Kayıp “espri” defterlerim ve Mensa fahişeleri
Mensa fahişelerini duydunuz mu? Rivayet bu ya; kendileri karşılaştırmalı edebiyat doktorası yapmış bir hanımın genelevinde çalışan güzel ve pek entelektüel birkaç kızmış. Müşterilerin entelektüel şehvetlerini doyuruyorlarmış. Mesela adamlar orada, “kafası çalışan” bir fahişeyle Dostoyevski yahut Proust tartışabiliyorlarmış. Fazladan 200 dolara kıyarlarsa, Chomsky’nin dil kuramını çürütecek kızlarla bile sevişebiliyorlarmış.
Kime göre? Öykülerini filmlerinden bile daha çok sevdiğim Woody Allen‘a göre… “Cenneti dev bir kütüphane olarak” hayal eden Borges’ten de ileri gitmiş Woody Allen ve cenneti “içinde kitaplar olan dev bir genelev” olarak hayal etmiş. Bugünlerde malum sebeplerden ötürü Woody’nin W’sini bile telafuz etmem tüyleri diken diken edebilir ama elimde değil, kendisi hâlâ sevdiğim sinemacılardan.
Ve ufff, siyaseten doğrucu bir tartışmaya girmeyeceksek şayet; size Allen’ın -bizde Siren Yayınları‘nın bastığı- öykü kitaplarını filmlerinden bile daha çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Neticede hem doyasıya gülersiniz hem de hayatta başınıza gelebilecek olası saçmalıkları sizin yerinize yaşayıp sizin yerinize acı çeken ‘küçük’ kahramanlar yaratan bu açıksözlü ve cesur sinemacının, büyük bir yazar da olduğunu hatırlarsınız.
Tadao Cern’in Mona Lisa’ya hayat verdiği çalışması
Kayıp “espri” defterlerim ve Mensa fahişeleri
Üniversitedeyken, canım arkadaşım Rose’la ‘espri defteri’ diye bir şey icat etmiştik.
İnternet falan da yoktu henüz. Defterler alıp içlerine komik bulduğumuz şeyleri yazıyorduk. Aniden olayların matrak yanlarını görmeye başladığımız için herhalde, hayat bizim için daha katlanılır; hafif ve eğlenceli bir hale gelmişti.
Akşit Göktürk’ün eleştiri sınavından 100 alışım pek kıymetli espri defterim sayesinde olmuştu mesela. Woody Allen’ın “Hızlı okuma kurslarına gidip “Savaş ve Barış”ı okudum, olay Rusya’da geçiyor” sözünü insan ilişkilerine uyarlayarak paçayı kurtarmıştım. Yaşadığımız her ilişkinin esasen bir yorumlama, tercüme, editörlük ve eleştiri sürecinden ibaret olduğu, dahası süratin muhtevayı zayıflattığı yolundaki teorimi o gün oluşturmuştum. Sonradan teorime riayet edemedim, o ayrı.
Kedisine ‘Woody’ adını verecek kadar azılı bir fanatik olan Rose, “Seks Hakkında Bilmek İstediğiniz ama Sormaya Cesaret Edemediğiniz Her Şey” filminde âşık olduğu koyunun yanında uzanırken -koyunla birlikte- orgazm sigarası tüttüren adama çok gülmüştü. (Neyse ki Woody Allen’ın “politically correct” bir mizah anlayışı yoktu!) Bense Woody Allen’ın hikayelerine bayılmıştım. (Ne de olsa, henüz Allen’ın bir cinsel sapkın olduğu iddiaları ortada yoktu, işlediği tek suç güldürmekti.)
Favorim “Mensa Fahişesi”ydi.
Olaylar karşılaştırmalı edebiyat doktorası yapmış bir hanımın genelevinde geçiyordu. Kızlar, müşterilerin entelektüel şehvetlerini doyuruyordu. Mesela adamlar, “kafası çalışan” bir fahişeyle Dostoyevski yahut Proust tartışabiliyorlardı. 200 dolara kıyarlarsa, Chomsky’nin dil kuramını çürütecek kızlarla bile sevişebiliyorlardı.Borges, ‘Cenneti dev bir kütüphane olarak hayal ettim hep’ demiş ya; anlayacağınız Allen daha cüretkârdı. Ona göre cennet, içinde kitaplar olan dev bir genelevdi. Türkiye’de yaşasa, vay haline!
”Kugelmas Hadisesi” vardı bir de. “Romans istiyorum” diye inleyen New Yorklu Yahudi, taşranın bayağı tekdüzeliğinden kurtulma özlemiyle yanıp tutuşan Madam Bovary’nin kollarında buluyordu kendini. Çok komikti. Adamcağız, “Ya beni kitaba geri gönder, ya da hemen evlenelim” diye tutturan Emma ile “Dünyayı başına yıkarım, seni gene terketmem” diye çemkiren karısı arasında kalıyordu. Eleştirmenlerse ara sıra Madam Bovary’i öpücüklere boğan kel kafalıyı daha önce nasıl fark etmediklerine hayıflanıyorlardı. Bir klasiği “klasik” yapan şeyin, bininci okuyuşta bile yeni şeyler sunabilmesi olduğunu hatırlamalıydılar oysa.
Woody Allen’ın hikayelerini sevmek için su katılmamış bir edebiyat manyağı olmak gerektiğini söylemiş miydim size? Sokrates’ten Kierkegaard’a, Novalis’ten Nietzsche’ye, Hannah Arendt’ten Philip Roth’a düşünce ve edebiyat aleminin mühim şahsiyetleri teker teker sahne alır, birer hikaye kahramanı olarak olarak en karmaşık önermelerini, olağanüstü bir hafiflikle dile getirirlerdi.
İşte Rose’la gözlerimizden yaşlar gelene kadar gülerek bunları okur, Mensa fahişeleri gibi cümlelerimize alıntılar karıştırıp dururduk. Kendisi yıllardır arayıp bulamasa bile, saklıyor galiba defterlerini. Bense dağınık biri olduğumdan ve giden şeyleri kalanlardan daha çok sevmek gibi bir karakter zayıflığı taşıdığımdan, hepsini kaybettim!
Lakin güzel haberler de gelmiyor değil: Kayıp espri defterlerimi bulamadığımı öğrenen Siren Yayınları, Woody Allen’ın hikayelerini yeniden basmayı akıl etmiş mesela. Rastladığınız ilk kitapçıya girip alabilir ve okumaya başlayabilirsiniz. Hem doyasıya gülmek için, hem de hayatta başınıza gelebilecek olası saçmalıkları sizin yerinize yaşayıp sizin yerinize acı çeken ‘küçük’ kahramanlar yaratan bu açıksözlü ve cesur sinemacının, büyük bir yazar da olduğunu hatırlamak için.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest