Egoist okur

D22’den BENT: Çarpılmaya hazır mısınız?

Oyunun adı, Bent. Çok genç yaşlardaki üç genç aktörün kurduğu yeni tiyatro topluluğu D22 tarafından sahneleniyor. Ben birkaç hafta önce seyrettim ve kelimenin tam anlamıyla çarpıldım. Çok sert, lafını dolandırmadan söyleyen ve seyircinin makul bir ruh halinde kalmasına, neşelenip hafiflemesine izin vermeyen acayip bir oyundu. Halbuki bir parça önyargılı gitmiştim; bir La Cage aux Folles veya Birdcage versiyonu seyredeceğimi sanıyor ve “Yeni bir taneye daha ihtiyacım var mı?” diye düşünüyordum. Öyle olmadı. Bent’ten çıktığımda gözlerim dolu doluydu, boğazımda felaket bir ağrı vardı ve ben kendimi hasta gibi hissediyordum.

Ardından vakit yitirmeden Bent’le ve yazarı Martin Sherman’la ilgili ne bulabildiysem okudum. Oyunun yıllar önce Ian McKellen’ın oynaması için yazıldığını, Richard Gere’ın Broadway’de parlamasını sağlayan ilk oyun olduğunu, yıllar sonra çekilen sinema filminde Cliwe Owen, Jude Law ve Mick Jagger’ın oynadığını öğrendim. Yetmedi oyunun yönetmeni Meltem Cumbul’u aradım, tiyatro D22’nin kurucuları olan Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu’yla konuştum. (Kadrodaki diğer oyuncuları, yani Sercan Sungur’u, Necati Kutlu’yu, aynı zamanda oyunun çevirmeni de olan Mesut Özkeçeci’yi ve tabii ki kısacık Greta rolünde harikalar yaratan Reha Özcan’ı da tebrik etmek isterdim, artık başka sefere.) Her neyse, notlarım aşağıda, okuyun. Sonra iyiliğe, kötülüğe, zorbalığa, başkaldırıya, adalete dair bu harikulade oyunu bir an önce izleyip düşündüklerinizi burada anlatın.

bent egoistokur tiyatro d22

Sağda Bent’in sahnelenişi sırasında arka planda oynayan video performanslarından bir karede Berkay Ateş’le Necati Kutlu’yu, solda ise Bent’e konu olan gerçek şahsiyetlerden birkaçını, Nazi Almanyası’nın toplumsal hiyerarşinin en altında saydığı için bin türlü işkenceye maruz bıraktığı “pembe üçgenli” eşcinselleri  görüyorsunuz.

Büyük itiraf: “Bunu başarmak için çok çalıştım!”

D22’nin kurulma hikayesi enteresan. Lee Strasberg’in adıyla anılan ve Marlon Brando, Robert de Niro gibi büyük aktörleri yaratan metot oyunculuğundan gelen D22, tam da oyunu nerede sahneleyeceklerini düşünürken Kuledibi’ndeki Hamursuz Fırın’ı görüp aşık olmuşlar. Neden öyle hissettiklerini anlamak benim için güç olmadı. Yağmurlu bir gece vakti ara sokaklara girip çıkarak aradım Hamursuz Fırın’ı ve tamirhanelerin olduğu bir sokakta aniden karşıma kırmızı bir kapı çıktı. İçerisi eski taş avlusu ve renkli ışıklarıyla adeta bir masal alemi havasında, acayip sıcak ve güzel bir yerdi. Berkay Ateş, Can Kulan, Emir Çubukçu ve diğer oyuncular yıkılmak üzere olan Hamursuz Fırın’ı kendileri yenilemiş, boyasını, badanasını, tadilat işlerini bizzat yapmışlar. Tiyatronun her aşamasında ter akıtmanın metot oyunculuğunun bir gereği olduğunu söylüyorlar.Oyunun benim için farklı ve çarpıcı bir yanı daha var. Gerçek duygularını, ruh hallerini açığa çıkarmak amacıyla her oyun öncesinde yaptıkları ısınma egzersizlerini doğrudan seyircinin önünde tekrarlamayı tercih etmiş D22. Böylece gong çaldığında salona giriyorsunuz ve oyuncuların en büyük korkularını, heyecanlarını, umutlarını dinlemeye başlıyorsunuz. “Çok heyecanlıyım” diyor bir tanesi gözünüzün tam içine bakarak. “Bunu başarmak için çok çalıştım, hayatımı buna adadım” diyor bir diğeri. “Korkuyorum” diye içine kapanıyor bir üçüncüsü. Meltem Cumbul sahne arkasında hissettikleri her şahsi duygunun kıymetli olduğunu ve oyunun hizmetine sunulabileceğini öğretmiş onlara çünkü. Metot oyunculuğunda buna “işçilik” adı veriliyormuş. Bu enteresan deneyimi izleme şansını bence kaçırmayın.

Bent’in gerçek hikayesi

İngiliz yazar Martin Sherman’ın 35 yıl önce, o zamanlar gençliğinin baharını süren ünlü aktör Ian McKellen için kaleme aldığı bir oyun Bent. AIDS’in ilk ortaya çıktığı ve eşcinsellere yönelik baskıların arttığı o sancılı yıllarda, “cüretkar”, “çığır açıcı”, “devrimci” gibi sıfatlarla nitelenmiş. Ve birçok ünlü aktörün kariyerinde önemli yeri olmuş. Richard Gere, Richard E. Grant, Ralph Fiennes, Alan Cumming, Christopher Eccleston gibi aktörler çeşitli zamanlarda bu oyunla seyirci karşısına çıkmışlar. Clive Owen, Jude Law, Mick Jagger, Rachel Weisz ve 1979’daki ilk gösterime selam niyetine yine Ian McKellen’ın rol aldığı, Cannes dahil birçok festivalden ödülle dönen bir de sinema uyarlaması var. D22 oyuncularına filmi seyredip seyretmediklerini sorduğumda şöyle dediler: “Çok güçlü bir metin söz konusu. Filmi seyrettiğimizde biraz etkilendik elbette ama oyunu okurken kelimenin tam anlamıyla çarpıldık.”

Olaylar II. Dünya Savaşı öncesi Almanyası’nda geçiyor. Büyük savaşa arsızca hazırlanan Hitler ve taifesi bir gece içinde yönetici kadrosundaki tüm eşcinselleri öldürüyor. “Uzun Bıçak Gecesi” diye anılan o meşum gecenin ardından sıra ülkedeki diğer eşcinsellere geliyor. Hepsi teker teker bulunup toplama kamplarına gönderiliyor. İnsanın eşcinsel olması o dönemde çok büyük suç, eşcinsel olduğunu açıkça ifade etmesiyse iki katı büyük suç.

Gereğinden fazla şey anlatarak sürprizi kaçırmayayım ama Bent özetle, Max adında dünyayı umursamayan hedonist bir genç adamın aşkı toplama kampında keşfetmesini, umudu ve mücadele gücünü orada kazanmasını anlatıyor. Seyirci olarak hep birlikte onun büyük dönüşümünü izliyor, bu arada kendi hayatımızı düşünüyoruz. Neyin eksik olduğunu, gerçekte neyi arzu ettiğimizi, neleri değiştirebileceğimizi…

Küçük bir röportaj için buluştuğumuz D22 oyuncularına Nazi Almanyası’nda geçen ve 1979 İngilteresi’nde yazılmış bir oyunu seçmelerinin sebebini sordum. “Çünkü orada anlatılan her şey burada ve şimdi de geçerliliğini sürdürüyor” diye cevap verdi D22’nin üç kurucusundan biri olan Emir Çubukçu. “Hiçbirimiz Nazi Almanyası’nda olmasak da başkalarına benzemeyenlerin, dilleriyle, görünüşleriyle ve yaşam biçimleriyle farklı olanların en hafifinden garipsendiği kimi zaman da baskı altında tutulduğu bir dünyada yaşıyoruz.” Can Kulan’a göreyse anlatılan sadece eşcinsellerin ötekileştirilmesi değil, herkesin kendi hayatına dair bulabileceği bir şey var oyunda. Mesela kampın bir ucundan öteki ucuna taş taşımak zorunda olan ve sonra o taşları aynı sırayla başladıkları yere geri getiren mahkumların yaşadığı hisse hepimiz günlük hayatımızdan bir şekilde aşinayız. Böyle düşününce Bent’in önemini daha iyi kavrıyor elbette insan. Son sözü Berkay Ateş söylüyor: “Bütün bunlara rağmen hiç de karanlık bir oyun değil Bent. Tam aksine bize, özgürlük adına hayatın her anında, en zor koşullarda bile mücadele edebileceğimizi hatırlattığı için umut ve güç veren bir yanı var.”

Meltem Cumbul: “Onlar artık öğrencim değil, meslektaşım”

Bugüne kadar hep oyuncu olarak karşımıza çıkan Meltem Cumbul bizzat yönettiği Bent’in güncelliğini 30 küsur yıldan sonra hâlâ koruduğuna inanıyor. Zira eşcinsellik 70’lerde olduğu gibi günümüzde de dışlanan, horgörülen bir kimlik. Ve şöyle anlatıyor: “Bent’in gurur, onur, yaşam mücadelesi ve kendini kabullenme gibi ana temaları var. Aşkın ve seksin ölüm kamplarında bile varlığını sürdürebildiğini, insanın en acımasız şartlarda da cinsel kimliğine sahip çıkabileceğini anlatıyor. Öte yandan işkencenin amacının insanı insanlıktan çıkarmak, insanlık dışı hale getirmek olduğuna tanıklık ediyoruz. Aşk işkencenin, zorbalığın panzehiri. Sözgelişi ikinci perdede Max’le Horst’un hayali sevişmesi onların her şeye rağmen hâlâ insan olduklarının kanıtı. Seyirci aşkın dönüştürücü etkisini bir kez daha fark ediyor. Çünkü Horst’la ilişkisi sayesinde Max’in, önce aşka, sonra cinselliğe sonra da bizatihi kendi eşcinselliğine bakışı değişiyor. Ve Max hayat karşısındaki nihai seçimini artık pembe üçgeni takmaktan utanmayan eşcinsel bir insan olarak yapıyor.”

Cumbul’a ilk yönetmenlik denemesini tiyatrodan öğrencisi olan genç oyuncularla yapmanın nasıl bir deneyim olduğunu da soruyorum. “Onlar artık öğrencilerim değil, meslektaşım” diyor. “Oyunu yönetme kararını onların bana verdiği cesaret ve inançla aldım. Beraber olduğumuz her çalışma günü benim için çok güzel, adeta kutsanmış anlardan oluşuyor.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments