Egoist okur

Hürrem Sultan Hamamı’nda kimin ruhu dolaşıyor?

“Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım, Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım, Hayatım hasılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim, Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım, Neşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem’im, Turuncu u nar u narencim, benim şem’-i şebistanım” diye anlatmış Kanuni Sultan Süleyman Hürrem’ini. Bizse onu televizyon dizilerinden öğreneceğimizi sanıyoruz. Gitseniz onun yaşadığı mekanlara, ruhunun belki hâlâ oralarda dolaştığı umuduyla… Nafile!

Mesela 1556’da yapılmış olan Haseki Hürrem Sultan Hamamı’nın önündeki kafede döner satılıyor ve Rumca taverna şarkıları çalıyor. Soruyorsunuz garsona niye Hürrem Sultan’a ait hiçbir resim kullanmadıklarını… “Adı zaten Hürrem Sultan, ne gerek var ki!” diyor. Öyle ya, para kazanılıyorsa ne gerek var ki fazladan çabaya? Bizi epeydir ihmal eden arkadaşım Emine Çaykara’nın yeni İstanbul hikayesi, hatırlarmış gibi yaptığımızda bile unuttuklarımızdan söz ediyor. Çünkü “kazanç en önemlisiyse ve içinde kültür, bilgi yoksa her şeyi, tarihi de yer yutar, geriye işte öyle bir şey kalır… Hafızasız, özensiz, üstüne bir yenisini ekleyemeyen sahnelerle dolu…”

Gülenay Börekçi

Hürrem Sultan Hamamı’nda kimin ruhu dolaşıyor?

O gün o güzel havada yolu oraya düşmese belki bütün bunlar yaşanmayacaktı… Hem hayat kimine göre tesadüf, kimine göre de birbirine bağlı bir zincir değil miydi sonuçta? Sonbahara geçişe az kalmışken kentin kalbindeydi. İşi bitmişti, bir an durdu, düşündü ve Hürrem Sultan Hamamı, dedi içinden. Karşıya geçti ve hamama iki adım kalmışken hemen önündeki parkın içinde biri dikkatini çekti.

nasreddin

Oldukça şişman, başında beyaz perde kordonları bürülmüş ve birleştirilmiş hissi veren sarığı, rengarenk giysileri, elinde dev tespihiyle kalabalıklar arasındaydı. Ona doğru ilerledi ve yakınına gelince, siz kimsiniz, dedi. “Nasreddin Hoca’yım ben”, dedi adam. Sonra yüzüne bakarak sordu: “Neden bana bu soruyu sordunuz? Benzemiyor muyum?” Merak etmişti sadece, yutkunarak hocaya benzediğini ama yine de sormak istediğini söyledi. Adam, biraz da telaşlı ve çekinerek: “Rızkımı bundan çıkarıyorum, helal para kazanıyorum” dedi.

Denizli’nin Nasreddin Hocası derlermiş ona, Denizli’den buraya gelmiş. Pek çok iş yapmış. “Aslında yazarım ben de, kitaplarım var ama ondan önce simitçilik bile yaptım”, dedi. İlk kitabının adı ‘Kim ne yapsın senin anılarını simitçi’ imiş, bir yazara bu konuda kitap yazmak istediğini söyleyince ona böyle demiş ve o da bunu başlığına taşımış. Kitabı, simitçilik yaparken biriktirdiği anılarından oluşuyormuş. İkinci kitabı Engel Tanımayan Özel İnsanlar imiş, üçüncü kitabı Denizli’nin Nasreddin Hocası adını taşıyormuş. Şimdi yazmak istediği kitapsa, bu alanda birkaç yıldır etrafında gezinen ve artık çok iyi tanıdığını söylediği turistlerle ilgiliymiş; Arabı, İtalyanı, İngiliz’i, hepsini çok iyi tanıyormuş… Üzerinde göle maya çalarkenki resminin olduğu kartını verdi, adı Hamdi Cemil Yılmaz’mış.

Biraz ötesinde padişahımsı bir adam dolaşıyordu; mavi kavuğu ve hocayı andıran sakallarıyla ve de tabii saraya ait olmadığı hemen belli kıyafetleriyle…

IMG_6775

Sultanahmet’te yine aynı şey olmuş ve tarihi yarımadanın enerjisi onu kendine çekmişti. Hem bütün yüzyıllar bir araya toplanmışken kim sıradan hayata dönmekte acele eder ki… Yüzyıllar sekteye uğramıştı gördüklerinden sersemlemiş halde hamama doğru yöneldi. Artık sadece hamam olarak çalıştığı ve yıkanmak için gelmediğinden –bir yıl öncesine kadar hamamın içinde turistik eşyalar satılırdı!- görevliyi aradı. Öğrendi ki içerisi hamam sefası yapanlarla doluymuş. Ne zamanlar gelinebiliyor, dedi. Sabah sekizden akşam 11’e kadar açıkmış. Ücreti, “70 Euro” imiş. Nasıl yani, niye bu kadar pahalı, sadece turistlere mi yönelik, deyince “Ama biz burada çok şey yapıyoruz”, cevabını aldı. Şaşkın gözlerle ne gibi çok şey deyince hemen kese ve köpük masajından söz etti. Buradaki köpük masajı meğerse ve her neyse, 40 dakika sürüyormuş. Padişaha hazırlanan Hürrem gibi yapacaklar belli ki önce bir Kanuni bulmak zorunda.

IMG_6772

Hamamın etrafını dolaşarak güzel restorasyonla sakinleşmeye çalışırken önüne bir şey! çıktı; belli ki bir boşluk kalmış ve oraya, Ayasofya’yı gören o açıya plastik bir palmiye dikilmişti. Enerjiler iyice kayboldu, yakalamaya çalışırken bir göz kırpıp bir tokatla onu kendine getirdiler. Sersemledi.

Kahveye yerleşti ve bir Türk kahvesi içerek Hurrem’i düşünmeye başladı. Hurrem… Hurrem adı (biliyorsunuz Hürrem değil asıl adı) belki neşeli güleryüzlü olduğu için verilmişti ona. Kırım Hanı tarafından Osmanlı Sarayı’na hediye edilmiş, ancak haremden çıkıp, özgürlük belgesini aldıktan sonra Kanuni’yle evlenebilmişti. 54 yaşındayken, Kanuni’den önce hayata veda etmiş, birlikte oldukları 38 yılın 10 yılını da hasretle geçirmişti. Kanuni’ye yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: Yüce Allah seni olgunluğa eriştirip, kıyamete dek seni benden ayırmayıp bir daha mübarek yüzünüze yüz sürmeyi nasip etsin.

IMG_6781

İstanbul dışında da Mekke, Medine Edirne ve Kudüs’te pek çok hayır kurumu inşa ettirmişti, harem kendi hâkimiyetine girdikten sonra. Hurrem, tarihçilere, erkeklere göre hırslı, entrikacı, yaman kadın. Kanuni’ninse, fitnesinden söz etmesine karşın aşkını ilan ettiği, güzel şiirleriyle göklere çıkardığı sevgilisi: “Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım, Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım, Hayatım hasılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim, Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım, Neşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem’im, Turuncu u nar u narencim, benim şem’-i şebistanım”

02e8a83333aeb17f8b22fdd596eafea6.pr

Haseki Hürrem Sultan Hamamı 1556 yazıyordu hem hamamın hem de hemen önündeki kafenin girişinde. Haseki Hürrem Sultan Hamamı 1556. Kafenin önünde bir büfe kuruluydu; döner, sandviç vs satan. Şarkıyı duydu, Sagapo Alikia diyen sesi… Sonra başka modern şarkılar sırayı aldı. Bakındı, adı dışında Hürrem’i öne çıkaran, merak uyandıran hiçbir şey yoktu. Servis yapan garsona, niye Hürrem Sultan’a ait hiçbir resim kullanmadınız, dedi safça… “Adı zaten Hürrem Sultan, ne gerek var ki” dedi. Sonra aklına geldi, nasıl da unutuvermişti işte yine… Yine aynı görmek istemediği sahne karşısındaydı: Kazanç en önemlisiyse ve içinde kültür, bilgi yoksa her şeyi, tarihi de yer yutar, geriye işte öyle bir şey kalır… Hafızasız, özensiz, üstüne bir yenisini ekleyemeyen sahnelerle dolu…

Dönüş yolunda trene bindi. Surların içinden son çıkışta, Yedikule tarafındaki iki burcun ortadan basbayağı çatlamış olduğunu gördü. Gözlerine inanamadı. Tren iyice uzaklaşana kadar kafasını çevirip bakakaldı. Gidiyordu Altın Kapı’ya yakın burçlar. Hey kimse yok mu, görmüyor musunuz diye bağırmak, trenden inmek istedi ama içerisi şehrin içinden ona bakmadan geçen, kendi yaşamlarının içinde debelenen, baksa da görmeyen insanlarla doluydu. Yutkundu ve bütün gördüklerini unutmak istedi.

Emine Çaykara

Subscribe
Notify of

5 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
burcu yıldızer
13 years ago

Duyarlı biri, sizin gibi, bütün bu gördüklerini, duyduklarını unutmak istese de unutamayacak. Bir sohbet, tesadüf eseri birkez daha geçerken ya da belki bir kitabın sayfaları arasında bu döneme rastladığınızda aklınıza gelecek. Çok acı. Çok sorumsuzca ama işte işin içinde bir rant olunca ne yazık ki bazı değerler göz ardı edilebiliyor. Belki de birçok şey. İyi niyetli olalım, her şey düzelir demek geliyor insanın içinden.

Emine
13 years ago

Sevgili Burcu, yazılar çağrıştırmıyorsa bile – bunu bilemem- fazlasıyla iyi niyetliyimdir, her şeyin düzeleceğine belki de safça inanıyorum ya da inanmak istiyorum. Ama mesela bazen, ki bu ara sık oluyor, bütün paçozlukları -kötü işler, elektrik kabloları, pislik, saçmalık, çirkinleştiren her şey- en ince ayrıntısına kadar görür oluyorum, haliyle bu da sevdiğim aşık olduğum kentime acımama yol açıyor, ki acıma iyi bir duygu değildir. Evet belki de haklısın, unutmak istesem de unutamayacağım muhtemelen. Belki de yazmaya iten böyle bir iç çığlık, kimbilir…

Emine
13 years ago

Bazen ne istiyorum biliyor musun, surlarını, Boğaziçi’ni, sahip olduğu bütün güzelliklerini toplayıp onu kaçırmak :), koruyup kollamak… Bazen de yaralarına elimi sürüp, geçecek, sabret, demek…

11 years ago

günümüzde ticari amaçlar uğruna neler heba oluyor. güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık.