KARAR ANI: Çanlar kimin için çalıyor?
Bertolt Brecht son oyunu Galileo Galilei için Danimarka’da atom fizikçisi Niels Bohr’dan bilgi alır. Militan yazar Jorge Semprún, henüz 15 yaşındadır. İnsan ruhunun karanlık köşelerini keşfetmeye kararlı olan Yahudi kökenli Avusturyalı psikanalist Sigmund Freud, ülkesini işgal eden Nazilerden gelen ölüm tehditleri yüzünden, 82 yaşında ülkesini terk ederek Londra’ya yerleşir. Nobel ödüllü büyük romancı Thomas Mann faşist Hitler rejimiyle mücadeleyi Amerika’dan sürdürmeye karar verip karısıyla zorlu bir kaçış planı yapar. Jean Paul Sartre ve sevgilisi Simone de Beauvoir politikasız bir hayatın mümkün olduğunu söyleyerek kendi korunaklı cennetlerini yaratabildiklerini iddia ederler. Bir Alman askeri, belki geleceği “içeriden” gördüğünden, kız arkadaşıyla birlikte intihar eder. 1 Eylül 1939’da, tüm dünyanın gözleri önende, bir Alman top mermisi, besteci Vladislav Szpilman’ın piyanosundan yükselen Chopin melodilerini susturur.
Werner Biermann’ın yazdığı 1939 Yazı adlı kitabı okurken, sık sık zaman tünelinden geri dönecek, bugüne, bize bakmaktan kendinizi alamayacaksınız. Sonunda, “o zaman ve orada” olanların hepsinin, açıklanması güç bir simetriyle “şimdi ve burada” yaşanabildiğini idrak ettiğiniz bir an gelecek. Bu ana karar anı deniyor… Sırf 1939 Almanya’sı için değil bu söylediğim, dünyanın başka yerleri ve zamanları için de geçerli… Çan seslerine kulak vermeyi mi seçeceksiniz, onları duymazdan gelmeyi mi? Aldırış etmeyi mi, görmezden gelmeyi mi? Bir ada olmayı mı, yeryüzünün parçası olduğunuzu idrak etmeyi mi? 1939 Yazı’nda yaşamayı mı, zamanı değiştirmeyi mi? Bence “orada olan bizi ilgilendirmez” yahut “bana dokunmayan dilediğini yapabilir” diyen herkes okusun.
Beauvoir ve Sartre
Siz hangisini seçerdiniz?
“Hiç kimse bir ada değildir, tek başına.
Herkes bir parçasıdır anakaranın, yani bütünün, asıl olanın.”
Eski Stern muhabiri ve yönetmen Werner Biermann’ın yazdığı 1939 Yazı adlı kitap, 17. yüzyılda yaşayan ve sonradan Metafizik Şiir adı verilecek şiir biçiminin en önemli temsilcisi olan İngiliz şair John Donne’ın dizeleriyle başlıyor.
Biermann devamını yazmamış ama ben, Donne’ın rahiplik yaptığı yıllarda verdiği bir vaazdan alınan bu sözlerin tamamını, hem çok sevdiğim için, hem de konuya son derece uygun olduğundan buraya almak isterim: “Hiç kimse bir ada değildir, tek başına. Herkes bir parçasıdır anakaranın, yani bütünün, asıl olanın. Bir toprak parçasını alıp götürürse deniz, küçülür Avrupa, sanki orada bir yarımada varmış da koparılıp atılmış gibi… Dostlarının evi, senin evin, kopup giden o toprak parçasında ne bulunduğu fark etmez… Her insanın ölümü eksiltir beni biraz, ben de insanlığın, bütünün bir parçası olduğum için… Öyleyse niçin soruyorsun çanlar kimin için çalıyor diye, onlar senin için çalıyor!”
Adı üstünde, metafizik şiir, yüzeyin altıyla, görünenin ötesiyle, daha doğrusu insan ruhunun kendinden bile gizledikleriyle ilgileniyordu. Gazetecilik maharetini konuşturarak 1939’da çıkan yüzlerce gazete haberini, resmi belgeleri, mektupları ve günlükleri tarayan Werner Biermann şiir yazmamış. Yine de kitabında yaptığı iş biraz buna benziyor. Tüm Avrupa’yı hatta dünyayı ilgilendiren tek bir yaz mevsimini anlatırken, II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan olayları da sarsıcı bir şekilde sıralamış, dünyanın ortak kaderine şahsi bir biçim kazandırmış. Hiçbiri bilmediğimiz şeyler değilse de, kronolojik sırayla okunduklarında daha da dehşet verici geliyorlar.
Perde 1939 ortalarında açılıyor. Yaz mevsimi bitti bitecek. Güneş keskin ışığıyla parlıyor, güney sahillerinden ılık rüzgarlar esiyor, hindistancevizi yağı ve iştah açıcı jambonlu sandviçlerin kokusu havada birbirine karışıyor. Almanya’dan gelen aleni siyasi mesajlar pop şarkılarının uyuşturan gürültüsünde kaybolup gidiyor. Birileri aşık olurken, birileri terk ediliyor… Birileri ölüm tehditleri alır ve geleceğe dair endişelerini dile getirirken, birileri umursamazca kulaklarını tıkıyor. Herkes kendi hayatının baş oyuncusu, herkes kendi gözünde dünyanın merkezi… Şahısların trajedileri onlardan başkasını ilgilendirmiyor, adım adım yaklaşan büyük felaketten bihaber çoğunluk, kapalı kapılar ardından olup bitenleri umursamıyor.
Dans ederek eşlik ettikleri pop şarkılarının sesini biraz kısıp portatif radyolarından olup bitenleri, mesela Nazilerin sözcüsü Goebbels’in tehditkar konuşmalarını dinleseler, bazı şeyler değişir miydi, bilemeyiz. Ama hiç değilse 1939 yazının uzun bir süre için görecekleri son güzel mevsim olduğunu belki fark ederlerdi.
Sonrası malumunuz. Öncesini ise Werner Biermann’ın kitabından hatırlamak iyi oluyor. Hem o günü, hem şimdiyi anlamak adına…
Bertolt Brecht son oyunu Galileo Galilei için Danimarka’da atom fizikçisi Niels Bohr’dan bilgi alır. Militan yazar Jorge Semprún, henüz 15 yaşındadır. İnsan ruhunun karanlık köşelerini keşfetmeye kararlı olan Yahudi kökenli Avusturyalı psikanalist Sigmund Freud, ülkesini işgal eden Nazilerden gelen ölüm tehditleri yüzünden, 82 yaşında ülkesini terk ederek Londra’ya yerleşir. Şarkıcı Lale Anderson, sonradan II. Dünya Savaşı’nın en popüler şarkısı haline gelecek Lili Marleen’i plağa okumak için stüdyoya girer. Nobel ödüllü büyük romancı Thomas Mann faşist Hitler rejimiyle mücadeleyi Amerika’dan sürdürmeye karar verip karısıyla zorlu bir kaçış planı yapar. Jean Paul Sartre ve sevgilisi Simone de Beauvoir politikasız bir hayatın mümkün olduğunu söyleyerek kendi korunaklı cennetlerini yaratabildiklerini iddia ederler. Bir Alman askeri, belki geleceği “içeriden” gördüğünden, kız arkadaşıyla birlikte intihar eder. 1 Eylül 1939’da, tüm dünyanın gözleri önende, bir Alman top mermisi, besteci Vladislav Szpilman’ın piyanosundan yükselen Chopin melodilerini susturur.
1939 Yazı’nda Biermann sizi farklı bir yolculuğa çıkarıyor. Gördükleriniz kimi zaman içinizi acıtacak, kimi zaman öfkelendirecek. Keşke acı çekenleri teskin edebilsem, yaralarını sarabilsem diyecek, savaşa suskun kalanlara kızacak, tüm cesaretleriyle direnenleri daha çok seveceksiniz. Ve sizi temin ediyorum, büyük savaştan önce silahlarla eğlenirken bile görebileceğiniz Sartre ve de Beauvoir’nın politikasız bir hayattan gerçeğe dönüşlerini izlerken, siz de sık sık bugüne, bize bakmaktan kendinizi alamayacaksınız. Sonunda, o zaman, orada olanların hepsinin, açıklanması güç bir simetriyle şimdi ve burada olabildiğini idrak ettiğiniz bir an gelecek. Bu ana karar anı deniyor… Çan seslerine kulak vermeyi mi seçeceksiniz, onları duymazdan gelmeyi mi? Aldırış etmeyi mi, görmezden gelmeyi mi? Bir ada olmayı mı, yeryüzünün parçası olduğunuzu idrak etmeyi mi? 1939 Yazı’nda yaşamayı mı, zamanı değiştirmeyi mi?
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest