Seran Demiral’dan ütopyaya evrilen bir distopya
“Uygarlığımız geliştikçe teknoloji ile doğa arasındaki çelişki de büyüyor. Türkçe bilimkurgunun genç ve öncü kalemlerinden Seran Demiral bu çelişkiyi Ormanlılar ile Binalılar arasında kuruyor: Dünyaya Orman denirdi eskiden, şimdiyse Kent Orman’ı yiyerek büyüyor: Vay haline içinde Kentler taşıyanın!”
Seran Demiral’ın Sanal Kent romanını henüz okumadım ama Selahattin Özpalabıyıklar’ın yorumu sebebiyle dikkatimi çekmişti. Tam bu sırada Demiral’la Ünver Alibey’in röportajı geldi. Okuyalım o halde.
Ünver Alibey: “Kim yaşadığı evi, kendisi içerideyken ateşe vermek ister?”
Sanal Kent’i okumak için
Seran Demiral’dan ütopyaya evrilen bir distopya: Sanal Kent
Ee, Seran, nasıl geçti Kıbrıs seferi?
Tek kelimeyle özetleyecek olursam, hareketliydi. Hareketli ve eğlenceli. Çok konuştuk, koşturduk, insanlarla tanıştık, söyleştik, bol bol gülüştük, birlikte bilimkurguya kafa yorduk. Müthiş çocuklarla bir araya geldik, hevesli, işine aşık öğretmenlerle tanıştık. Kütüphaneden kitapçıya, televizyondan radyoya çeşitli yer ve mecralarda kitaplarımız hakkında sohbet etme fırsatı bulduk. Dolayısıyla Kıbrıs seferinin verimli, dolu dolu geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim. İlk fırsatta yeniden yolumu düşürmeye can atıyorum. Fakat tabii dilerim ki, kitaplarımızın yayınlandığı dillerin okunduğu ülkelerde de imzalarımız, söyleşilerimiz olsun. Malum, Kıyamet Alametleri İtalyancada artık. Darısı Sanal Kent‘in başına!
Evet, Sanal Kent kısa bir süre önce yayımlandı. Satışı bol olsun. Bize kısaca, ‘spoiler’ vermeden, romanını özetler misin?
Elbette. Sanal Kent, Orman, Bina ve Kent olmak üzere gayet basitçe isimlendirdiğim üç temel mekânda geçen bir kurmaca, temel meselesi de bu farklı mekânlarda süregelen hayatlar ve kişiler arasındaki kesişimleri ortaya koymak… Roman, Orman’da yaşayan genç bir karakterin sınırın dışına çıkışıyla başlar. Dışarıda herhangi bir yaşamın var olmadığını zanneden halkına karşın Nigâr, Bina’yı keşfeder ve burada Bina’dan beslenen bir başka uygarlıkla karşılaşır. İlkel bir yaşamın, uygarlık öncesi topluluktan bir genç insanın, bildiğimiz teknolojinin ötesinde bir yere geçişi bu… Kentlerle ise ilerleyen sayfalarda, karakterler arası ilişkiler vasıtasıyla karşılaşırız. Ve bütün kurgu boyunca, farklı mücadele tipleri, uzlaşmalar ve çatışmalar sürer diyerek özetleyebilirim.
Sanal Kent için distopik bir roman denebilir mi?
Bir kısmı için evet. Temel olarak teknoloji ile doğa arasındaki karşıt olduğunu düşündüğümüz ilişkinin distopik bir atmosferde tartışıldığını söyleyebilirim. Kitabın temel meselesi, insan uygarlığının kendi sonunu getirmesi, buna karşılık başka yaşam ihtimallerinin olanaklarının farklı topluluklar aracılığıyla ele alınması. Yani ütopyaya doğru evrilen bir distopya gibi de düşünebiliriz.
Sanırım yine genç yetişkinlere yönelik bir kitap…
Kitabı genel okur kitlesine yönelik bir bilimkurgu eseri olarak tanımlamak da mümkün. Yazarken herhangi bir yaş ayrımı düşünmedim. Yetişkinlere genç karakterleri anlatmak da çocuk edebiyatında yetişkinlerin hayatını gerektikçe detaylandırmak da hoşuma gidiyor sanırım. Kafamda çocuk kategorisini yetişkinden ayrı tutmuyorum çünkü. Edebiyatın bizzat kendisi pedagojik, dolayısıyla hangi yaşa yazarsam yazayım temel bir meseleden yola çıkıyorum.
Sana neler ilham verdi?
İlhamımı hayatımızdaki belli başlı sorunlardan aldım diyebilirim. Yaşadığımız şehirlerde plansız kentleşmenin sonuçlarıyla yüzleşmemiz, farklılıklara tahammülsüz insanların yarattığı problemlere cevap arayışım, iklim krizi gibi bir gerçekliğin ortasındayken bunu görmezden gelişimiz gibi pek çok güncel konunun etrafında gezinirken ortaya çıkan iki başka kurgudan birisi Sanal Kent.
“Edebiyatın kendisi pedagojik,” dedin, bunu biraz daha açabilir misin?
Açmak isterim. Hatta bunu eğitim ve pedagojiyi ayırdığımı söyleyerek açmaya çalışayım. Genelde edebiyatın eğitsel bir işlevi olduğu düşünülür ama eğitecek bir romanı okumayı hiçbirimiz istemeyiz, değil mi? Eğitim daha çok bilgiyle ve toplumsal olarak şekillendirilmemizle ilişkili. Pedagojideyse, bireysel olarak bir yere yönleniyoruz, insan olmakla ilgili bir deneyim ediniyoruz. Edebiyatta da bu var. Sadece kitap sayfaları arasında gezinirken, hiç yaşayamayacağım hayatları yaşayabilirim, kendi hayatımda, yaşadığım yer ve zamanda karşıma çıkması mümkün olmayan karakterlerin her biriyle dost olabilir, onların öykülerine yoldaş olabilirim. Bütün bunlar benim bir insan öznesi olarak gelişmemi sağlar. Edebiyatın pedagojik işlevi derken kastettiğim böyle bir şey. Hayatın içinde yetişir gibi, kurgusal evrenlerin arasında kendimizi yetiştirmek bir bakıma.
Romandaki orman kabilesinin hayatı bende şu sıralar solarpunk’a da göz kırptığın izlenimini uyandırdı.
Solarpunk’ın daha adını duymadan önce ona hep göz kırpıyordum ben aslında. Kibbutzlardaki yaşam pratiklerine bakarken, eko-ütopyalar okur, üzerine düşünürken… Mimarlık okuduğum senelerde, mezuniyetimin hemen sonrasında, sadece inşa etmek değil bazen inşa etmemenin, bazense bambaşka yollarla bir hayatı deneyimlemenin mümkün olduğunu hep hayal ediyordum. Çizerek, yazarak… Orman kabilesi, tarihsel referanslarla da açıklanabilir, ütopik bir gelecek tahayyülü olarak da düşünülebilir. Gelecekteki ilkel bir hayat gibi şimdilik ama orayı teknolojiyle de birleştirmenin gayretindeyim aslında. Belki de yakında Bina ile Orman’ın kesişiminde başka bir evren tasarımının içine girerim. Kurgusal olarak yarattığım yerleri yeniden ziyaret etmeyi seviyorum. Orman’dan birisi Bina’ya giriyorsa, belki ben de İstanbul’un 3000 sene sonrasında Orman’ı ziyaret eden bir yazar oluveririm. Kim bilir. Yazınsal serüvenimiz sürprizlerle dolu!
Ünver Alibey
Subscribe
0 Comments
oldest