Sait Faik’ten denize, adaya ve İstanbul’a çağıran öyküler
Hatırlayacaksınız, birkaç yıl önce Sabahattin Ali ile Mehmet Şevket Esendal’ın eserleri teliften düşmüştü ve onlarca yayınevi bu iki yazarın eserlerini yayımlamaya başlamıştı. (Bir eserin teliften düşmesi için yazarının ölümü üzerinden 70 yıl geçmesi gerekiyor.) Şimdi aynı şeye Sait Faik Abasıyanık’ın eserlerinde tanık oluyoruz. Birçok yayınevi onun öykülerini, romanlarını, şiirlerini basıyor. İyi tarafından bakarsak, 2025’te Sait Faik okumayan kimse -umarım- kalmayacak.
Sait Faik Abasıyanık kitapları
Leyla Erbil ve Sait Faik’le bir gün
Sait Faik’ten denize, adaya ve İstanbul’a çağıran öyküler
Çağdaş edebiyatımızda iki keskin kanal olmuştur hep. Birini, toplumcu gerçekçi eserleriyle Sabahattin Ali ve Orhan Kemal gibi yazarlar, diğerini ise daha modernist çizgideki öyküleriyle Sait Faik Abasıyanık temsil etmiştir. Sait Faik’in anlatımı başka yazarlara benzemez, toplumcu gerçekçi yazarlara göre daha kapalı, daha parçalı bir anlatımla yazmıştır, dolayısıyla onun öykülerini okumak bizi alışkın olmadığımız başka türlü bir gerçeklikle baş başa bırakır. Karakteriyle de bağlantılı bir şeydir bu belki. İnsanı, doğayı ve şehri ama mutlaka denizi anlattığı öykülerinde kullandığı dil ve yapı kendi yersiz yurtsuzluğuna, yerini bulamamışlık haline uygundur. Yazar Ayfer Tunç onun flâneur’lüğünden bahseder mesela.
Biliyorsunuz, flâneur’lük ilk kez Walter Benjamin’in ortaya attığı bir kavram, bir nevi “kent seyyahı”.
Gerçekten de Sait Faik’in bir flâneur yanı vardır. İstanbul ile adalar arasında mekik dokurken her şeyin içinden geçip gider ve öykülere bu geçiş halini döker. Tunç’un (linkini yukarıya koydum) enteresan bir benzetmesi daha vardır: Sait Faik’in Beyoğlu ve Karaköy’den başlayarak İstanbul ve adalar arasında kurduğu ilişki ona göre görünmez ipliklerle örülü bir örümcek ağını andırır.
Gelin çağdaş edebiyatımızın bu kendine has edebiyatçısının hayatına da kısaca bir göz atalım: 1906’da Adapazarı’nda doğdu Sait Faik. Çocukluk ve ilkgençlik yılları babasının işi ve savaş yıllarının yarattığı özel koşullar sebebiyle başka başka şehirlerde geçti. 1928’de Bursa Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydoldu ama tamamlayamadı. Bunun üzerine babası Mehmet Faik Bey tarafından ekonomi öğrenimi görmesi için İsviçre’nin Lozan şehrine gönderildi. Üniversite hayatına Grenoble’da devam etmek istediyse de çok geçmeden bu kararından da vazgeçti. 1934’te İstanbul’a döndükten sonra yazmaya başladı ve 1954’te ölene dek yazmayı sürdürdü.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest