Egoist okur

Bir hafıza pratiği: Camondo’ya Mektuplar

“Sevgili dostum, sanırım artık anlamışsınızdır, evinizde tesadüf eseri bulunuyor değilim.”

Böyle diyor Edmund de Waal tam 58 mektup yazdığı “dostu” Kont Moïse de Camondo’ya. Neden orada olduğunu romanı okurken öğreneceksiniz. 

De Waal, Camondo’ya Mektuplar romanında, zengin, kültürlü ve “Avrupalı” olmanın güvenli illüzyonuna kapılan Osmanlı kökenli bir Sefarad bankacı ailenin hikayesi aracılığıyla Avrupa belleğinin ikiyüzlü kayıtsızlığını sorguluyor. 

Camondo’ya Mektuplar’ı çok sevme sebeplerimden biri de onu Türkçeye benim çevirmiş olmam. O kadar uzun zaman bu romanla vakit geçirdim ki her satırını biliyor, yazarının dokunup “konuştuğu” her objeyi iyi tanıyorum.

Camondo’ya Mektuplar romanını almak için
Orhan Pamuk’a ilham veren müzenin romanı

Edmund de Waal

Bir hafıza pratiği: Camondo’ya Mektuplar

Edmund de Waal bir porselen ustası, yazar ve aslında bir çeşit “hafıza işçisi”. Bizde daha önce aile arşivini nesnelerle örülü bir bellek atlasına dönüştürdüğü Kehribar Gözlü Tavşan romanı yayımlanmıştı. Camondo’ya Mektuplar ikinci romanı.

Camondolar, 19. yüzyılın sonundan 20. Yüzyılın ortalarına kadar Paris’te yaşamış Osmanlı kökenli bir Sefarad bankacı ailesi. İspanya’dan İstanbul’a göç etmiş ve birkaç yüzyıl boyunca şehre pek çok eser armağan etmişlerdi. En basitinden Galata’daki ünlü Camondo Medivenleri’ni. Fakat tabii bu kitap sonrasıyla, ailenin Fransa’ya göç etmesinin ardından olanlarla ilgileniyor.

Özetle Kont Moïse de Camondo sevgili oğlu Nissim’in I. Dünya Savaşı’nda Fransa için savaşırken ölmesinin ardından muhteşem malikanesini bir müzeye dönüştürüyor ve barındırdığı eşsiz sanat koleksiyonuyla beraber Fransa’ya miras bırakıyor. Asıl trajedi de bundan sonra başlıyor.

Fransa’nın teşekkürü ironik bir biçimde ailenin kalan mensuplarını tüm mal varlıklarına el koyarak Nazilere teslim etmek oluyor. Aile Auschwitz Toplama Kampında can veriyor.

Oğlu Nissim için (solda) Fransa’ya muazzam bir koleksiyon ve bir müze ev bırakan Moïse Camondo (sağda)

Kaybı anlatan bir roman ve sadece sanat eserlerinin değil, kaybın da sergilendiği bir müze…

Edmund de Waal’in Kont de Camondo’ya yıllar sonra, müzesini gezerken yazdığı düşsel mektuplardan oluşuyor kitap. Bir noktadan sonra sanat ve hayat arasındaki sınırlar muğlaklaşıyor ve biz, suskun odalar, tablolar, heykeller, duvar süslemeleri, artık kullanılmayan halılar, porselenler, gümüşler, kısacası bir dönemin olanca ihtişamını hatırlatan sayısız obje aracılığıyla Kont’un koleksiyonunu Fransız devletine bırakırken umut ettiği “ebedi hatıra” fikrinin yerini yaslı bir boşluğa bırakışını okuyoruz. De Waal’ın kendi ailesinin, yani Ephrussi’lerin hikayesi de giriyor araya. Mektuplar, fragmental monologlar halinde ilerledikçe faşizmin yükselişine ve Camondo’nun kızı, damadı ve torunlarının II. Dünya Savaşı’nda katledilmelerine tanık oluyoruz.

Sakin başlayıp bizi son derece trajik alanlara götüren Camondo’ya Mektuplar‘ı kısaca özetlemem imkânsız çünkü karşımızda müthiş bir ayrıntılar galerisi var ve her şey başka bir şey aracılığıyla aktarılıyor. Başlangıçta dil epeyce kapalı. Nesneleri, mobilyaları, halıları, tabloları, başka sanat eserlerini, Paris’in burjuva hayatını, şehrin önemli yapılarını, parkları, bulvarları okuyoruz. Ardından salonlarda edebiyat buluşmalarını ve sohbetleri, zengin akşam yemeklerini, dostça çıkılan gündüz promenade’larını… Kitaplardan, gazete haberlerinden, dergilerden alıntıları… Eşleri, metresleri, gizli gizli fısıldaşmaları… 

Yukarıdan başlayarak saat yönünde: Edmund de Waal’in yazar büyükannesi Elisabeth Ephrussi, büyük sayısı Iggie Ephrussi ve Japon hayat arkadaşı Jiro, Girorgio Morandi’nin natürmort’larından biri, Marcel Proust, Eugene Atget’in bir Paris fotoğrafı, Renoir’nın Irène Cahen d’Anvers tablosu, Louis-Ferdinand Céline

Belleği diri tutma temrinleri ve benzersiz şahsiyetler

Bunca belleği diri tutma temrininin yanı sıra bahsedilenler arasında kimler yok ki… Farklı zamanlarda yaşamış sayısız birey, sayısız suret, sayısız varoluş… Walter Benjamin ve aileyle belirli bir dostluk ilişkisi de bulunan Marcel Proust kuşkusuz olmazsa olmazlardan. Romancı George W. Sebald, heykeltıraş Giorgio Morandi, mimar René Sergent, fotoğraf ustası Eugène Atget… Edmund de Waal’in feminizmin önemli isimlerinden biri olan yazar büyükannesi ve bir dönem sevgilisi -ya da yol göstericisi- olan Rilke… Netsuke heykellerini, çocukken okuduğu kitapları ve ucuz polisiyeleri seven büyük dayısı Iggie ve Japon hayat arkadaşı “Jiro amca”… Kont Moïse de Camondo’nun sonradan kendisini terk edecek genç ve güzel karısı Irène Cahen d’Anvers ve 8 yaşındayken poz verdiği ressam Auguste Renoir… (Bugün Renoir’nın en ünlü yapıtlarından sayılıyor Irène’in poz verdiği o tablolar.) 

Fransa’nın ilk Yahudi başbakanı Léon Blum ve her Yahudi’nin suçlu, her Yahudi’nin hain olduğunu iddia eden ırkçı yazar Edouard Drumont da yer alıyor romanda. “Ben her zaman iftirayı teşvik ettim, bayılırım iftiraya. Gördüm ki, en sağlam kazıklar ve en kısa ipler, dışarıdan herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan, hep bu şekilde oluşur,” diyen ve bir dönem kalemiyle faşizme bayrak tutan Louis-Ferdinand Céline ise okuması insanı yaralayan şahsiyetlerden. Büyük bir edebiyatçıyı böyle düşünmekte zorlanıyor insan. Sayfalar ilerledikçe Camondo’ya Mektuplar’ın tonu da keskinleşiyor, acılaşıyor, en sonunda insanı isyan ettirecek bir zulmün anlatısına dönüşüyor. O noktalarda yazar bile sanki aradan çekiliyor ve okuru olanlarla, yaşananlarla baş başa bırakıyor. 

De Waal bir hafıza pratiği sayabileceğimiz romanında ne kahramanını idealize ediyor ne de nostalji tuzağına düşüyor. Yaptığı, maddi izler, nesneler üzerinden kolektif hafızanın kırılganlığına, unutmanın yavaş ve sessiz ilerleyişine dikkat çekmek. Ona göre müzeyi ayakta tutan şey, nesnelerin değil, onları hatırlayanların varlığı. Çünkü burası artık sadece sanat eserlerinin değil, kaybın da sergilendiği bir alan.

Devletlerin karşısında bireyin gücü

Romanın başardığı bir şey daha var: Devletleri simgeleyen Louvre gibi büyük müzelerin yanında bireylerin hikayelerini anlatan Nissim de Camondo Müzesi gibi küçük müzelerin, belleği diri tutmaktaki önemini son derece dokunaklı, neredeyse göz yaşartıcı bir şekilde vurguluyor.

(Ayrıca okurken öğreneceksiniz, Louvre Müzesi koleksiyonlarında da bireylerin katkıları büyük. Moïse de Camondo’nun kuzeni Isaac’in Louvre’a yaptığı bağışlar mesela, basılı müze katalogunda tam 107 sayfa tutuyor: Rönesans sanatından örnekler, on sekizinci yüzyıla ait mobilyalar, Japon taşbaskıları ve netsukeler, Cézanne ve Corot tabloları, Degas’dan on bir, Manet’den yedi, Monet’den on dört resim. Van Gogh’un ters lalelerin tasvir edildiği tablosu.)

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments