyım ben. Çok sevilen bir kadınım halk arasında.
Çok para kazanmışsınız ama dağıtmışsınız.
Dağıtmıyorum. Garip sevindiririm. Bir dilim ekmeğimi kırk kişiyle yerim.
Çok para kazandınız mı?
Çok. Uçak alacaktım. Babama “Uçak alalım” dedim. ”Nereye koyacaksın kızım uçağı” dedi. ”Bahçeye koyarız” dedim. Eşek torbasıyla mark, dolar, altın kazandım.
Bankaya yatırmadınız mı?
Hasta oldum. Benden imza aldılar. Bahçelievler’de evim vardı, Keçiören’de evim vardı. Şimdi her biri 2 trilyon.
Ne oldu evlere?
Şoförüm var, çifter çifter hizmetçilerim var, Cadillac var; uçak koyacak yer yok. Havaalanına koyacağımızı bilmiyoruz, o kadar cahilim. Para yağıyor ama evimin içi derbeder. Yatmaya yer yok, aşiret de evde… Filmi yaptım. Kahramanmaraş’tayım. Bir telefon geldi ikinci yönetmenimden. ”Dilber ödül kazandın” dedi. Almaya gitmedim.
Neden?
“Ne işim olur Koza’yla Moza’yla” dedim. Ödülü benim yerime aldılar. Getirdiklerinde başladım ağlamaya. Ev plaket dolu ama Düzce depreminde bir şeyim kalmadı. En az iki yüz ödülüm vardı. Bir de en büyük zararı en yakınlarından, akrabalardan görürsün.
Cadillac’tan o günlere…
Eşya bulamıyorum, ne Cadillac’ı. Depremden bu yana ev yapıyorum.
Hâlâ bir eviniz yok mu?
Var. Apartman istemiyorum, daire istemiyorum. Bir gecekondum var. Birer tane de çocuklarıma yaptım. Soğanı kırarım, yerim, onurumdan taviz vermem kimseye.
Aileniz için ne tür fedakârlıklar yaparsınız?
10 tane kelle, 10 kilo tavuk alırım eve giderim. Daha ne yapayım, ailem için kendimi feda ettim ben.
“2 kere cezaevine girdim”
Çok seyredilen bir program yapıyorsunuz mahkûmlarla ilgili. Nasıl aklınıza geldi bu proje?
Flash TV’den Mustafa Bey teklif etti. Aradı, elinde böyle bir proje olduğunu ve halkın beni istediğini söyledi. Ne olursa olsun, cezaevinde yatıyorsa cezasını çekiyordur.
Siz hiç cezaevine girdiniz mi?
Evet. Almanya’da 2 defa cezaevine girdim.
Neden?
Bir kavgadan dolayı.
Bu programı yapabilmek için, mahkumları anlamak lazım.
Benim bütün sülâlem cezaevinde. Ama haksız yere, kaderine mahkûmlar.
Mahkûmların yanına girmek için mektup yazmışsınız.
Evet. Kanal bizzat Ankara’ya dilekçe gönderdi. Ankara’dan bize takdir geldi böyle bir program yaptığımız için. Fakat kamerayla mahkûmların yanına girmek mümkün değilmiş. Öyle bir şey olsaydı gezmediğim cezaevi kalmayacaktı. Çuval çuval mektup geliyor.
Neler yazıyorlar?
Mektupları okuduğum zaman yataklara düşüyorum. Hangisini tarif edeyim ki? Bu akşam bir mektup aldım 18 yaşında bir kızdan. Açık açık bağırdım. “Bağırma” diyorlar. Neden bağırmayayım? Okuyamıyor. Babası cezaevinde olduğu için kimse sahip çıkmıyor.
Nasıl bakıyorsunuz genç yeteneklerin türkü okumasına? Beyazıt Öztürk türkü kaseti çıkardı mesela.
Beyaz televizyonda işi götürüyor. Çok güzel bir show insanı. Saygı duyarım sanatına ama türkücü olamaz. Esprisine yapmıştır belki. Rumeli türküleri okumuş. Bence yakışmış.
Siz kimi beğeniyorsunuz yeni jenerasyondan?
Beğeneceğim hiç kimse yok. Kadınlardan Kibariye’yi beğenirim. İbrahim Tatlıses zaten imparator. Arabeskte Müslüm Gürses, Selami Şahin, Mustafa Keser’i dinlerim.
En sevdiğiniz türkü?
Hepsini severim. Türküler benim evladım. Son çıkan kasetimin adı ”Ne Oldu Gardaş Anestezi?”
Anestezi ne manada?
Kasetin kapağında ”Ne Oldu Gardaş Anestezi?” yazıyor. Akşam sordum çocuğuma. Anestezi, damardan giren demekmiş. ”Demek benim kasetler damardan giriyor oğlum, damarcıyım” dedim. Çok duygusal bir insanım tabii.
Helin Avşar
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Kirlenmezse şöhretle, bir ekol olur bu kadın =)