Nabokov’u Orhan Pamuk’tan dinleyin
New Yorker dergisinin her ay güncellenen edebiyat podcast’larında, ünlü yazarlar en sevdikleri yazarın bir yapıtını okuyup yorumluyor. Aralarında Vladimir Nabokov’un bir anlatısını seslendiren Orhan Pamuk da var.
Aslında James Joyce’dan William Faulkner’a ölmüş bazı yazarlarının arşivlerden bulunmuş seslerini de internetteki çeşitli podcast sitelerinde bulabiliyorsunuz. Üşenmeyip arayın, zira karşınızda oturup sizinle yüz yüze sohbet ediyor hissi yaratmasa da, sevdiğiniz bir yazarı o cızırtılı kayıtlarda sevdiğiniz bir yapıtını okurken dinlediğinizde; daha önce fark etmediğiniz şeyleri fark ediyorsunuz. Hangi kelimelere vurgu yapmış, hangi kelimelere yüklenmiş, hangi kelimeleri sessiz bırakmış… Sesi neye benziyormuş?
Bunları fark edince; en sevdiğiniz yazarı belki biraz daha fazla seviyorsunuz, dahası onu anlamak yolunda yeni bir adım atıyorsunuz. “Keşke ihmal edilen TRT kayıtları ve diğer kaynaklar da elden geçirilse, hiç değilse Tanpınar veya Nazım Hikmet gibi geçen yüzyılda yaşamış büyük edebiyatçılarımızın sesleri bize daha çok ulaşsa” diye düşünmeden de duramıyorsunuz.
Nabokov’u Orhan Pamuk’tan dinleyin
İlk kopya koyun Dolly’den sonra bir tartışma başlamıştı. Bilimsel buluşları geyiğe çevirmeye meraklıyız ya, sohbetlerde konu dönüp dolaşıp “Hangi ölmüş ünlünün kopyalanmasını isterdin?” sorusuna geliyordu. Biz arkadaşlarla “Mozart ya da Chopin kopyalanabilse keşke” diye vermiştik nihai kararımızı. İçimizden biri, “Bu büyük bestecileri piyanonun başında, kendi eserlerini çalarken dinlemek müthiş olurdu” demişti. “Hiçbir zaman bunun nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğiz.”
Kimse henüz Mozart’ı geri getiremedi, ama internette edebiyat severler için müthiş hazineler yer alıyor. Bu hazineler, bizim müzisyenler için kurduğumuz hayali, edebiyatçılar için gerçekleştiriyor. Yani normalde büyük yazarların başka büyük yazarlara ait yapıtları seslendirdiği bu podcast’larda zaman zaman arşivlerde bulunup temizlenen tozlu ses kayıtlarına da rastlanıyor. Böylece bazı önemli yazarlar karşımıza ölümlerinden sonra yeniden, bu kez kendi sesleriyle çıkıyor. Oldukları gibi. Aracısız, efektsiz, kopyasız… Mesela James Joyce Finnegans Wake’ten, T.S. Eliot Çorak Ülke’den, William Faulkner Döşeğimde Ölürken’den, Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya’dan, Truman Capote Tiffany’de Kahvaltı’dan bölümler okuyor.
Karşınızda oturup sizinle yüz yüze sohbet ediyor hissi yaratmasa da, sevdiğiniz bir yazarı o cızırtılı kayıtlarda sevdiğiniz bir yapıtını okurken dinlediğinizde; daha önce fark etmediğiniz şeyleri fark ediyorsunuz. Hangi kelimelere vurgu yapmış, hangi kelimelere yüklenmiş, hangi kelimeleri sessiz bırakmış ya da hangilerini salt müziği için koymuş… Sesi neye benziyormuş? Aslında nasıl biriymiş; kibirli mi, alçak gönüllü mü, hırçın mı, utangaç mı, yoksa yabaninin teki mi? Bunları fark edince; en sevdiğiniz yazarı belki biraz daha fazla seviyorsunuz, dahası onu anlamak yolunda yeni bir adım atıyorsunuz. “Keşke ihmal edilen TRT kayıtları ve diğer kaynaklar da elden geçirilse, hiç değilse Tanpınar veya Nazım Hikmet gibi geçen yüzyılda yaşamış büyük edebiyatçılarımızın sesleri bize ulaşsa” diye düşünmeden de yapamıyorsunuz.
Orhan Pamuk’un kahramanı Nabokov
New Yorker dergisinin internet istesinde bulunan edebiyat podcast’larının birinde Orhan Pamuk, Rus asıllı yazar Vladimir Nabokov’un Speak, Memory (bizde İletişim Yayınları’ndan çıkan Konuş, Hafıza) adlı otobiyografisinin bir bölümünü okuyor. Dinleyince, Pamuk’un “kahramanım” dediği Nabokov’la ilişkisini daha iyi anlıyorsunuz. Podcast için seçilen “Rus Eğitimi” başlıklı anlatıda Nabokov, çocukluğuna dönerek onu hikaye tadında yeniden kurguluyor; kendi hayatına ve yazarlığına, bir cinayete kurban giden babasıyla ilişkisi aracılığıyla bakıyor. Tıpkı Pamuk’un ünlü Nobel konuşması “Babamın Bavulu”nda yaptığı gibi… Hikayeyi okumadan önce ve sonra New Yorker’ın sorularını yanıtlayan yazarımız, Nabokov’un edebiyatçı olarak önemini ve onu nasıl derinden etkilediğini de anlatıyor.
Aktörler ve müzisyenler de kitap seslendiriyor
Podcast’larında başka şahane parçalar da bulunabiliyor. Mesela bir tanesinde Johnny Depp, “gonzo journalizm” ya da “yaşa-yaz gazeteciliği”nin babası Hunter S. Thompson’ın mektuplarını, rahmetli Orson Welles ise Amerikan edebiyatının tartışmasız başyapıtı Moby Dick’i okuyor. İlki alabildiğine alçak bir sesle; ikincisiyse gürleyen bir tonda… Tom Waits’in seçimi ise “pis moruk” lakaplı Charles Bukowski.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest