Yazarların en hınzırı: Nihal Yeğinobalı
Nihal Yeğinobalı kendisiyle yıllar önce yaptığım röportajda, “Birçok yazarın, yabancı yazarlardan ‘esinlendiği’ malzemeleri yapıtlarında kendilerininmiş gibi gösteregeldikleri bir ülkede, genç bir yazarın kendi özgün ürününü bir yabancıya mal etme gereği duymasının ardındaki ilginç öyküyü anlatmaya karar verdim,” demişti.
Nihal Yeğinobalı deyince akla artık ilk olarak “Genç Kızlar” geliyor. Çünkü Yeğinobalı şahane bir sözde çeviri (pseudo translation) vakasının kahramanı. Yani kendi yazdığı ve “Genç Kızlar” adını verdiği romanı yayıncısına ve okurlarına çeviri olarak yutturmuş ve hiç var olmayan bir Amerikalı erkek yazarı Türkiye’de çok ama çok ünlü yapmış.
Sarah Jio: “Seni korkutan şey neyse, onu yaz!”
GENÇ KIZLAR ve bir “sözde çeviri” hadisesi
Bu anlatacağım, “gerçek” bir masal… Epey zaman önce küçük bir kız Amerikan Koleji’ni bitiriyor ve meslek olarak çevirmenliği seçerek kısa sürede bu alanın aranan isimlerinden biri haline geliyor. Tek şikayeti, bir roman yazmak istemesi ama büyüklerin, onun bu isteğine burun kıvırması… Çevirmenliğe devam ediyor ama kararlı; günün birinde bir roman yazacak, yayımlatacak.
Uzun uzun düşünüp cesaretini topladıktan sonra eline kalemi kağıdı alıyor, yazmaya başlıyor. Bir aşk romanı olacak bu. Fakat iç bayıcı, pembe aşk romanları silsilesine bir yenisini eklemeye niyeti de yok. O dönem için epeyce cüretkâr, hararetli, içinde cinselliğin de olduğu bir kitap çıkıyor ortaya. Bildiği bir dünyayı, bir Amerikan lisesinde okuyan yaşıtı genç kızların dünyasını anlatıyor. Ama böyle bir romanı yayınevlerine kabul ettirmesi imkansız. Her şeyden önce ondan bu tarz bir roman beklemezler, çünkü bu tür sahnelere o günlerde sadece çeviri kitaplarda rastlanıyor.
O da bir yalan uyduruyor, diyor ki: “Tefrika romanlar yazan Vincent Ewing diye bir Amerikalı var” diyor, “Kitaplarından birini okuyunca öyle sevdim ki kendimi tutamayıp çeviriverdim.”
Böylece kendi kaleme aldığı kitabı çeviri diye yutturarak yazarlığa ilk adımı atıyor.
Genç kızın çalıştığı yayınevinde yöneticisinden dizgicisine herkes heyecan içinde; kitabı beğenmeyen yok… Derken kahramanımız romanın bir yerinde geçen ve oral seksi çağrıştıran iki cümleye dair bir tartışmaya kulak misafiri oluyor.
Editörlerden biri diyor ki: “Bizim kız bu cümlelerin ne anlama geldiğini anlamış mıdır acaba?”
Öteki editör cevap veriyor: “Yok canım, fark etmemiştir bile. Gördüğü kelimeleri manasını anlamadan aynen çevirmiştir.”
Siz o kızın yerinde olsaydınız kendinizle gurur duymaz mıydınız?
Kızın adı, Nihal Yeğinobalı. Romanı da “Genç Kızlar”.
İşte benim gözümde o kitap, “Ben de roman yazmak istiyorum” diyen bir genç kızın kendisini “Hele bekle, daha çok gençsin; büyüyünce belki” diye oyalayan kelli felli yayıncılara oynadığı şahane bir oyundan başka bir şey değildir.
Kendi ağzından
Nihal Hanım, röportajımızda “Genç Kızlar” hadisesini şöyle anlatmıştı:
“İlk romanım Genç Kızlar’ı yazdığımda ben de bir genç kızdım. Romanın gerçekçi olabilmesi için katmam gereken erotizm dozunun, o günün ölçülerine göre fazla ağır kaçacağını bildiğimden, takma bir ad, bir erkek adı kullandım ve Vincent Ewing oldum. O yıllarda çeviri romanlar telif romanlardan daha gözdeydi, bu sebeple kimliğine büründüğüm bu erkeğin Amerikalı olmasına karar verdim ve romanı sanki İngilizceden Türkçeye çeviriyormuşum gibi kaleme aldım. En sevilen, en çok satılan Türk romanı oluverdi birdenbire. Şaşırdım. Benim yazdığımı, yakın çevremdeki birkaç kişiden başka bilen olmadığı için çok rahattım. Bu aldatmaca, o yaşımda bana keyifli bir oyun gibi gelmişti ama artık bu yabancı adın arkasına saklanmanın tadı da kalmadı, gereği de… Ve ben, birçok yazarın, yabancı yazarlardan ‘esinlendiği’ malzemeleri yapıtlarında kendilerininmiş gibi gösteregeldikleri bir ülkede, genç bir yazarın kendi özgün ürününü bir yabancıya mal etme gereği duymasının ardındaki ilginç öyküyü sonunda herkese anlatmaya karar verdim.”
Malesef durum bu, ya markasına bakılır ya fiyatına, kendi ismi olsa tekmelenirdi.