Egoist okur

Alain de Botton: “Radikal dincilerden değil, radikal ateistlerden korkuyorum”

Alain de Botton yeryüzünde herhangi bir tanrıya inanmadan yepyeni bir din öneren ilk insan olabilir mi?

Bu röportajda, “İnançsızlığınızı bu kadar açıkça ifade ettiğiniz için radikal dindarların öfkesini çekebileceğinizi düşünmüyor musunuz?” diye sordum ona önce.

“Tam tersi, radikal ateistlerin ‘Hey, adama bak, resmen dine methiyeler düzüyor’ demelerinden korkuyorum” cevabını verdi.

İşte röportajımızın geri kalan kısmında konuştuklarımız…

Gülenay Börekçi

Yazım hatalarını fark eden okurlara teşekkür ediyorum normalde. Ama tabii hata bulduklarında bir yolsuzluk skandalıyla karşılaşmış gibi davranmayıp nazikçe uyaranlara. Hande Eagle Hanım’ınsa iki yazım hatası yüzünden dehşete kapılmasını, dünyanın sonu gelmiş gibi davranmasını anlayamadım. Hadi onu kendi silahıyla vurayım; bitişik yazması gerekirken ayrı yazdığı ‘de’, gayretkeşliğinin bir sonucu olabilir ama keşke zehir dilli eleştirisinde bozuk olduğu aşikâr o cümleyi kurmasaydı.

“Radikal dincilerden değil, radikal ateistlerden korkuyorum”

Dinlere niçin ihtiyaç duyuyoruz sizce? 

Dinlere ihtiyaç duyduğumuz falan yok. Bana göre, insan herhangi bir dine bağlı olmadan da doğru düzgün bir hayat sürebilir. Fakat dinleri incelemeye, onlara dair düşünmeye ve en önemlisi onlardan “çalmaya” kesinlikle ihtiyacımız var. Dinlerin olumlu taraflarını laik hayatlarımıza yedirebilir ve bu dünyada yaşamak için daha sağlam bir düzen kurabiliriz. Bir ateist olarak dinlere sevgiyle yaklaşmanın hepimiz için yararlı olduğuna inanıyorum. Kitabımda bunu, bütün dinleri tek tek inceleyerek, onların benim özel ilgi alanım olan bazı mühim meselelere nasıl yaklaştıklarını öğrenmeye çalışarak yaptım. Bana göre, dinlerin sanat, ahlak, toplumsal hayat, iletişim, eğitim gibi konulardaki tutumları, göz ardı edemeyeceğimiz kadar önemli.

Tanrısız bir din yok. Peki tanrısız bir dünya olabilir mi sizce ve olsa neye benzer?

Peşinen söyleyeyim, ben tanrıya inanmıyorum. Bugüne dek onunla işim olmadı, kimse için tanrı inancının gerekli olduğunu da düşünmüyorum. Bence hep sandığımızın aksine evrenin sonsuzluğunda ve bilinmezliğinde ne kadar küçük bir yer işgal ettiğimizi kavramak yeterli. Tanrı insanın alçakgönüllülüğünü simgeleyen bir metafor sadece, bizi çevreleyen esrarı kabullenişimizin simgesi. Bu kavrayışa sahipsek eğer, pekala tanrısız da yaşayabiliriz.

Karl Marx, “Din kitlelerin afyonudur” demişti. Siz ne düşünüyorsunuz, dinlerin temel işlevi nedir; uyutmak mı ayıltmak mı?

Tüm zeki siyasi düşünürler gibi Marx da hayatı daha az berbat bir şey haline getirmenin yollarını arıyordu. Ona göre dinler hakikaten hayatı daha az berbat bir şey gibi gösterebilirdi ama gerçekte problemleri düzeltmedikleri için yarattıkları mutluluk yanılsaması geçici olurdu. Afyon ve dinler bu bakımdan aynı kapıya çıkıyordu. Marx gibi ben de hayatı daha az zor bir şey haline getirmek gerektiğine inanıyorum. Nihayetinde kendimize devasa bir uygarlık inşa etmemizin esas sebebi de bu değil mi? Ben bunu din olmadan başarabileceğimize inanıyorum. Gene de, dinden öğreneceğimiz bazı şeyler var, dolayısıyla artık inanmıyorsak bile, ondan işimize yarayan kadarını almamızda ne sakınca olabilir?

Ara sıra ateizmle ilgili olarak kendinizden şüpheye düştüğünüz oluyor mu?

Asla. Fikrim kati surette değişmez. Batıl inançları olmayan biriyim. Ayrıca bence tanrıyla ilgili konuştuklarında, dinler çok sıkıcılaşıyor. “Tanrı var mı, yok mu” tartışmasının bana göre hiçbir anlamı ve önemi yok. Dinlerin beni ilgilendiren yanı, ahlak üzerine fikir yürütmeleri. Toplumların ilerlemesi, biraz da dinin bu tutumu sayesinde oldu aslında. Bu sayede olağanüstü güzellikte tapınaklar inşa edildi, birçok değerli kitap yazılarak günümüze dek korundu; bilgelik soyut bir kavram olmaktan çıkıp hayatımızın bir parçası haline geldi. Bütün bunlar bana göre önemli ve etkili çabalar. Ama tanrı, kutsal ruh, bunlar hiç bana göre değil…

Sonuçta hem ateistsiniz, hem de dinlerin insanlık adına, toplumsal hayatımız adına olumlu anlamda taşıdığı önemden söz ediyorsunuz. Tam olarak ne öneriyorsunuz diye sorsam… Hıristiyanlık, İslam ve diğer dinlerden canımızın istediği parçaları alarak 21. yüzyıl insanının gereksinimlerini karşılayacak yeni bir din oluşturmayı mı? “teistler için din” dediğiniz şey bu mu tam olarak?

Benim yeni ve laik dinim, iyilik ve erdem adına etkili bir propaganda oluşturabilmek için sanatın her dalından yararlanırdı herhalde. Bizi neredeyse sadece şoke edip şaşırtmayı amaçlayan çağdaş görsel sanatlardan ziyade, eski usul bir sanat anlayışı olurdu. Liberal ideolojiyle güçlü bir şekilde baş etmeyi hedeflerdi. Günümüzde hükümetler de, şahıslar da liberal ama içi boş bir yardım kavramını geliştirdiler. İnsanların sağ kalmasına, yiyecek bulmalarına, durumlarının düzelmesine yardım etmeyi amaçlıyorlar ama onların kendi hayatlarını nasıl geliştirebilecekleri, ayakta kalmayı kendi kendilerine nasıl başaracakları konusunda herhangi bir önerileri yok. Dinlerin tam tersi bir tutum bu. Dinler insanlara nasıl yaşayacakları ve ne için çalışacakları konusunda yol göstermeyi de amaçlıyordu.

Ateistler niçin St. Paul Katedrali ya da Aya Sofya Kilisesi gibi görkemli yapılar inşa etmediler? Ve niçin dinler için sanat bilimden daha önemliydi?

Bana göre sanat, öğretici, iyileştirici ve ahlaklı olmalı. Dinsel sanat bu yüzden etkileyici ve kalıcı olabildi. Sanat, bu üç mühim değerden vazgeçtiği için başarısızlığa mahkum. Artık bir oyun ya da bilmeceden daha fazla anlam ifade etmiyor, bu yüzden de insanların ilgisini çekmemeye başladı.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

5 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Hande Eagle
9 years ago

Böylesine önemli bir röportajı yazarken tipo hatalarına dikkat etmemeniz, defalarca okuyup tashih etmemeniz beni dehşete düşürdü. Örnek vermem gerekirse: “Bugüne dek onunla işim olmadık” yazmışsınız, halbuki “Bugüne dek onunla işim olmadı” olmalı. Bir diğer örnek ise: “Bence hep sandığımızıın aksine evrenin sonsuzluğunda ve bilinmezliğinde ne kadar küçük bir yer işgal ettiğimizi kavramak yeterli.” “Sandığımızın” tek “ı” ile olmalı. “Gene de, dinden öğreneceğimiz bazı şeyler var, dolayısıyla artık inanmıyorsak bile, ondan işimize yarayan kadarını almamızda ne sakınca olabilir?” Bu tarzda bir röportaj da, “Gene de” demekten kaçınıp, “Yine de” demek daha doğrudur. Bir de belki “dolayısıyla” ile başlayan kısım ile yeni… Read more »

ada
9 years ago

Günümüz Türk edebiyatının ciddi sorunları var. Yirmi, otuz, kırk sene öncesinin edebiyat ortamına göre ciddi bir kuraklık söz konusu. Hem nitelikli eserlerin üretiminde hem eleştiride hem dergicilikte. Edebiyatımız hızla çölleşiyor. Böyle bir ortamda kafaya takılması, uzun uzun cevap yazılması gereken, fazladan kullanılan “k” ve “ı” harfleri midir? Sorun bu mu sahiden? Geçen gün ben size Horace Engdahl çevirinize binaen bir eleştiri getirmiştim, ticari kaygılarla yazan popüler edebiyatçıları orantısız övdüğünüz, fazlaca öne çıkardığınız için rahatsızlığımı paylaşmıştım. Zevkler ve renkler tartışılmaz içerikli sadece 12 kelimelik bir cevapla geçiştirmeyi tercih ettiniz. Asıl üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken mesele oyken siz burada uzun uzun “k”… Read more »

Ömer
6 years ago

Yazının içeriğinden çok ufak tefek hatalara değinmeniz beni üzdü açıkçası çünkü böylesine güzel ve aydın bir röportaja böyle yorumları çok boş buldum şahsen keşke içeriği hakkında düşüncelerinizi belirtseydiniz de şu klasik hemen hatasını bulayım da rezil olsun mantığından kurtulabilseydiniz çok doluyum da neyse ..Eline sağlık Gulenay bu güzel röportajı bize sunduğun ve okumamıza vesile olduğun için sana çok minnettarım iyi ki sizin gibi insanlar var