Egoist okur

Turgut Uyar Sokağı neden yok?

Turgut Uyar Edirnekapı’daki günlerini anlatırken oturduğu sokaklardan biri olan Aktar Kerim Sokağı için şöyle demiş: “İnsanın inanacağı gelmiyor! Bu dünyada Kerim adlı bir aktar yaşasın ve iyiliğinden midir kötülüğünden midir, bir sokak onun olsun.”

Arzu Akgün bugün başka bir şeye şaşırıyor. “Evet” diyor. “Aktar Kerim Sokağı var, Rıfat Efendi Sokağı var. Cemal Süreya Sokağı da var. İyi ama neden hâlâ bir Turgut Uyar Sokağı yok?
”

arzu akgün egoistokur turgut uyar

Turgut Uyar Sokağı neden yok?

İyi yürekli, sakin, kendine ait dünyası olan bir adam. Gözünün içine bakıyorum. Anladığını gösteren ama seni çözdüm havasıyla beni psikyatrist koltuğunda da hissettirmeyen biri. Solcu ama fakir edebiyatı yapmıyor, edebiyat seviyor ama karşımda Hamlet mi var yoksa diye beni endişelendirmiyor. Kibar ama yapay değil. Rakı seviyor ama sigara içmiyor. Ve mutlaka Turgut Uyar okuyor. Gerçi kendimi yalnız hissettiğim, el ele yürüyen çiftlere bakıp içlendiğim zamanlarda Turgut Uyar okumasa da kim olduğunu bilsin, en azından ben okuduğumda yüzünü ekşitmesin yeter dediğim oluyor ama yok adam Turgut Uyar okusun istiyorum.

Tanımıyorum ama bir yerlerde yaşadığından eminim.

“Bayıldım dediğim gökyüzü”ne beraber bakacağız. Onun koluna girince “bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin” diyeceğim. Ne zaman hayata karşı güvenimi yitirsem ondan güç alıp “ben tam kendime göre/ ben tam dünyaya göre” dizeleriyle herkese kafa tutacağım.

Garsonun gözleri güzel diye lüzumsuz yere iki kere bir şey isteyip de flört etmeyi özlediğimi fark ettiğim anlarda bile “Allah bilir ya ne saklayayım yanında ihtiyarlamak istiyorum” diye iç geçireceğim.

“Sen beraber yatacağımız yatakları hazırla/ sen bir onu yap yeter bak göreceksin” diyeceğim, yanında bile “Uyanınca üşümek” gibi onu özleyerek uyanacağım.

İnsan hep şiirle masalla vakit geçirince elbette aşk hikayesine de afili bir başlangıç istiyor. Şimdi sanırım burada bir parantez açmalıyım ki ben coşkuyla aşkımdan ve Turgut Uyar’dan söz ederken birileri hayatın gerçekleri dersi vermeye kalkmasın. Çünkü bazıları siz, gece sürdüğünüz ojenin üzerinde sabah kalktığınızda nevresim izi var diye üzüldüğünüzü söyleyince çok seviyorlar dünyadaki acılardan bahsetmeyi. İlla düşündüğünüz gibi değil diye açıklama yapmalısınız sanki. Hayır düşündüğünüz gibi saten geceliğimle Balat’ın çatılarına baka baka parmağımın ucuyla saçlarımın lülesini düzelterek ve sadece Reşad Ekrem ile Turgut Uyar okuyarak geçmiyor günlerim rahat olun. Bir patronum, bir ev sahibim, faturalarım var. Sabahları erken kalkmak hep çok zor.

Evet ne diyordum; ben hep bu Bay Doğru ile tanışmak için büyülü anlar hayal ediyordum. Mevsim bahar olsun, vakitlerden akşamüstü, üstümde de uzun uçuşan bir elbise ve tabii ki onu görür görmez tanıdığımı düşüneyim.

Öyle olmadı.

İşsizdim üstelik patronum tarafından tacize uğramış ve öyle işten çıkarılmıştım. Birkaç gün önce düştüğüm için sol kolumda iki tane çatlak ve bir ödem vardı ve nerede ise o kolumu hiç kullanamıyordum. Majezik, Gaviscon, Voltaren arasında battaniyenin içine girmiş Facebook’ta oyalanıp erkeklere, kendi beceriksizliğime, bir türlü yoluna girmeyen hayata, düştüğümde hepten yaraya dönüşen bacaklarımdaki alerjilere küfrediyordum.

Derken paylaştığı şiiri gördüm.

“İlaç milaç bok püsür

şuramda bir şeyler var

sahiden bir şeyler var

haykırmadan anlatamam”

Turgut Uyar’dan yazılmış bir şey her zaman dikkatimi çeker ama o dizeler daha çok içime işledi. Haykıracak halim yoktu belki ondan. Gayri ihtiyari altına yorum yazdım:

“alırsın kardeşim, almalısın

dünyadan o kadar az ki, istediğimiz

senin, benim, hepimizin, çocuklarımızın

iki olmamalı bir dediğimiz”

Sonra o Akçaburgazlı Yekta’dan birkaç dize yazdı. Alt alta dizeler sıralanırken adamı tanımadığımı hatırladım, altı yedi ortak arkadaş hatırına sağ tarafta çıkıp da eklenen arkadaşlıklardan biriydi. Bir yandan fotoğraflarına bakıyorum; erkekte siyah boğazlı kazak zaten favorimiz ama onun fotoğrafını gördükten sonra hemen bir karar alıyorum; o giyiyorsa başka kimse giymesin artık, bu kadar mı yakışır.

Biraz Turgut Uyar şiirlerinden konuştuk, bir iki tane Zeki Müren şarkısı paylaştık. Hep siz-biz diye konuşuyoruz bu arada. Ben henüz salon kadını imajımı bozup Demet Akalın’a bağlamamışım. “Bir gün oturalım isterseniz” diyor. “Memnuniyetle” diyorum. O kadar.

Günler geçti ama o “bir gün” gelmedi. “Ne yapıyorsun Arzu?” diye sordum kendi kendime, “Adam gay olabilir, evli olabilir, sadece arkadaşça yaklaşmış olabilir. Nezaketen bir gün oturalım konuşalım dedi diye nedir bu hikayeler yazmak?”

Peki bu beni durdurdu mu? Hayır. Bekledim. Bu arada seyrek de olsa konuşuyoruz tabii ve bu konuşmaların birinde Gibbon’un Roma Tarihi kitabını aradığını öğreniyorum. Tamam diyorum, İstanbul’un bir yerinde o kitap varsa, o kitabı bulacak ve ona ulaştıracak kişi de ben olmalıyım. He-Man, Batman, Pacman…

Kitap, Kadıköy’de bir sahafta çıkıyor. Vapura bindiğimde elbette onun siyah kazaklı fotoğrafını ve rakı içerken ona okuyacağım Turgut Uyar şiirlerini düşünüyorum. Bir gece önce onun için rüyaya yatmışım ve çok güzel şeyler görmüşüm, evet Tanrı da benden yana. Sahafa doğru yürürken Cemal Süreya Sokağı’nın önünden geçiyorum. İçimi bir kıskançlık kaplıyor. “Nasıl Cemal Süreya Sokağı olur da Turgut Uyar Sokağı olmaz İstanbul’da” diyorum.

Turgut Uyar Edirnekapı’daki günlerini anlatırken oturduğu sokaklardan biri olan Aktar Kerim Sokağı için şöyle der; “İnsanın inanacağı gelmiyor! Bu dünyada Kerim adlı bir aktar yaşasın ve iyiliğinden midir kötülüğünden midir, bir sokak onun olsun.”

“Evet” diyorum, “Aktar Kerim Sokağı var, Rıfat Efendi Sokağı var, Cemal Süreya Sokağı da var neden Turgut Uyar Sokağı yok?”

Kitabı alıp eve geliyorum. Birden aklıma yazın Hande ile Hisar’da kahvaltı yaptıktan sonra Turgut Uyar’ın mezarına gittiğimde kopardığım yapraklar geliyor. Kalp şeklinde yapraklar. Koparırken şairi seven birkaç arkadaşımı bir de zamanı geldiğinde karşılaşacağım Bay Doğru’yu düşünmüştüm. Gün bugündür. Kitabın arasına koyayım.

Unuttum tabii. Ben öyle kendi kendime denizi gökyüzünü aşkı istediğim gibi boyayacağımı düşünürüm ve hayat her seferinde haddimi bildirir.

Derken adamla görüştük. Bütün dostlarının yanında Theodora gibi rahat olan ben adamın yanında bir Kibritçi Kız’a dönüştüm. Bir türlü kendimi ifade edemediğim saatler arasında bir akşam geçti. Çok heyecanlı olduğum ve aç karnına içtiğim için kustum. Banyonun kapısında “iyi misin” diye soran bir adam. Tanrı’m hiçbir şiire uygun değil bu olanlar. Bir daha aramayacak.

Aramadı.

Bir süre çok yoğun olacağını, önünde yapılması gereken bir sürü iş olduğunu anlattığı halde ben adamın beni aramamasını göz kaleminin sol gözümde biraz daha kalın olmasından, yaptığım yemeğin tuzuna, o söz ettiği yazarı daha önce hiç duymamış olmama kadar bir sürü şeye bağladım. Adamın hayatımın erkeği olduğu şeklinde başlattığım hikayem aslında iyi bir insan, en azından dost olarak hayatımda kalsın şekline dönüştü. Adam muhtemelen aynı makalenin çevirisi ile uğraşırken ben kendi kendime evlendim, kitaplarımı onun kitaplarının yanına dizdim. İki tane olan kitaplarımızdan fazla olanları öğrencilere falan verdik. -Hâlâ aramadı- boşandım, çocukları paylaştık. Yasını tuttum, başka birini sevdim, o başka biri ile yolda yürürken onunla yeniden karşılaştık. Karşılaştığımız gün ben artık istediğim gibi kilo vermiştim.

“Acılar insanı olgunlaştırır” derler. İşte ben çürüttüm.

Aramadı diye evi temizledim. Silip silip başka renklerde ojeler sürdüm. Saatlerce yürüdüm. Edirnekapı’ya, Turgut Uyar’ın yaşadığı sokaklara gittim. İnatla hayal kurdum, Vaiz Sokak Numara 70’teki ev kiralık olsa mesela dedim, şairin anlattığı iki katlı ahşap evde şimdi biz yaşasak, perdelerimiz basma olsa. Hatta onun Edirnekapı’dan işyerine hangi yoldan daha rahat gidebileceğini hesapladım. Bunu da yaptım.

Edirnekapı surlarında oturup şehre baktım. Turgut Uyar da ilk şiirlerini bu surlara oturup yazmış:

“Güzeldir sevgilim her dakka her an

güzeldir sözleri, kaşları, gözleri

geçtiği her karış sönük topraktan

o anda fışkırır neşe özleri”

Sonra şiiri abisine okumuş, abisi de “bunun vezni bozuk” demiş. “Vezin nedir bilmiyordum ama abime inanıyordum” diyor. “İnsanın ne olduğunu bilmese de birilerine inanması güzel şeydir” diye düşünüyorum.

Dokuz gün sonra aradı. Biraz daha düşünsem dokuz gün ve kaç saat olduğunu da söyleyebilirim. “Daha yeni biraz rahatladım, seni özledim, sen neler yapıyorsun?”

Tanrı’m bu ne cüret! O an Turgut Uyar Aşiyan’dan kalkıp gelse “Abla hakkaten işi vardı, seni seviyor, biliyorsun” dese yine içim soğumayacak. Ama adamın yokluğunda günlerimiz -dokuz gün- falcılarla ve astrologlarla geçmiş. Çok güvendiğimiz bir falcı, “Sen şu an adamın hayatında sekizinci sırada falansın ama korkma ilk yedi sırada başka bir kadın yok” demiş. Astrologumuz ise adamın haritasına bakıp asla yaptırıma ve tahakküme gelemeyeceğini yirmi kere tekrarlamış. Bu arada bizimki aynı Turgut Uyar gibi Aslan burcu. Tanrım, tesadüfler!

Konuşuyoruz. Beni mutlaka götürmek istediği meyhaneden bahsediyor, bana getirmeyi düşündüğü kitabın benden olup olmadığını soruyor. Ben de ilk görüştüğümüzde getirdiği kitabı okuyup bitirdiğimi falan söylüyorum.

Tanrım, bizim de iki katlı ahşap bir evimiz olsun, perdelerimiz varsın basma olsun. Çalışmak yorulmak da dert değil her gece sevdiğim adamın göğsünde uykularım olsun.

Yazdıklarımı herkes okusun, herkes beğensin istiyorum ama sen yine de bana önce biraz özgüven ve sukunet ver ve lütfen İstanbul’da bir sokağın adı Turgut Uyar Sokağı olsun.

Arzu Akgün

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
11 years ago

Şanlıurfa’da sürekli takıldığımız meyhanede 3 arkadaş oturmuş içiyoruz. Bir ara garsonu çağırıp dedim ki; Osman Abi, Turgut Uyar’dan Geyikli Gece’yi çalar mısın? Ben bunu söyledikten 4-5 dakika sonra bilgisayara bakan Yunus geldi ve dedi ki; Ya Nihat Hocam kim bu adam, sen hiç böyle adamları dinler miydin! Şaşırdım ama sonradan anladım ki garson Osman, kasadaki Yunus’a şunu söylemiş; Nihat Hoca Turgut İnce’den Geceler şarkısını istiyor :)