Murakami’den bir aşk öyküsü: Yüzde 100 Kusursuz Kız
Sokakta hayatının aşkına rastlayan bir adamın zihninden geçenler ve sonrası… Aşk üzerine, cesaret üzerine, hayat üzerine bir öykü. Okumalısınız, çünkü çok güzel. Ayrıca ünlü romanı 1Q84’ün bu öyküden çıktığını yazarın kendi söylüyor.
Güzel Bir Nisan Sabahı Yüzde 100 Kusursuz Kıza Rastlamak üzerine
Güzel bir nisan sabahı, Tokyo’nun işlek Harujuku mahallesindeki dar bir sokakta, yüzde 100 kusursuz kızın yanından geçtim.
Gerçeği söylemek gerekirse, o kadar da güzel sayılmazdı. Hiçbir bakımdan göze çarpacak gibi değildi. Giysilerinde pek bir numara yoktu. Saçlarının arkası uykudan yeni kalkmışçasına darmadağın olmuştu. Genç de değildi, otuzlarında falandı. Gene de 50 metre öteden bile anladım: O benim için yüzde 100 kusursuz olan kızdı. Onu gördüğüm an, göğsümde bir hareketlenme oldu, ağzım sanki çöldeymişim gibi kurudu.
Belki sizin de bir özel kız tarifiniz vardır; ince bilekli, ne bileyim iri gözlü, zarif parmakları olan yahut yemeklerini acele etmeden yiyen kızlara sebepsiz bir ilgi duyuyorsunuzdur. Eh, benim de kendi tercihlerim var elbette. Bazen bir restoranda yan masadaki kıza bakarken yakalıyorum kendimi, çünkü burnunun şeklinden hoşlanmış oluyorum.
Ama kimse yüzde 100 kusursuz kızın önceden bilinebilecek bir tipi olduğunu iddia edemez. Burunları önemsesem bile onunkini hatırlamayabilirim -bir burnu olduğunu bile hatırlamayabilirim. Kesinlikle emin olarak hatırladığım tek şey, bu kızın çok da güzel sayılamayacağıydı. Ne acayip!
“Dün sokakta yüzde 100 kusursuz kıza rastladım” dedim birine.
“Öyle mi?” dedi, “Güzel miydi peki?”
“Pek değil” diye cevap verdim.
“O halde senin tipindi ha?”
“Bilmiyorum. Hiçbir şeyini hatırlayamıyorum; gözlerinin şeklini, memelerinin büyüklüğünü…”
“Tuhaf!”
“Evet, tuhaf gerçekten…”
“O halde” diye mırıldandı, biraz sıkılmış görünerek “Ne yaptın, onunla konuştun mu, peşinden gittin mi?”
“Yooo. Sadece birbirimizin yanından geçtik.”
Kız batıya doğru gidiyordu, ben doğuya… Sahiden güzel bir nisan sabahıydı.
Keşke onunla konuşabilseydim. Yarım saat yeterdi. Hakkında bir şeyler sorar, ona kendimi anlatırdım. Hayattan ne beklediğimi. 1981 yılının bu güzel nisan sabahında Harajuku mahallesindeki küçük bir sokakta birbirimizin yanından geçmemizi sağlayan kaderin karmaşık işleyişini açıklardım. Dünyayı usul usul huzur kaplarken antika bir saatin işleyişi gibi ılık sırlarla dolu bir şey olurdu bu.
Biraz konuştuktan sonra bir yerde öğle yemeği yer, belki bir Woody Allen filmine gider, ardından iki tek atmak için bir otelin barına atardık kendimizi. Ve şans yardım ederse geceyi yatakta bitirirdik.
İhtimaller silsilesi kalbimin daha hızlı atmasına yol açıyor.
İşte aramızdaki mesafe 15 metreye indi.
Ona yaklaşabilir miyim acaba? Ne söylemeliyim?
“Günaydın bayan, konuşmak için bana yarım saatinizi ayırır mısınız?”
Çok saçma. Tıpkı bir sigorta satıcısına benzerim.
“Bağışlayın, civarda bütün gece açık bir kuru temizlemeci biliyor musunuz?”
Hayır, bu daha da saçma olur. Hem elimde çamaşır torbası falan da yok. Kim böyle bir yalanı yutar?
Belki de basit hakikat en doğrusu olurdu. “Günaydın, siz benim için yüzde 100 kusursuz kızsınız…”
İnanmazdı ki buna. İnansa bile benimle konuşmak istemeyebilirdi. Kusura bakmayın derdi, ben sizin için yüzde 100 kusursuz kız olabilirim ama siz benim için yüzde 100 kusursuz erkek sayılmazsınız. Böyle olabilirdi. Ve kendimi o durumda bulursam, muhtemelen darmadağın olurdum. Şoku atlatamazdım. 32 yaşındayım, yaşlanmak böyle bir şey işte.
Bir çiçekçinin önünden geçiyoruz. Ilık bir esinti okşuyor yüzümü. Asfalt nemli, güllerin kokusunu alabiliyorum. Onunla bir türlü konuşamıyorum. Beyaz bir süveter giymiş, sağ elinde üzerinde sadece pulu eksik bir zarf tutuyor. Yani: Birine mektup yazmış, belki bütün gece oturup yazmış bu mektubu, gözlerindeki uykulu ifadeden belli. Bütün sırları o zarfın içinde olabilir.
Birkaç adım daha yürüdükten sonra geri dönüyorum. Kalabalıkta kaybolmuş.
Şimdi artık elbette ona ne söylemem gerektiğini biliyorum. Uzun bir konuşma olacak gerçi, kendimi ifade etmekte zorlanacağım kadar uzun… Aklıma gelen fikirlerin hiçbiri pek pratik sayılmaz.
Ah, tamam! Hikayem, “Evvel zaman içinde” diye başlayıp “Ne hazin, değil mi?” diye bitebilir.
Evvel zaman içinde, bir kız ve bir çocuk yaşarmış. Biri 18’inde, öteki 16 yaşındaymış. Çocuk pek yakışıklı değilmiş, kız da özel olarak güzel sayılmazmış. Sıradan bir yalnız çocuk ve sıradan bir yalnız kızmış onlar, tıpkı herkes gibi… Ama bütün kalpleriyle dünyanın bir yerinde kendileri için yüzde 100 kusursuz oğlanla yüzde 100 kusursuz kızın yaşadığına inanıyorlarmış. Evet, bir mucizeye inanıyorlarmış. Ve o mucize gerçekleşmiş.
Bir sokağın iki ucundan birbirlerine doğru yürümeye başlamışlar.
“Eşsiz bir şey bu” demiş çocuk. “Hayatım boyunca hep seni aradım. İnanmayabilirsin ama sen benim için yüzde 100 kusursuz kızsın.”
“Sen de benim için yüzde yüz kusursuz erkeksin” demiş kız, “Her ayrıntısıyla düşlediğim gibi. Bu bir rüya sanki.”
Parkta bir banka oturmuşlar, saatlerce elele tutup birbirlerine hikayeler anlatarak… Artık yalnız değillermiş. Yüzde 100 kusursuz olan diğer yarılarını bulmuşlar, düşünsenize. Bu bir mucizeymiş, kozmik bir mucize.
Ama orada öylece oturup konuşurlarken, kalplerinin bir köşesinde minicik, miniminnacık bir şüphe belirmiş. İnsanın düşleri bu kadar kolay gerçekleşir miymiş ki?
Ve böylece konuşmaları bir an için kesilmiş. Çocuk kıza demiş ki, “Hadi bir kereliğine kendimizi test edelim. Hakikaten birbirimiz için yüzde 100 kusursuz âşıklarsak, o zaman başka bir zaman, başka bir yerde mutlaka yeniden karşılaşırız. Ve bu gerçekleştiğinde, yani birbirimiz için yüzde 100 kusursuz âşıklar olduğumuzdan artık emin hale geldiğimizde, gönül rahatlığıyla evlenebiliriz… Ne dersin”
“Evet” diye cevap vermiş kız, “Yapmamız gereken şey tam olarak bu.”
Böylece ayrılmışlar; kız doğuya, çocuk batıya gitmiş…
Halbuki üzerinde fikir birliğine vardıkları test tamamen gereksizmiş. Bunu yapmamalılarmış, çünkü onlar aslında sahiden de birbirleri için yüzde 100 kusursuz sevgiliymiş ve karşılaşmaları bile bir mucize sayılırmış. Ama o kadar gençlermiş ki bunu bilememişler. Kaderin soğuk, umursamaz dalgaları onları merhametsizce ayırmış.
Çok sonraları bir kış vakti, kız da çocuk da mevsimin en kötü gribine yakalanıp yaşamla ölüm arasında savrulurken eskiden başlarına gelen her şeyi unutmuşlar. Uyandıklarında zihinleri tıpkı genç D.H. Lawrence’ın domuz şeklindeki kumbarası gibi bomboşmuş.
Gene de çok zeki, çok kararlı iki gençmiş onlar ve vakit yitirmeden tam deneyimli bireyler olarak topluma dönmelerini sağlayan bilgi ve deneyimi edinmişler. Şükürler olsun, bir metro hattıından ötekine nasıl aktarma yapacaklarını, postaneye gidip bir mektubu nasıl göndereceklerini bilen insanlar olmuşlar. Hatta yeniden âşık bile olabilmişler, bazen yüzde 75 hatta yüzde 85 şiddetinde…
Zaman şaşırtıcı bir hızla geçmiş ve çocuk 32, kız 30 olmuş.
Güzel bir nisan sabahı, kız Tokyo’nun Harajuku mahallesindeki dar bir sokakta elinde bir mektupla doğudan batıya doğru yürürken, ayılmak için bir fincan kahve içmek isteyen çocuk batıdan doğuya yürümeye başlamış. Sokağın tam ortasında karşılaşmışlar. Kaybolmuş anıları kısacık bir an boyunca kalplerini minicik bir ışıkla aydınlatmış. İkisi de göğüslerinde bir çırpınma hissetmiş. Biliyorlarmış:
Bu kız benim için yüzde 100 kusursuz kız…
Bu çocuk benim için yüzde 100 kusursuz erkek…
Ama anılarının parıltısı çok zayıfmış ve zihinlerinin içi 14 yıl öncesindeki kadar berrak değilmiş. Tek kelime etmeden birbirlerinin yanından geçmişler, kalabalığın içinde kaybolarak… Sonsuza dek.
Hazin bir hikaye, değil mi?
Evet işte, o kıza dair anlatabileceklerim bunlardan ibaret…
Ben en çok Saramago’nun öykülerini severim ve bu öykü de en az onlar kadar güzel, ne iyi etmişsin de Türkçeleştirmişsin,
Gülenay Hanım ellerinize sağlık. En sevdiğim yazardan muhteşem bir öykü. Kesinlikle çok leziz.
En sevdiğim yazarlardan. İyi ki çevirmişsiniz ?
Teşekkürler :)
Bu hikayeyi murakamideğil de bir bakkalın çırağı yazmış olsaydı bu ne safsata der geçilirdi. Yani neymiş? Para eden şey içerik değil markaymış
[…] yüzde 100 kusursuz kız hikayesindeki gibi,( hikayenin tümünü merak edenler için murakami yüzde 100 kusursuz kız ) belki ben de yüzde yüz kusursuz erkeğin yanından geçerdim, kim bilebilir. ama biz […]
Bu hikayeyi okumamıza vesile olduğunuz için teşekkür ederim. Umarım bir gün “Burning” hikayesini de çevirirsiniz…