Egoist okur

“Şarkını söylediğin zaman” bak neler neler olacak…

Tolga Meriç, Hakkında Bildiğim 10 Şey adlı köşesinde İnci Aral’ın son romanı “Şarkını Söylediğin Zaman”ın tartışma dışı kalan ihlalini, etiketlendiği 12 Eylül ekseninde gözden kaçanları, şaşırtıcı yalınlığını ve diğer bildiklerini yazdı. Sahi, neden konuşulmuyor romandaki ihlal?

inci aral hakkinda bildigim 10 sey

“Şarkını söylediğin zaman” bak neler neler olacak…

1.

İnci Aral’ın son romanı “Şarkını Söylediğin Zaman” kimi okurları yalınlığıyla şaşırttı. Bence, bu okurların metne verdiği tepki doğru, fakat kendi tepkilerine getirdikleri açıklama yanlıştı. Edebiyat dünyasında artık her şey çok çabuk olup bitiyor. Kitaplar hemen çıkıyor, hemen okunuyor, hatta gündemi kaçırmamak adına okunmadan tanıtılıyor. Üzerinden bir ay geçmeden de kitap “eskiyor”. Dolayısıyla hemen herkes hislerini yadırgatıcı bir telaş içinde, dinlendirip demlendirmeden paylaşıveriyor. Kendi adıma, aklımı başıma toplamaya yetecek kadar yaşadım romanla. Romanın yalınlığının bana ne tür bir yalınlığı hatırlattığını buldum. O yalınlık, bütün edebi tekniklerden alnının akıyla çıkmış yazarların ulaştığı yalınlık. Hayatla edebiyatı irkiltici bir biçimde çözüp birbirine benzeten tekinsiz bir yalınlık. Ulaşılan bu ustalığın kimi yazarların kendi elini kolunu bağladığı da görülmüştür. Çünkü yalınlığın bu son kertesinde, yazar artık edebiyata doyabilir. Ulaşıldığını düşündüğüm öz öyle bir öz ki, yazar sonrasında artık yazıp çizmeyi bile anlamsız bulabilir. O yalınlığın tekinsizliği de, edebi kışkırtıcılığı da, yadırgatıcılığı da, zevki de bana kalırsa en çok burada. Ama tabii, bunun zevkini çıkarmak ciddi bir okuma birikimi, dahası edebi yatkınlık istiyor.

2.

“Şarkını Söylediğin Zaman” çıktığından beri yazılıp çizilenlerde beni hem şaşırtan hem de şaşırtmayan bir başka şey, romandaki ihlalin tartışma dışı bırakılması. Sürprizi bozmamak adına gösteriliyor bu özen, tamam. Fakat İnci Aral çapında bir yazar söz konusuysa, sürpriz ihlalin kendisinden çok, o ihlalin okunmasındadır. Romanın başkişilerinden Cihan, en büyük aşkının doğurduğuna, ölmüş aşkının kızına âşık oluyor romanda. Akla hemen gelebilecek birçok yazar, böyle bir konu yakalayınca daha kitap çıkmadan tellal tutup duyururdu. İnci Aral’ın bu meseleyi kendiliğinden öne çıkarmayışı, elbette o tür bir pazarlamaya gönül indirmeyecek oluşuyla yakından ilişkilidir. Ama bana kalırsa, daha çok, gerçek bir yazar ahlakıyla ihlalin içselleştirilmiş oluşuyla ilişkilidir. İhlal o kadar eksiksiz bir biçimde gerçekleştirilmiştir ki, ihlal olmaktan çıkmıştır sonunda. Bunun okuru sarsabilecek yanı ise, edebiyatın gücüyle, aynı ihlalin artık kendisi için de gerçekleştirilebilir hale getirilmiş oluşudur.

3.

Yazarın bu konudaki en büyük başarılarından biri, ihlalin cinsel boyutunu romanın sonuna dek okura kapatmış oluşu. Fakat aynı zamanda, gittikçe yükselen bir gerilimle, romanı yazılı erotizmin en güzel örneklerinden birine dönüştürmesi. Başka bir deyişle, ihlali hiç ilgisi olmayan cinsel pratiklerde değil, çok daha geniş bir insanlık ve cinsellik kavrayışında gerçekleştirip sunması. Cihan’la Ayşe’yi romanda yatakta görmenin ihlale hiçbir katkısı olmazdı. Ama Cihan’ın çocuk Ayşe’yi annesiyle birlikte parka götürdüğünü, kucağına aldığını hatırlaması ve bunları hatırlarken en küçük bir ahlaki kaygı duymayıp, tersine bu hatıraları Ayşe’ye duyduğu sevecenliğin bileşenlerinden birine dönüştürmesi ciddi bir ihlaldir. Aynı şekilde, Cihan’ın böyle bir aşkın olup olamayacağına ilişkin akıl yürüttüğü pasajlar da okuru allak bullak edecek düzeydedir.

4.

Bir şeyin adını koymak, insanoğlunun herhalde en temel gereksinimlerinden biri. Bu romanın da adı kondu: “12 Eylül döneminde aşk”. Bu tür etiketlere itiraz etmenin hiçbir işe yaramadığını herkes biliyor artık. Ben burada romandaki yaşanamayan aşkın sadece 12 Eylül’le değil, insan zihninin ve kalbinin inanca ve yaşanan döneme göre şekillenişiyle de ilişkili olduğunu duyurmak istiyorum okumayanlara. Cihan’la ilk aşkını, yani Ayşe’nin annesi Deniz’i ayıran sanki 12 Eylül darbesiymiş gibi bir algı yaratılıyor. Okumamış olanlar yanılmasın. Şakayla karışık söylersem, Deniz o kadar karmaşık ve saptırıcı bir karakter ki, Deniz’in oyununa gelen kimi okuyucular Cihan’la aralarındaki aşkın olmazlığını bağlaya bağlaya 12 Eylül darbesine bağlıyor herhalde.

5.

“Şarkını Söylediğin Zaman”, ülkelerin dayattıkları siyasetlerle kendi insanlarına yapıp ettiklerinin de romanı. Ama roman bu meseleyi hapse tıkılma düzeyinde işlemiyor. 12 Eylül’ün Deniz’i hapse atışı, romanın 12 Eylül’ünün çok küçük bir parçası. Romanın 12 Eylül’ü, Cihan’la Deniz’i o Cihan’la o Deniz yapan 12 Eylül. Dolayısıyla, tıpkı gerçekte olduğu gibi, tarih olarak 12 Eylül’ün kendisini aşıyor. Öncesini ve sonrasını, kişilerin zihinlerinde, kalplerinde ve hatta hücrelerinde veriyor. Ülke siyasetinin kendi çocuklarına ayrılıklar, acılar ve ölümler biçen seçiminin kanlı köklerine ve kırık dal uçlarına uzanıyor.

6.

Burada, siyasetin edebiyata yedirilişinin zorluğunun hâlâ aşılamadığına, siyaseti işe karıştırınca edebiyat dışına düşenlerin çoğunlukta olduğuna inandığımı da belirtmek istiyorum. İnci Aral o başarılı azınlıkta. Sanırım, yukarıda değinmeye çalıştığım bütünlüklü kavrayışıyla ilişkili bu. Aynı kavrayış, 30 yıl öncesini bugüne taşırken bugünün dışına düşmemesini de sağlıyor. Tabii, yazarın zamana ilişkin teknik becerisinin de payı büyük bunda. 30 yıl öncesini bugüne taşımasının edebi gerekçesi ve inandırıcılığı çok sağlam.

7.

Ayşe, 12 Eylül’ün yarattığı apolitik kuşaktan. Kendisinin bir suçu yok bunda. Bütün yazarlar böyle söyler. Gençlerin suçlu olmadığını bilir. Ama edebiyat söz konusu olduğunda, o gençleri anlamak bu hoşgörüyle sınırlı kalamaz. İnci Aral’ın başardıklarından biri de 12 Eylül sonrasındaki kuşağın iç dünyalarını yansız bir biçimde, sevgiyle ve yol açma çabasıyla anlamış oluşudur. Ayşe’nin kendi evine sahip çıkma isteğinin ancak 30’larına denk gelmesi ona özel bir durum değil. Bu ülkenin umutsuz, horlanmış, insandan bile sayılmamış gençlerinin çoğu yersiz yurtsuz. Somut ya da soyut olarak. Ayşe gibi. Ya da yıkıma baştan hazırlar. Umudu bilmeden, yıkıma doğup yıkımı yaşıyorlar. İlişki diye, sevgi diye, romandaki çok ilginç erkek tiplerinden biri olan dipsoman Soner gibilerin yıkım okullarından geçiyorlar. Ama İnci Aral, bu büyük yıkımın açtırdığı çiçekleri de topluyor. Örneğin, romanda aşkını ilk söyleyen Cihan değil, Ayşe oluyor. Cihan’a e-posta yazıyor âşık olduğunu söylemek için. Bu cesaret, yıkımın cesareti, yıkımın çiçeğidir. Kendini her şartta sağlama almış olanlar değil; evini bile toplayıp kuramamış olanlar, Soner gibilerin ellerinde yetişenler, yıkımı yaşayanlar yazacak tabii ki o mektubu.

8.

Sadık okurları İnci Aral’ın aşka yaklaşımının “Taş ve Ten”den beri edebiyatımıza yeni bir toprak kazandırdığının ayırtındadır. O romanda, öznesi sırra kadem bastığı için tamamlanamamış aşkın yıllar sonra kendini başka bir kişide ve ilişkide tamamlatmak için diretişi söz konusuydu. Öyle ki, tamamlanamamış aşkın ortadan kaybolan öznesinin adı, “dolunay” anlamına gelen Bedir’di. Aşkın tamamlanma ya da dolunay sıkıntısıydı “Taş ve Ten”. “Şarkını Söylediğin Zaman” da, aşkın pek yoklanmamış kapılarını çalıyor. İçeri girip girmemek okurun birikimine ve cesaretine kalmış. Çünkü sonunda ne olacağı belli olmaz. Örneğin, romandaki en açık kapılardan biri olan “bir yerlerden tanıyor olma” duygusuna bir kez girdiğinizde, içinizde neler olup biteceği gerçekten hiç belli olmaz.

9.

Umut, İnci Aral’da en sert gerçeklerle birlikte doğar. O karanlığa rağmen doğar. Bu yüzden de kalıcıdır. “Şarkını Söylediğin Zaman”, karanlıktan doğan bu sert umuduyla, 12 Eylül’den alınmış edebi bir intikamdır aynı zamanda. Çünkü 12 Eylül gibi umudu kökünden budamak istemiş kanlı siyasete romanın yanıtı açıktır: İnsan her şeye rağmen o kadar güçlüdür ki, iktidarlar onu öldüremez. İktidarlar aşkı öldüremez. Öldürdüklerini sandıkları o aşk, tıpkı romandaki gibi, 30 yıl sonra da olsa yaşanır. İktidarlar sesimizi kısabilir ama içimizin şarkısını susturamaz. O şarkı eninde sonunda söylenir. İnsan var oldukça, umut ve adalet müzelere kalkmadıkça, aşk ve edebiyat ölmedikçe, hep söylenecektir.

10.

Sen şarkını söyle. “Şarkını söylediğin zaman” bak neler neler olacak…

Tolga Meriç

Subscribe
Notify of

1 Comment
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
pinar
13 years ago

Tolga’cim 10 baslikli oyle bi tiyo vermissin ki insan hala ‘neler olucak’ merakindan kendini alikoyamiyor. Eline saglik.