25399 numaralı astereoid bize uzaydan göz kırpıyor
George Saunders’ın “Yüzyılımızın en müthiş, en zapt edilmez Amerikalı yazarı,” dediği Kurt Vonnegut’un hayatını tek bir cümleyle özetlemek gerekseydi, şöyle diyebilirdik: “Adamın biri bir zamanlar Dresden’de bir et dolabına saklanarak hayatta kaldı, sonra da tuttu evrensel saçmalığa karşı sayısız roman yazdı.”
Ama emin olun, Kurt Vonnegut’ımız bundan çok daha fazlasıdır aslında.
“Düzene kaos getirecektim”
“Amerika’yı, insanların gerçek hayattan bu kadar uzak olduğu, tehlikeli ve mutsuz bir ülke yapan şeyi anlayınca, hikâye anlatmayı bırakmaya karar verdim. Hayat hakkında yazacaktım ben. Her insan, bir diğeriyle tam olarak aynı ölçüde önemli olacaktı. Bütün gerçeklere eşit ağırlık verilecekti. Hiçbir şey dışarıda bırakılmayacaktı. Başkası düzen getirsin kaosa. Ben tam tersine düzene kaos getirecektim, bunu da yaptım bence.”
25399 numaralı astereoid bize uzaydan göz kırpıyor
1922 yılında Indianapolis’te dünyaya gelen Kurt Vonnegut, Alman bir ailenin üçüncü çocuğuydu. Babası işsiz bir adam, annesiyse çok mutsuz bir kadındı ve Kurt yeryüzünün pek de mantıklı bir yer olmadığını çocuk yaşta fark etti. En büyük hayali yazar olmaktı. Cornell Üniversitesi’nde biyokimya okumaya başladığında bile.
Öte yandan savaş başka pek çok şeyle birlikte bu hayalleri de baltalayacak, gerçekleşmelerini geciktirecekti. 20 yaşındayken orduya katıldı, kendini İkinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında buldu, hemen ardından da Almanlara esir düştü. Bir Amerikan askerinin başına gelebilecek en kötü şey olabilirdi bu. Gelin görün ki, Kurt’un başına çok daha kötü, çok daha tuhaf bir şey geldi: Esir kampında çalıştırılmak üzere gönderildiği yer, Dresden’deki mezbaha kompleksi oldu. Ve 1945’te, müttefikler bu masalsı Alman şehrini ateşe verdiğinde yaklaşık 60.000 sivil öldü ama Vonnegut, mezbahanın bodrumundaki et dolabında saklandığından hayatta kalabildi.
Bu travmatik ama aynı zamanda alabildiğine absürt deneyim, Kurt Vonnegut edebiyatının hem kaynağı hem de kalp atışı oldu. Savaşın dehşeti ile mizahın saçmalığı onun zihninde çarpıştı, ortaya çıkan şey edebiyatın en tuhaf ama en insani seslerinden biri oldu. Vonnegut yıllar sonra bu yaşadıklarını bilimkurgusal bir zaman yolculuğu anlatısına dönüştürecek, hikayedeki zaman kaymaları aracılığıyla savaşın anlamsızlığını ve trajedisini bu şekilde yazıya dökecekti. Evet, elbette savaş edebiyatının en özgün eserlerinden biri sayılan ve Vonnegut’un sesini nihayet geniş kitlelere ulaştıran komik, acımasız, merhametli ve pek acayip Mezbaha No. 5’ten bahsediyoruz. (Mezbaha No. 5, Can Yayınları)
Kara mizahla bezeli cümlelerin altında derin bir etik sorgulamanın yattığı Vonnegut romanları sadece savaş travmasıyla sınırlı kalmadı. Yazar, Titan’ın Sirenleri, Kedi Beşiği ve Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater gibi eserlerinde Soğuk Savaş paranoyasını ve insanın kendini kandırma becerisini kaleme aldı, Amerikan kapitalizmini kıyasıya eleştirdi. Şampiyonların Kahvaltısı, en çılgın eserlerinden biriydi. Gerçekliği kurmacayla harmanlayan roman, Amerikan Rüyası’nı adeta darmadağın ediyordu. (Yazarın bütün eserleri Can Yayınları etiketiyle basılıyor.)
“Tanrıdan tek istediğim, biraz daha az acımasız olması,” diyen Vonnegut 84 yaşında bu dünyadan göçene dek aktivist kimliğiyle de öne çıktı, vatandaşlık haklarından çevre sorunlarına, nükleer silahların yarattığı tehditten ifade özgürlüğüne kadar birçok konuda sesini yükseltti.
Bugün bu nevi şahsına münhasır edebiyatçının adı, 25399 numaralı asteroide verilmiş durumda. Nobel’den de kalıcı ve çok da matrak bir başarı bu. Belki de bizim gibi tutkulu okurlar için en iyisi Vonnegut’ın romanındaki türden zaman kaymalarına inanmaktır. O zaman yaralı kahramanı Billy Pilgrim’in evrenin derinliklerinde bir yerde hâlâ yaşadığına, Dresden şehrinin hâlâ için için yandığına ve pos bıyıklı, kıvırcık saçlı bir dâhinin evrenin saçmalıklarına hâlâ o gür kahkahasıyla meydan okuduğuna da inanabiliriz.
Vonnegut’ın tuhaf hayatından birkaç ayrıntı
+ Vonnegut 2000’li yıllarda Iowa Writers’ Workshop’ta yaratıcı yazarlık dersleri vermesi için davet alır ama bu fikre hiç sıcak bakmaz. Yine de öğrencilere not vermemek şartıyla kabul eder sonunda. “Yazma yeteneğini notla değerlendirmek Beethoven’a not vermeye benzer,” der nedeni sorulduğunda da ve derslerinde çoğu zaman yazarlık yerine hayat üzerine konuşmalar yapar.
+ Vonnegut enteresan sabah ritüelleriyle meşhurdur. Yıllar boyunca her sabah kahvaltıdan önce bir fincan kahve, iki sigara ve bazen de bir shot viski içer. “Sistemin çalışması için gereklidir,” bu ritüeller ona göre. “Kahvaltı, günün en mizahi öğünüdür,” derken de kesinlikle düşünemeyeceğiniz kadar ciddidir. Şampiyonların Kahvaltısı adlı romanının alaycı başlığı da işte bu sıra dışı sabah ritüellerinin bir yansımasıdır.
1990’larda bir lise öğrencisi, Vonnegut’a bir sınıf projesi kapsamında mektup yazar. Vonnegut’ın cevabı unutulmaz: “Dünyada yapmanız gereken tek şey, içinde bulunduğunuz ânın farkında olmak ve dans etmektir. Bugün hemen dans etmeye başlayın. Sokakta, evde, her yerde. Sizi görenler neden dans ettiğinizi sorsunlar. Onlara gülümseyin ve deyin ki: ‘Bunu benden Kurt Vonnegut istedi.’”
Vonnegut, romanlarını yapı ustası gibi planlar, yazarken grafikler çizermiş. Olay örgüsünü de zaman çizelgesine göre yerleştirir, duygusal iniş çıkışları bir mimar gibi hesap edermiş. 2004’teki bir TED konuşmasında bu grafikleri “hikâyelerin şekli” olarak anlatmış ve büyük ilgi görmüş.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest