Seyahatin keyfi, yemeğin hazzı ve tatlı bir aşk masalı
Seyahat etmeyi çok seven Burçak Gönül’ün yeni romanı, Remzi Kitabevi etiketiyle raflarda. Yazarın belki de tamamen kurmaca sayılabilecek ilk kitabı olan Ayağımın Tozuyla AŞK, bir gezgin Külkedisi masalı olarak da tarif edilebilir… Sadece o iyi bildiğimiz ve hâla çok sevdiğimiz masal burada yazarın gezi notları ve dünyanın dört bir yanından topladığı yemek tarifleriyle birleşmiş, ortaya tadına doyulmaz bir iş çıkmış. Bu röportajı arkadaşım gazeteci Sayım Çınar’a göre Laura Esquivel’in ünlü Acı Çikolata’sıyla akraba denebilecek türden bir kitap bu. İştah açıyor, tutkuları köpürtüyor… Ayrıca yaz için mükemmel bir okuma tavsiyesi…
Yayın dünyasının kült starı anlatıyor
Ayağımın Tozuyla AŞK
Ayağımın Tozuyla AŞK ve yazarı Burçak Gönül
Seyahatin keyfi ve yemeğin hazzı tatlı bir aşk masalında buluştu
Ne zamandan beri seyahat ediyorsunuz ve ne zamandan beri yazıyorsunuz?
Geçmişte iş için çıktığım seyahatleri ayrı tutarsak, ben bir turist gibi değil, gezgin gibi seyahat etmeye esas emekli olduktan sonra başladım. Yaklaşık on yıldır gerçek anlamda bir gezgin gibi yaşadığımı söyleyebilirim. Benim için kendimi ifade etmenin en yaratıcı yolu diyebileceğim yazmaya da emekli olduktan sonra başladım zaten. Artık kimse okumayacak hatta belki hiç basılmayacak bile olsa daima bir şeyler yazıyorum. Bana göre dönüştürücü bir deneyim, ayrıca bir tür terapi. Yazarken gülüyorum, ağlıyorum, zihnimi odaklıyorum, düşüncelerimi netleştiriyorum. Hayatıma düzen getiriyor, bana bir yaşam amacı veriyor.
Ayağımın Tozuyla AŞK, üçüncü kitabınız… Otobiyografik yanları var mı?
Özgün ve akıcı bir kitap oldu Ayağımın Tozuyla AŞK. Hikayesi farklı. Kimi bölümleri egzotik coğrafyalarda geçiyor. Sonra dünya mutfaklarından tarifler içeriyor, çok bilinen ve sevilen bir peri masalına göndermelerde bulunuyor. Önceki kitaplarımdan ayrıldığı yer şu: Onlar gerçek öykülere dayanıyordu, bunda ise tamamen kurguya yöneldim. Elbette yaşadıklarımdan izler, çevremdeki insanlardan ilhamla oluşturduğum betimlemeler mevcut. Deneyimlerimi ve seyahat anılarımı kurmaca bir aşk romanının içine yedirdiğimi söyleyebilirim.
Seyahat romanın ana damarı olduğuna göre şunu soracağım: Gideceğiniz yerleri neye göre seçiyorsunuz?
Gerçeği söylemek gerekirse, hasbelkader içinde olduğum bu gezegenin her bir köşesini hiç ayırt etmeden gidip göresim var. Benim için her yer, uğranması gereken bir durak ve hepsinde yaşanması gereken bir hikaye var. Dolayısıyla haritayı açıp turistik noktaları işaretlemiyorum. Bazen bir dağın zirvesindeki yalnızlık, bazen bir çölün sonsuzluğu veya bir ormanın gizemi çağırıyor beni. Eşimin iş seyahatlerini birer fırsat gibi görüyorum. Hele daha önce gitmediğim bir yerse, elbette zamanlama, bütçe gibi faktörleri de göz önünde bulundurarak, mutlaka ben de onunla beraber gitmeye çalışıyorum.
Sadece seyahat etmekle seyahatlerinizi yazmak arasında nasıl bir fark var?
Seyahat etmek basitçe bir yerden bir yere gitmek, öyle değil mi? Yazmak ise bu yolculuğu içselleştirip bir serüvene dönüştürmek… Bir seyahatte yaşadıklarım, gördüğüm manzaralar, tanıştığım insanlar zamanla silikleşebiliyor. İşte yazmak, o anları zamansız kıldığı için önemli. Gezi günlüğümde ya da kitabımda ben sadece gezdiğim yerleri anlatmıyorum ayrıca. Düşüncelerimi, öğrendiklerimi, en önemlisi hislerimi, üzerinden zaman geçmeden, ben onları unutmadan, “ayağımın tozuyla” yazıyorum. Her bir yazı, keşfettiğim mekanlar kadar kendi içimde keşfettiklerimi de ortaya çıkarıyor. Şöyle de denebilir: Gezgin ve yazar olmak, ruhumu besleyen, yaşamıma derinlik ve anlam katan iki büyük tutku. Her biri, kendi içinde bir keşif, bir ifade biçimi, hayatımın dokusuna işlenmiş değerli birer parça. Biri olmadan diğeri eksik kalırdı. Seyahatle dünyayı ve kendimi keşfederken, yazarak bu keşifleri anlamlandırıyorum. Her yeni yer, her yeni kültür, ruhuma dokunan birer hikaye adeta. Bu yerlerin bende bıraktığı izler, öğrettiği dersler, hissettirdiği duygular birer hazine. Yazarlık ise, bu hazineleri ölümsüzleştiriyor. Yolculuk ve yazarlık, birbirini besleyen iki tutku, iki yaşam biçimi. Bu ikisi hayatımı daha zengin, daha da anlamlı kılıyor.
Eşiniz de sizin gibi gezgin ruhlu birisi…
Evet, şanslıyım, o da gezmeyi, fotoğraf çekmeyi çok seviyor. Gezi zevkimiz ve tarzlarımız benziyor. İkimiz de turlara katılmayı, bol yıldızlı otellerde kalmayı tercih etmiyoruz, yerel mekanlarda veya butik otellerde kalıp mümkün olduğunca yürüyoruz. Gittiğimiz ülkelere özgü yemekleri, sokak lezzetlerini deniyoruz. Alışveriş merakımız hiç yok. Yazmak konusunda ilk günden beri en büyük destekçim kendisi. Yazdıklarımı ilk okuyan, beni daha çok yazmaya teşvik eden, kimi zaman da en acımasız şekilde eleştiren kişi. Instagram güncemi ilk okuduğunda “Seninle aynı yerleri ben de görüyorum ama o yerleri asla senin gibi anlatamam, bunları mutlaka kitaba dönüştürmelisin,” demişti. “Ben roman yazıyorum, gezi yazarı değilim ki,” diye itiraz ettiğimdeyse, “O halde sen de gezen bir kadının romanını yaz,” dedi. Ayağımın Tozuyla AŞK işte böyle ortaya çıktı.
Abu Dhabi’de yaşamak bir yazar için zor mu?
Abu Dhabi, bir yazar için konforlu bir yer. Güzel çöl manzaraları, altın kumsallar, harika gündoğumları ve günbatımları, zevkli dekore edilmiş şık kafeler var. Bütün bunlar elbette hep birer esin kaynağı. Şehrin dışında yaşadığım için kalabalıktan ve trafikten uzaktayım, izole kalabiliyorum. Öte yandan fazlasıyla steril, hatta belki biraz yapay bir şehir burası. Dolayısıyla kaotik bir Güney Asya ülkesi veya Japonya’nın minimalizmi beni daha fazla besleyebiliyor.
Gastronomiyle ilişkiniz kitaba da yansımış. Yer verdiğiniz yemek tariflerinin özel birer hikayesi var mı?
Ayağımın Tozuyla AŞK, ne bir yemek kitabı ne de gezi kitabı. Her şeyden önce bir aşk romanı bu. Sorunuza dönersek; karakterlerin hayatlarını ve ilişkilerini daha iyi anlatabilmek için yemek tariflerine yer veren birçok yabancı yazar var. Ben de romanımda betimlemeleri yaparken, okuyucunun öykünün içine daha derinlemesine girmesini sağlamak, karakterleri, mekanları ve olayları daha canlı bir şekilde hayal etmesini desteklemek için mümkün olduğunca beş duyuya hitap etmek istedim. Tat da duyguları harekete geçiren bir duyu, öyle değil mi? Gastronominin aşkla yakın ilişkide olduğunu da unutmayalım. Romantik bir akşam yemeği, özenle hazırlanmış bir sofra, iki sevgilinin birlikte yemek yapma deneyimi, ritüeller, gastronomik metaforlar, lezzet ve atmosfer aşk hikayelerini zenginleştirir. Kitap için seçtiğim tarifler, gezdiğim yerlerde yediğim ve döndükten sonra araştırarak ulaştığım, deneyerek kendi mutfağıma uyarladığım gerçek yemek tarifleridir.
“Her yazıda kendimi kaybediyorum ve her kayboluşta yeniden buluyorum”
Evli, gezgin ve kadın… Nasıl anlatırsınız bu üçünü?
Evlilik, sevdiğim insanla güçlü bir bağ, bir ortaklık. Onunla kurduğumuz yuva, dünyadaki her yerden daha sıcak ve güvenli. Ancak gezgin ruhum, yeni keşifler arar. Kadın olmak, bu sürecin hem en güçlü hem de en kırılgan yanı. Ben toplumun yüklediği beklentiler, roller ve sorumlulukların yanında, cesaret, özgürlük ve keşfetme arzusunu da taşıyorum içimde. Gezgin bir kadın olarak, her yeni yolculukta kendimi yeniden tanımlıyor ve sınırlarımı zorluyorum. Bir denge arayışındayım. Hem evliliğin getirdiği bağlılığı, hem gezginliğin getirdiği özgürlüğü hem de kadın olmanın gücünü kucaklıyorum. Evli bir kadın olmanın sorumluluğu ile gezgin bir ruh olmanın özgürlük arayışı çelişiyor gibi görünse de, gerçekte benzersiz bir uyum var aralarında. Eşimle birlikte yaptığım yolculuklar, keşfettiklerimiz, biriktirdiğimiz anılar evliliğimizi daha da derinleştiriyor. Her seferinde ilişkimize ve yaşama dair yeni anlamlar buluyoruz.
Annesiniz. Gezgin ve anne olmayı da soracağım…
İkisi de yaşamımın birbirini tamamlayıp zenginleştiren parçaları. Bu iki dönemin ortak noktası, keşfetmek. Anne olmak, dünyayı çocukların gözünden ve sevgiyle yeniden keşfetmek demek. Annelik görevim hiç bitmedi ama çocuklarımın büyüyüp güçlü, bağımsız bireyler haline geldiklerini görmek, bana yeni bir özgürlük alanı sundu ve seyahatlerde yaşadığım her şey anneliğin verdiği derinlikle daha anlamlı hale geldi. Zanzibar’da lolipop verdiğim yoksul çocukların gözündeki mutluluk paha biçilmezdi. Bunlar zaman zaman kesişen iki hayat çizgisi: Anne olarak sevgi, sabır ve özverinin en saf halini yaşıyorum, gezgin olaraksa dünyanın sınırsızlığında kendimi buluyorum. Ve her yolculukta, çocuklarımın gülüşlerini, anılarını, sevgilerini yanımda taşıyarak, dünyanın dört bir yanından yeni hikayeler topluyorum.
Ailecek en sevdiğiniz üç yeri paylaşır mısınız? Mutlaka görün dediğiniz yerler hangileridir?
Çocukların okul veya iş programları elverdiği müddetçe onlarla beraber seyahat etmeye çalışıyoruz. İlk sıramızda, gerek gezilecek yerleri, gerekse yemeklerini çok sevdiğimiz Tayland var. Bir gemi gezisiyle gittiğimiz Oslo ve Bergen’i de çok beğenmiştik. Bir de uzun yıllardır aksatmadan, birkaç gün de olsa her yaz gittiğimiz Kaş’ı sayabilirim.
Fakat bana göre şöyle de bir gerçek var: En sıradan insanların hayatı bile iyi yazılırsa roman olabilir, tıpkı bunun gibi en sıradan coğrafya bile mutlaka size görülmeye değer bir şey sunar. Şu ana kadar yetmişe yakın ülkeye gittim ben, bazılarına birkaç kez ama tavsiyede bulunmayı pek istemem çünkü herkesin seyahatten beklentileri farklı olabiliyor. Örneğin bir arkadaşım “Japonya’da hiçbir şey yok, hayal kırıklığına uğrayacaksın,” demişti. Bense oradan müthiş etkilendim. Katmandu, Rio, Lizbon, Capetown, Ruanda, Melbourne, Prag, Zanzibar, Sicilya da sevdiğim yerlerdendir.
Ayağımın Tozuyla Aşk’ın devamı gelecek mi?
Bilirsiniz prenses masalları mutlu sonla biter ve hepsi oraya kadardır. Asuman’ın hikayesi sona erdi ama şimdilik… Yaşam devam ediyor, öyle değil mi? Asuman’ın sonu da değişebilir, başka yönlere evrilebilir. Dolayısıyla kitabın devamı gelecek mi sorusuna yanıtım şu: Neden olmasın?
Tutku ve biraz şans yazara gereklidir. Tutkulu bir yazar olmayı anlatır mısınız?
Tutkulu bir yazar olmak, bence yaşamın her anında ilham bulmak anlamına geliyor. Tutku, hayatın sıradan anlarını bile olağanüstü kılmak için bir kapı aralıyor size. Yazmak, benim için sadece bir eylem, sadece zihinsel bir uğraş değil, bir varoluş biçimi aynı zamanda, duygusal ve ruhsal bir yolculuk. Yazarken dünya sessizleşiyor, zaman duruyor. Her yazıda kendimi kaybediyorum ve her kayboluşta yeniden buluyorum. Yazmak her zaman kolay olmuyor; bazen ilham tükeniyor, kelimeler akmaz oluyor. Bu zorlukların üstesinden gelmek için gereken gücü veren şeyse içimdeki yazma tutkusu. Ama şu da var: Yetenek ve tutku, elbette yazarlık yolculuğunun temel taşları. Yine de şans, bu yolculuğun rotasını belirleyen görünmez bir el gibi. İyi bir editör ve yazar ajanıyla yola çıkmak, doğru yayıneviyle çalışmak, kitabın zamanlaması, eleştirmenler tarafından keşfedilmesi, popüler bir kişinin dikkatini çekmesi gibi şeyler çoğu zaman şansınız yaver gittiğinde oluyor.
Sayım Çınar
Subscribe
0 Comments
oldest