Kendisi, her şeyden evvel Ali ve Ayşegül’ün annesi, sonra Önce Kitap’ın kurucusu. Editör aynı zamanda ve düzeltmen… Ama aslında okur, okur, okur. Kendi deyişiyle, “işte hayatı budur!”
Nursel Calap, on yılı aşkın süredir yayın dünyasında kan, ter ve gözyaşı akıtıyor, o yüzden ismine bugüne dek birçok kitabın künyesinde rastlamış olmanız yüksek ihtimal. Çeşitli internet sitelerinde ve elbette kendi blogunda yazılarını okumuş olmanız da öyle… “Kocanı Seviyorum” adında bir de romanı var, yakında raflarda olacağını umuyorum.
Şahsi notlarıma gelince… Nursel, yıllar önce bu kitap mitap işlerine bulaştığım sırada ilk tanıştığım yayıncılardandır ve benim için o yüzden çok özeldir. Bir de müzik zevki bana en yakın insanlardan olduğu için kıymetlidir. Bu listede bile saplantıyla sevdiğim iki-üç şarkıdan bir tanesine yer vermeyi ve böylece Egoist Okur’a ilk kez şahane topluluk Lovage’ı konuk ettiği için ona ayrıca teşekkür ederim :)))
Sözü kısa kesiyorum, 2013’ün ilk kahvaltısında DJ’iniz Nursel Calap…
Gülenay Börekçi
Nursel Calap’tan hikaye tadında şarkılar
“Kadınlar kitap okur. Mutsuz kadınlar daha çok kitap okur. Mutluyken kitap okunmaz, mutlu olmak için kitap okunur. Efkâr kitaba en az kahve ve şarkılar kadar yakışır.
Yeni yılın heyecanındansa eskisini uğurlamanın efkârını yaşıyorum ben. Bu yüzden okuyorum…
Her yıl başında Truman Capote okurum, Tiffany’de Kahvaltı’yı. Sanki yeni yılın ilk sabahı böyle başlarsa tüm yıl güzel kitaplar okuyacakmışım gibi geliyor. Okurken başlıyorum Moon River dinlemeye; mutlaka Audrey Hepburn’den.
Yılın son günleri okumak zorunda olduklarımın dışında, zevk alacağımdan emin olduğum, sadece kendim için okuyacağım kitaplar seçiyorum. Her birine güzel şarkılar eşlik ediyor. Fly Me To The Moon’u Frank Sinatra söylerken Venedik’te Ölüm’ü okuyacağım mesela.
Sonra ışıkları kapatacağım… uyumam mümkün değil kitap okumadan! Her ne kadar Santana Everlast’le birlikte Put Your Lights On dese de yakacağım başucu lambamı. Başucumda Rafik Schami’nin Bir Avuç Yıldız’ı vardır, onu okurum. Aydınlanır odam birden.
Gece uyanırsam aniden, belki Binbir Gece Masalları’ndan birini okumam gerekir, yoksa uyuyamam. Mutlaka bir şarkı etmelidir. Lovage, Book Of The Month diyerek kulağımda inler.
İşte o zaman sabaha umutla uyanırım. Sevgilim bana beni o gün de sevdiğini söyler. Aradığında muhtemelen Hafız Divanı’ndan rastgele bir sayfa açmış o günkü falıma bakıyorumdur. Mohsen Namjoo da onun şiirlerinden birini, Zolf Bar Baad’i söylüyordur. “Sevgilimsin, olma el!” diyen bir şarkıdan sonra kitabı kapatıp onun yanına gitmek isterim.
Zaten o ordaysa benim burada ne işim var! Bu şehir beni zaten sevmemiştir. You Never Loved This City çalarken kulağımda yol alırım, Vergilius’un Ölümü’nü okuyarak…
Tom Baxter, Tell Her Today derken varırım yanına. Nasıl olduysa Bülbülü Öldürmek’i okumamış, elimde ona hediyem Harper Lee’den.
O beni öperken Kiss My Name’i söyler Anthony and The Johnsons. Birlikte okurken Karen Elson’dan The Ghost Who Walks çalar belki…
Okumak en çok efkârlı anlara yakışır, evet. Hayat, içinde yaşanan her türlü derdi bertaraf etmek için aşkı sunduğu gibi, o aşka özlemi, hüznü ekler gibi eklemiş kitapları da. Yoksa hepimiz için hayat Pierces’in Boring şarkısında söylediği gibi çok sıkıcı değil mi?
Öyleyse efkârımın özeti son şarkıdaki “Life is such a chore!” dizesinde gizli!”
Uzun süredir böyle güzel bir yazı okumamıştım, teşekkürler :)
ben teşekkür ederim serpil…