Egoist okur

ALBERTO MODIANO: “Kitabımın ana teması ÖTEKİ…”

“Alberto Modiano bir fotoğraf sanatçısı… Ancak bu kez yüreğinin ona hissettirdiklerini kaleminin ucuna gelen kelimelerle dile getiriyor. Bu fotoğraflar başka fotoğraflar. Ama tarih duygusu ve hep hatırlanması gereken hikayeler aynı. Metinlerde yakın geçmişin unutulmaz olaylarının hikayelere yansımış halini bulacaksınız. Duyarlılıkla ve incelikle” diyor ünlü Mario Levi, Alberto Modiano’nun öyküyle fotoğrafı birleştirdiği kitabı “Fotoğrafların Öteki Yüzü” için. Öykülerin ana teması kitabın adında geçen “öteki” kelimesi. Yahudi, Rum, travesti ve diğer azınlıklarla ilgili öyküler var. Hepsi kurmaca, Alberto’nun hayal dünyasının ürünü ama sonuçta bu ülkenin yakın tarihine bağlanıyor.

ALBERTO MODIANO: “Kitabımın ana teması ÖTEKİ…”

Alberto, bu röportajı yeni çıkan kitabından dolayı yapıyoruz ama sen aslında fotoğraf sanatçısısın. Sana öncelikle bunu sormak istiyorum, İstanbul’un bugün çoktan kaybolmuş yüzlerini, ayrıntılarını kaydettin yıllardır… Bunu anlatır mısın?

Evet fotoğraf geçmişim eskidir. 1985’te ilk sergimi açtım. Bugün geriye baktığımda, çocukluğumun geçtiği Büyükada’nın kaybolmuş yüzlerini hiç çekmediğim için hep hayıflanırım. Belki onları zamanında çekebilmiş olsaydım onlar için de başka öykülerim olurdu. Ya da bir önceki kitabım “Büyükada Arkamdan Bakar”, biraz daha zengin olabilirdi. Aslında Cumhuriyet’ten günümüze ülkemizin zengin kültür mozaiği, yaşanmış bunca tatsız olaya karşın yine de güzel. Bunlar fotoğrafları ve öyküleriyle daha da güzelleşiyor.

Edebiyatla ilgilenmen yeni sayılır…

On yıl. Fotoğraflardan yola çıkarak yazdığım bu öykülerin, bende ayrı bir yeri var ama. Söz-fotoğraf kardeşliği denebilir…

İstanbul’un Yahudi vatandaşlarındansın. Yahudiler’in, sözünü ettiğin İstanbul mozaiği için önemi nedir?

Geçen yüzyılın başında, İstanbul Yahudi nüfusu yaklaşık 100,000 kadardı. Maalesef bugün bu sayı 17,000’e düştü, düşmeye de devam ediyor. Yahudilerin yaşama şekilleri, ibadet ve ticaretleri benim için hep sosyal fotoğraf konusu oldu. Öykülemeye değer buldum bu konuyu. Gittikçe azalan bir cemaatin üyelerinin hiç olmazsa dini bayramlarda bir araya gelip bayramlarını kutlamaları, gelenekleri korumak ve geçmişi yaşatmak açısından çok önemli bence.

Hayatın Büyükada, Şişli, Nişantaşı gibi ortak yaşam kültürünün çiçeklendiği yerlerde geçti, kameranla en çok oraları görüntüledin. Bu semtler geçmişte ve bugün hangi bakımlardan farklılaştı, ortak yaşama kültürümüz halen devam ediyor mu mesela?

Ne yazık ki ortak yaşama kültürü yok oldu. Benim okuduğum lise Osmanbey’de eğitim düzeyi düşük bir okuldu ama arkadaşlık vardı, dostluk vardı. Sınavlarda kopya vermek, sınıf geçmekten öte, bir paylaşma kültürüydü. Bunun gibi sınıfta hamursuz ve paskalya yumurtası ikram eder, birbirimizle paylaşırdık. Sınıfımız bir tür Hababam Sınıfı’ydı. Aradan 30 yıl geçti, ama hala birbirimizi arıyor ve zaman zaman buluşuyoruz. Bizim için hayat mezun olduğumuz günden beri değişerek ama aynı dostlukla devam ediyor.

Kendini hiç bu ülkede bir “öteki” olarak hissettin mi?

Ne yazık ki en çok askerde… Aradan çok yıl geçti, Tugay komutanlığının düzenlediği özel sınavda çavuşlardan da yüksek puan almama karşın, onbaşı rütbesini bana çok gördüler. Askerde rütbe sahibi olmak bir ayrıcalıktır. Ben lise mezunuydum, azınlıktım. Başka bir şehirden gelmiş bir çiftçi arkadaş o güne kadar horlandığı için belki, kendini rütbesiz askerlere dipçik ve yumruk atmakla ispatlamaya çalışıyordu. Askerliği bittikten sonra yeniden o günlere döneceğinin farkında değildi. O önemsiz gibi düşünülen tek çizgili onbaşı rütbesi insana biraz farklılık kazandırıyor ve hiç değilse ihtiyaç duyan bir iki kişiye yardımcı olabilmenizi sağlıyordu.

Fotoğrafçılığı aktif olarak sürdürüyorsun ama bir zamanlar fotoğraf tarihçisi olarak da kültür hayatımızda önemli bir yerin vardı. Azınlıkların fotoğraf tarihimizde yeri nedir diye sorsam neler anlatırsın?

Azınlıklar bir dönemin kültür tarihinin önemli parçasıydılar. O mozaiği fotoğraf aracılığıyla da görebiliyoruz… Giyinişleri, evleri, yaşam ve eğlence tarzlarıyla bu ülkenin kültürünü zenginleştirdiler. Ve bazı yanlış politikaların kurbanı olarak bu topraklarda sevimsiz olaylara maruz kaldılar. Fotoğraf yine bu olayların da tanığı oldu. Edebiyat ve kalem de tabii… Azınlıkların birçoğu doğduğu toprakları terk etmeye zorlandı, bir kısmı da küstürüldü. Bugün onlar da aramızda bulunsa, günümüz yaşamı çok daha zengin olabilirdi.

Fotoğrafların Öteki Yüzü diye bir kitabın çıktı. “Fotoğrafaltı öyküleri” diyebiliriz… Nasıl oldu?

Ben edebiyat yaşantıma Mario Levi’nin atölyesinde başladım. Yazmayı çok seviyorum ama yine de şunu baştan söyleyeyim: Bir edebiyatçı değilim hatta bu yolda ilerlerken bir ara bırakmayı bile düşünmüş, “olmayacak” demiştim. Mario çok yardımcı oldu, fotoğraflara öyküler yazabileceğimi söyledi. Böyle başladım. İkinci kitabım Büyükada Arkamdan Bakar, yarı biyografi yarı öykü tadındaydı. Bu elinizdeki ise tamamen kurgusal öykülerden oluşuyor.

Öyküleştirdiğin fotoğrafları nasıl seçtin?

Açıkçası beni etkileyen bir fotoğrafa bazen saatlerce bakabilirim. Ya da onu bir defter arasında tutup hiç olmadık bir anda öyküsünü yazmaya başlayabilirim. Bunlarda da öyle oldu…

Öykülerinin ortak özellikleri var mı? Eski İstanbul’a ait olmaları ya da onu çağrıştırmaları gibi…

Kitabın adında geçen “öteki” kelimesi öykülerin ana teması. Kitapta sadece Yahudi öyküleri yok, Rum, travesti ya da diğer azınlıklarla ilgili olanlar da var. Bu öyküler, fotoğraflardan yola çıkarak yazdığım hayal dünyamın ürünü ama sonuçta bu ülkede yaşanmış bir siyasi tarihe bağlanıyor.

Seni şaşırtan bir tesadüf yaşadın mı yazarken? Hiç beklemediğin bir anda beklemediğin bir fotoğraf bulup onun öyküsünü yazmaya karar verdin mi mesela?

Mediha ve Selahattin Askın’ın 1988’de çöpte buldukları ve piyano çalan bir genç kızı gösteren o çok yalın fotoğraf beni o kadar etkiledi ki! Böylece 20 sayfalık “20 Kur Askerlik” öyküsü çıktı ortaya. Daha önceden de bir öykü yarışmasında yayınlanmaya değer bulunmuştu.

Kapakta annen, baban, abin ve sen varsınız; neden?

Bir de dedem ve babaannem. Çocukluğumun geçtiği ama artık orada olmayan, çoktan yıkılmış ve yerine aynısı gibi inşa edildiği düşünülen ev… Fotoğraftaki altı kişiden üçü hayatta değil. Yaz aylarında Büyükada’nın ötekileri fazlaydı. Zaman geçti ne insanlar kaldı, ne de o sıcak yuvalar. Artık orada nasıl yaşanacağını bilmeyen insanlar var. Birçok yerde olduğu gibi.

Bundan sonraki projelerinden söz eder misin?

Yazmaya devam ediyorum. Eylül ayında tekrar dönüş yaptığım belgesel fotoğrafçılık konusundaki ilk sergimi açıyor ve beraberinde kitabını yayınlıyorum. Konusu “Musevilik”. Diğer yandan Büyükada’da geçen ve farklı dinden iki genci anlattığım başka bir “ada” kitabı üzerinde çalışıyorum. Bulgaristanbul var bir de; annemin ölümünden sonra daha önce yayınlanmış olan bu kitabımı gözden geçirerek yeniden yayınlamaya karar verdim. İlk hali 64 sayfalık bir yaşam öyküsüydü. Ama artık üzerinden çok zaman geçti, annem artık hayatta değil. Annemin cenazesinde onun hayatını anlattığım bu kitabı yeniden yazmanın benim için şart olduğunu hissettim. Her zamanki gibi Mario, içerik ve şekil açısından bu kez de bana destek oluyor.

Gülenay Börekçi

Alberto’nun aile albümü

Subscribe
Notify of

1 Comment
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Dilek V. T.
10 years ago

Sevgili Albert,

Sana daima hayallerinin peşinden koşacağın ve herbirini gerçekleştirdiğinde dostlarınla bu mutluluğunu paylaşıp kutlayacağın güzel bir hayat diliyorum.

Tebrikler, başarılar…